Paylaş
İlk olarak dizinin “Don Corleone”si Bahri Umman’ı canlandıran Musa Uzunlar ile oturduk muhabbete. Öylesine ağırbaşlı ve vakur bir adam vardı ki karşımda, “Çocukken de mi böyleydiniz?” diye sormaktan kendimi alamadım. Uzunlar, gülerek, her çocuk gibi haylaz dönemlerinin olduğunu söyledi. Meğer ailesi onun doktor veya mühendis olmasını istemiş zamanında. Fakat o, aslında üniversiteye gitmek bile istemiyormuş. Nasıl olduysa evde Alain Delon’u taklit ederek başlayan aktörlük hevesi Mimar Sinan Devlet Konservatuvarı’na kadar devam etmiş ve bugünlere getirmiş kendisini.
“Biz yıldızlık peşinde koşan insanlar değiliz. Eğer sokakta birçok kişiyle fotoğraf çektirmek yıldızlıksa, biraz öyle olabilirim” diyor gülerek. Onun için en önemli şey oynadığı karakterleri doğru ve güzel bir şekilde ortaya çıkarmak.
Israrla magazin değeri olmadığını söylüyor “Poyraz Karayel”in Bahri Baba’sı. Kendisi gibi oyuncu olan eşiyle sakin ve tiyatro dolu bir hayat sürdürüyor.
Bir de Boğaz sevdası var ki sormayın! Bir yakadan diğerine yüzerek geçmeyi kafasına taktığı için, Boğaz Olimpiyatları sırasında yarışmacı olmamasına rağmen diğer yüzücülerle birlikte atmış kendini serin sulara... Güzelliğini seyre daldığı, rakı balık keyfi yaptığı Boğaz’ın, bir de yüzerek tadını çıkarmakmış amacı... Soramadım ama içimden “Az biraz deli misiniz yahu, niye vapura binmediniz?” demek gelmedi de değil...
AKM ŞEHRİN ORTASINDA BİR UTANÇ ABİDESİ GİBİ DURUYOR
Sohbet sırasında sık sık geçmişe döndük. Sanatçıların sahneye çıkmaktan, oyun icra etmekten, sadece eserleri seyretmekten büyük keyif aldığı, kapısında kuyruklar oluşan bir zamanların Atatürk Kültür Merkezi’nden açıldı konu bir ara.
“AKM’nin şehrin ortasında sanatın utanç abidesi gibi durmasına çok üzülüyorum. Orada sadece tiyatro yoktu; opera vardı, bale vardı, klasik müzik vardı. Sonuçta AKM bir merkezdi, çok oyun seyrettik, çok oyun oynadık, çok prova yaptık. Umarım yerine daha güzelini yaparlar. Sanatçı, doğası gereği bunları söylemekten korkmamalı... İstanbul gibi bir metropole bu tablo yakışmıyor. Dilerim bir an önce hallolur” diye iç geçirdi Uzunlar.
Söz “Poyraz Karayel”deki rolüne gelince, “Seviyorum onu, sıkı adamdır” diye bahsediyor Bahri’den. “Kurtlar Vadisi”ndeki İskender’e nazaran “daha insan” olduğunu söylemeden de edemiyor.
Uzunlar’la muhabbetimizin ardından bir rejisör edasıyla sette dolaşmaya başladım. Asıl amacım Zülfikar karakterine hayat veren Celil Nalçakan’ı yakalayıp tanışmaktı. Çünkü o, ota boka komplo teorisyeni kafasında, “Hayaller Guevara, gerçekler Pablo Escobar, kader desen Küçük Emrah”, “Adamlar komünist de yemekleri kötü. Yoldaşlık da bi yere kadar. Kurbağa da yenir mi lan” gibi “anti emperyalist” analizleriyle her hafta beni benden alıyordu. Acaba Nalçakan da canlandırdığı karakter kadar enteresan bir adam mıydı diye merak ediyordum doğrusu.
Bir baktım ki adamım, köşedeki masada oturuyor... Yanında da dizinin Taş Kafa’sı Cem Cücenoğlu ve Sefer’i canlandıran Kanbolat Görkem Arslan var. “Körün istediği bir göz, Allah bu sefer verdi tam üç göz” diyerek oturdum yanlarına.
Fan club başkanıymışım gibi başladım vır vır vır konuşmaya. Sete “kaçak” girmiş bir densiz olmadığımı anladıktan sonra onlar da rahatladı. Bu üçlüyü sadece dizide değil, gerçek hayatta da seyretmek muhteşemmiş doğrusu. Buyrun siz de katılın aramıza:
KIR LOKANTASINDA GARSONDUM MAHİR ÇAYAN ROLÜNE TALİP OLDUM
*Jenerikte adınız ortalarda yer almasına rağmen “Poyraz Karayel”in başrolleriyle aşık atmaya başladınız. Boynuz kulağı geçiyor mu?
- Celil Nalçakan: Üçümüz de okul mezunu adamlarız, işimiz bu. Yazılan senaryo güzel olduğu zaman zaten oynanıyor. Afedersin ama “Masal masal matidas, kaynanamın g..tü tas” gibi bir replik yazılsa nasıl oynayacağız? Senaristimiz sağ olsun.
*Uzaktan bakınca 40 yıllık kanka gibi gözüküyorsunuz. Var mı geçmişten gelen bir bağınız?
- Kanbolat Görkem Arslan: Bu proje sayesinde tanıştık.
- Cem Cücenoğlu: Yahu valla haklısın zaman zaman ben bile yıllardır tanışıyormuşuz gibi hissediyorum.
*Siz birbirinizi tanımıyormuşsunuz da, biz sizi nereden tanıyoruz peki?
- Cem: Hikayem “Deli Yürek”le başladı. “Hayat Bağları”nda oynadım. “Cennet Mahallesi”nde ise üç farklı rolüm oldu. Bıyık tak, sakal uzat derken dönüp dönüp başka tiplerle tekrar girdim diziye (gülüyor).
- Celil: Benim hikayem “Deli Yürek”le başlamadı (gülüyor). “Sıla”, “Keşanlı Ali Destanı”, “İntikam”ın ardından da “Vicdan” geldi.
- Cem: Beş sene sonra benimle röportaj yaptıklarında “Seni ‘Poyraz Karayel’den tanıyoruz” diyecekleri, çıkış yaptığım iş ise bu oldu bana göre.
- Kanbolat Görkem: Ben de “Kırık Kanatlar”la başladım, 7-8 bölüm oynayacaktım ama daha ikinci bölümde iş patladı. Ardından “Hatırla Sevgili”de Mahir Çayan’ı canlandırdım. “Asi”, “Yer Gök Aşk”, “Tatar Ramazan” derken şimdi buradayım.
*Mahir Çayan rolünün altından kalkmak da her babayiğidin harcı değil...
- Kanbolat Görkem: Kesinlikle öyle! Zaten bu yüzden uzunca bir süre rolün peşinden koştuğumu itiraf etmeliyim. Ben Düzceli’yim. Okulu bitirdikten sonra ailemin oradaki kır lokantasında garsonluk yapıyordum. Bir arkadaşımdan Mahir Çayan rolü için oyuncu arandığını öğrendim. Cast direktörüne mail attım. Herkesin geçmişinde yer alan, böylesine önemli bir şahsiyeti canlandırmak nadir karşılaşılabilecek riskli bir durum ama ben riskleri seven bir herifim...
İLK SETTE BELE SİLAH TAKTIMDOKUZ SENEDİR ÇIKARAMADIM
*“Bir ağır abilik damarım var” der gibisin...
- Kanbolat Görkem: Yok dersem yalan olur. Çevremizde öyle alengirli durumlar vardı ama bizi uzak tuttular. Zaten babamın memuriyetinin sona ermesiyle de Antalya’ya taşındık. Orada da tiyatro ile tanıştım. Ama Düzce’de kalsaydım rol gerçek olur muydu bilmiyorum (gülüyor).
- Celil: Görkem’den mafya değil de, çok güzel kabadayı veya mahalle abisi olurmuş.
*Senin risklerle aran nasıl Taş Kafa?
- Cem: İyidir ya (gülüyor). Bugüne kadar hep mahallenin tonton abisini ya da babayı oynadım. Bir rolde kahveci olurken diğerinde esnaftım. Bu kadar yoğunluğu olan bir karakteri ilk kez oynuyorum.
*Hoşnutsun yani “Taş Kafa” etiketinden?
- Cem: Sokakta kornaya basıp “Taş Kafa” diye bağırıyorlar. Artık öyle bir noktaya geldim ki, taş kelimesini duyduğum an dönüp bakıyorum (gülüyor).
- Celil: Sen iyisin yine. Ben setlere adım attığımdan beri belime silahı taktım, dokuz senedir de çıkarmak kısmet olmadı abi (gülüyor). Üstelik silahtan da hiç hazzetmem.
*Ee Zülfikar, dizide aforizmaları arka arkaya patlatıyorsun. Gerçek hayatta da lafı gediğine oturtanlardan mısın?
- Celil: Aslında hayat görüşü olarak Zülfikar’a benziyorum. Ben Sivaslı’yım, ailemde Aleviler var. Buradan da benzeşiyoruz. Kitap okumayı severim, genelde National Geographic izlerim.
- Kanbolat Görkem: Sette de her gün böyle, çenesi hiç durmuyor!
- Cem: Tutamıyoruz adamı. Resmen içinde kontrol edilemez bir hayvani dürtü var (gülüyor).
- Celil: İnsandansa bir hayvana benzetilmekten onur duyarım, özellikle de atlara...
*Dizi oyuncusu olup da hâlâ “ben sadece belgesel izlerim” demen de ilginç...
- Celil: Yok ya! Arkadaşlarım “Poyraz Karayel”de oynuyor, onları izliyorum bazen (gülüyor). “Shameless”a bayılıyorum. 6’ncı sezon 10 Ocak’ta başlayacak, geri sayımdayım. “Ezel”in de hastasıydım.
Evet, itiraf ediyorum! “Poyraz Karayel” adını ilk duyduğumda “Bu nasıl isim? Coğrafya dersi mi verecekler?” diye iğrenç bir espri yapmıştım. Hatta daha da ileri gidip “Yakında Lodos Keşişleme’yi de çekerler” diyerek ortamı iyiden iyiye “soğutmuştum”.
Aradan biraz zaman geçti ve kendimi ekranın karşısında bu diziyi izlerken buldum. O gün bugündür de hiçbir bölümünü kaçırmıyorum “Poyraz Karayel”in.
Peki neydi beni bu dizinin “rüzgarına” kaptıran?
Aynı bölümde Neşet Ertaş’tan girip, Müslüm Gürses’ten çıkan, keyifli olduğu kadar eklektik “müzikal dokunduruşları” mı?
Bahri Baba’nın Despina’ya, Taş Kafa’nın Ümran’a, Zülfikar’ın Çiğdem’e, Mete’nin Ayşegül’e, Dafne’nin Sefer’e, Sefer’in Sema’ya, Begüm’ün Poyraz’a, Poyraz’ın da Ayşegül’e abayı yakmasıyla ortaya çıkan “çok bilinmeyenli aşk denklemleri” mi?
Yoksa oyun içinde dönen oyun ve entrikalar mı?
Efendim, yukarıda saydıklarımın diziye bağlanıp kalmamda etkisi vardır ancak beni en çok heyecanlandıran “Poyraz Karayel”in tadı, tuzu, biberi olan karakter oyuncuları. Gerçek bir anti-kahraman olan Zülfikar’sız düşünebiliyor musunuz bu diziyi? Peki ya Bahri Umman’sız? Sefer’siz? Ya da Taş Kafa’sız?
Bahri Baba ve adamları, her karakter oyuncusunun “görev tanımında” olduğu gibi esas oğlan ve esas kızın işini kolaylaştırıp onları güçlendiriyorlar. Sayelerinde “kötü adam” rolleri sadece “kötü” olmaktan çıkıp “3 boyutlu” bir hâl alıyor.
Bana reklamları bile izlettirebilen tek dizi olarak tarihe geçen “Poyraz Karayel”in setini ziyarete gittiğimde amacım, dizinin “belkemiği” olan bu isimlerle tanışmaktı. Şans bu ya, belki röportaja da ikna ederdim bazılarını...
POYRAZ’SIZ BİR “POYRAZ KARAYEL” HATIRASI
*Aga, dizide aşk meşk olayları nanay... Gerçek hayatta durumlar ne?
- Cem: Aman diyeyim, bunu sormamış ol. Ben evliyim aga. Ama gel gör ki karımdan çok Celil’le görüşüyorum (gülüyor).
- Celil: Tövbe estağfurullah! (Gülüyorlar)
Dedim ya Zülfikar adamım. Onunla muhabbeti derinleştiriyoruz.
“Hikaye Sivas’ta başlar. Tevellüte gelince 1978... Bizim çocukluğumuzda sokak oyunlarından başka seçeneğimiz yoktu, ben de nasıl kabiliyetsizim anlatamam. Saklambaç oynarken bile ilk yakalanan hep ben olurdum. Futbol desen, onu da hiç beceremezdim. En iyi arkadaşım rahmetli dedemdi. Omzuna çıkıp dağ tepe gezerdik, hâlâ çok özlerim, dev gibi adamdı. Annemle babama sorsam tepki gösterecekleri soruların hepsine büyük sabırla cevap verirdi. Kim bilir belki de benim için onu özel kılan buydu. Bir gün “Dede seninle her şeyi konuşabiliyoruz. Tek oyun arkadaşımsın, diğer büyükler gibi değilsin, kızıp azarlamıyorsun” dedim. Cevabı aklımdan hiç çıkmıyor: “Sen Allah’ın yanından yeni geldin, bense O’na gidiyorum. Bulunduğumuz noktalar çok yakın. Diğer büyükler ise biraz uzakta, biz seninle bu yüzden çok iyi anlaşıyoruz!”
Anlatırken gözleri doldu... “Teşekkürler aga, bana müsade” diyerek dizinin temel yapı taşları Bahri Baba, Zülfikar, Taş Kafa ve Sefer’in yanından ayrıldım. O sırada oltama çekimleri biten Ayşegül takıldı. Meğer Burçin Terzioğlu hiç ummadığım kadar mütevazı ve doğal biriymiş...
Yazmamak kaydıyla yarım saatlik, bol kahkahalı bir muhabbetimiz oldu. Önümüzdeki günler için röportaj sözü kopartıp, onu da “aile” fotoğrafımıza dahil ettim. Poyraz’sız gayet güzel bir “Poyraz Karayel” hatırası oldu. Bir günlük “Poyraz Karayel” macerası da böyle son buldu.
ZÜLFİKAR AFORİZMALARI
TOP 5
- Bir: “Kapitalist sistemin en büyük silahıdır kredi kartı. Hiç olmayan bir parayı harcatırlar, sonra da hiç olmayan o paranın borcunu ödetmek için eşek gibi çalıştırırlar.”
- İki: “Bu dünyayı ne yönetiyor biliyor musun? Akıl ve zalimlik...”
- Üç: “İmkansızsa aşktır, imkanlıysa onun adı ilişki olur. O da dünyanın en sevimsiz şeyidir lan.”
- Dört: “Bu küreselcilerin en büyük numarası ne biliyon mu? Twitter. İnsanları 140 karakterli, sanal aleme hapseden dünyanın en çakal fikri.”
- Beş: “Şişman olmanın nesi kötü oğlum. Belki ben seviyorum göbeğimi. Belki aramızda duygusal bir bağ var. Olamaz mı?”
Sohbeti bitirirken gözüme Burçin Terzioğlu takıldı. Meğer hiç ummadığım kadar mütevazı biriymiş. Yazmamak kaydıyla yarım saatlik bir muhabbetimiz oldu. Röportaj sözü kopartıp, onu da “aile” fotoğrafımıza dahil ettim.
Paylaş