Paylaş
O anda bir hırdavatçı dükkanının vitrinindeki garip makineye takıldı gözü. Yarım metre boyundaki bu tuhaf alet, dönen koluyla bir kahve değirmenini andırıyodu ama değildi. Merakına engel olamadı ve dükkana girdi.
Tezgahtaki yaşlı Ermeni, aletin bir öğütücü olduğunu söylüyordu, başkaca da bir fikri yoktu. Al takke ver külah derken pazarlıkta anlaştılar, Nuri Bey makineyi koltuğunun altına koyup tekrar Kasım rüzgarına bıraktı kendisini.
Keyfi yerindeydi. Ekmek yoksa buğday vardı; bu öğütücü ile kendi ekmeğini kendi yapacak, artık fırın kapılarında elinde karneyle beklemeyecekti. En azından çocuklarının karnı doyacaktı...
Sonra henüz beş yaşındaki küçük yeğeni Bedii’yi düşündü. Amcası, İzzet Bey’in oğlunu kendi çocuklarından bir an olsun ayrı tutmamıştı.
***
Hayatının büyük bir bölümünü denizlerde geçiren ve yeğeni Nuri’yi kardeşi gibi seven İzzet Kaptan, savaş öncesi yılların hatırı sayılır zenginlerindendi. Altmış yaşına geldiği zaman kendisinden yirmi yaş küçük Hamide Hanım ile evlenmiş, bu evlilikten iki çocuğu olmuştu; Bedii ve Şadıman... Onları, yeğeni Nuri Bey’e emanet etti. “Bana bir şey olursa” derdi İzzet Kaptan “Gözüm arkada kalmayacak, sen varsın nasılsa…”
Nuri Bey ise Nafia Hanım ile evlenmiş üç oğlan, iki kız evlat sahibi olmuştu. Aile oldukça kalabalıktı anlayacağınız...
***
Nuri Bey o güne kadar İzzet Kaptan’ın gönderdiği paralarla aileyi geçindirmeye çalışıyordu. Bir gün sadece ekmek yapmak için aldığı o garip el değirmeniyle pirinci öğütüp unla karıştırarak pirinç unu yapmak geldi aklına. Amacı diğer çocuklara göre daha çelimsiz olan küçük Bedii’nin karbonhidrat ihtiyacını karşılayıp biraz kilo almasını sağlamaktı.
Bu küçük buluşun aileyi servete kavuştururken öte yandan da önüne geçilmez bir lanetin işareti olacağını o günlerde asla tahmin edemezdi.
***
Yokluk yıllarında, önceleri eşe dosta verilen pirinç unları zamanla Hamide ve Nafia Hanım’ın diktiği torbalarla çarşıda, pazarda, bakkallarda satılmaya başlamıştı. Nuri Bey, oturdukları evde orta çaplı ilk fabrikasını kurduğu zaman, takvimler 1915 yılını gösteriyordu.
Bu arada İzzet Kaptan da açıkdeniz macerasına son verip, yeğeniyle ticarete atılmıştı. Deniz tutkunu iki kafadar marka olarak ‘Çapa’ sözcüğünü seçtiler. Daha sonraları, soyadı kanunuyla birlikte bu kelime ailenin soyadı olacaktı.
***
Çapamarka Gıda Sanayii’nin dev firmalar arasına girdiği dönemde İzzet Kaptan yaşama veda etti ve şirketin bütün hisseleri Nuri Bey’e emanet edildi. Onun zamansız vefatı ise adeta ailenin üzerine düşecek kabusun ilk habercisiydi. Artık tüm servet Nuri Bey’in eşi Nafia Hanım’ın idaresine geçmişti.
O güne kadar kendi halinde, sessiz bir kadın olarak bilinen Nafia, birden gerçek yüzünü göstermiş, hırslı acımasız bir iş kadını olup çıkmıştı. Öylesine ki, kendi çocuklarına bile İzzet Kaptan’ın eşi Hamide Hanım analık yapmaya başlamıştı.
***
Artık bir arada yaşayan o mutlu aile kuşku ve huzursuzluk denizinde çalkalanıp duruyordu. İzzet Bey’in ailesi Nafia Hanım’ın yanında, sahibi oldukları evde sığıntı durumuna düşmüşlerdi. Hamide Hanım ise sadece çocuklara bakan bir cici anneydi artık.
Derler ki ‘Ah ile abad olan vah ile berbat olur’… Sonradan yaşananlar Hamide Hanım’ın beddualarındandır. Çünkü lanet, bugüne kadar Çapa ailesinin sadece Nuri Bey kanadını vurmuştur…
***
‘Çapalar’ın laneti’ efsanesinin en önemli kahramanlarından biri Nuri Bey’in büyük oğlu Salih Germi Çapa olmuştu. Bugün 90 yaşını aşan Salih Bey ilk eşini kaybettikten sonra 87 yaşındayken, yarı yaşındaki bir banka memuresi ile evlenmiş ve aile içindeki milyonlarca dolarlık miras kavgası böylece başlamıştı.
Germi Bey kendi öz çocuklarını mahkemeye verip, icra yoluyla Zekeriyaköy’deki villasından çıkartıp kapının önüne koydurmuştu.
Germi Bey’in çocuk felci geçiren büyük oğlu yıllarca yürüme zorluğu çekti. Bütün bunlar yetmezmiş gibi yaşlı adam, bir anlık dikkatsizlik sonucu torununun evinin havuzunda gözlerinin önünde boğularak ölmesine şahit olmuştu. Olaylar bitmek bilmiyordu ve son darbe genç eşinden geldi. Germi Bey, 90 yaşından sonra “Karım beni dövüyor, can güvenliğim yok” diye mahkeme kapılarına düşmüştü.
***
Nafia Hanım ise hayatının son günlerinde geçirdiği bir kaza sonucu yatalak olmuş, Hamide Hanım’dan alıp üzerine çöktüğü yalının üst katına bile çıkamaz hale gelmişti. Herkesin çok sevdiği torunu 18 yaşında kanserden yaşamını kaybetti; kızı ise bel kemiğini kırdığı için yatağa bağlı yaşamak zorunda kaldı.
Madalyonun öbür yüzüne yani ailenin diğer yarısına bakarsak... İzzet Kaptan’ın ‘çelimsiz’ oğlu Bedii Çapa hayatı boyunca mutluluk içinde yaşadı. Üç oğlu; Ahmet, Celal ve İzzet Nuri Çapa (yani bendeniz) eğlence sektöründe isim yaptılar.
Kısaca Nuri Bey’in yıllar önce bir kasım günü Ermeni tezgahtardan aldığı değirmen, ailenin bir kısmını dişleri arasında öğütürken diğer kısmına da yaşanası bir dünya sunmuştu…
Not: Bu hikayedeki bütün kişi ve olaylar gerçektir, devamı edecektir…
Paylaş