Paylaş
* Sanki anne karnından çıkıp doğrudan MFÖ’nün Fuat’ı olmuşsunuz gibi geliyor bana. Ama öncesini hiç bilmiyoruz...
- Haklısın, sanki anamın karnından 36 yaşında çıkmışım da MFÖ’yü kurup hemen “Ele Güne Karşı”yı yapmışım sanıyorlar (kahkahalar).
* O zaman izninle plağı başa saralım...
- Hay hay... Kalamış’ta dünyaya gözlerimi açtım. 1 Nisan doğumlu olduğum için aslında tam bir şaka çocuğuyum (gülüyor). Annem ev hanımıydı, babam da Türkiye’de fotoğraf denince akla gelen birkaç isimden Sami Güner... Grup kurulana kadar onun oğlu olarak tanınıyordum, MFÖ alıp başını gittikten sonra o benim babam olarak anılmaya başlandı. Doğal olarak da bu duruma çok bozuluyordu tabii (kahkahalar).
* Otoriter bir baba mıydı yoksa “Kendi yolundan git evladım, başarısız olsan bile hâl ve gidişten puan alırsın” diyenlerden mi?
- Hem kız kardeşimi, hem de beni hayatı boyunca destekledi. Ama annem tam bir Türk annesiydi. Tabii ben de az fırlama değildim hani... Sinirleri tepesine çıkınca “Şimdi misafirlerim var, git sonra döveceğim” derdi ve hiç unutmaz, verdiği sözü itinayla mutlaka yerine getirirdi (gülüyor).
* “Annenin vurduğu yerde gül biter” derler...
- Bu sayede 11 yaşına kadar nadide bir gül bahçesi açmıştır herhalde vücudumda (kahkahalar).
* Valide sultan, pedere karşı da böyle “girişimci” miydi?
- Yok, yok yukarıda Allah var, çok huzurlu bir aile ortamında büyüdüm. Hiç kavga dövüş olmazdı aralarında. Bizim ev sakindi ama bir kuşak öncesi için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Mesela beybabam bildiğin namlı bir eşkıyaydı.
* Nasıl yani, filmlerde gördüğümüz türden mi?
- Arnavut olduğu için, aşırı tutucu ve inatçı biriydi. Dede dedirtmezdi kendine, bizim “beybabamızdı” o. Belinde tabancası, Arnavutluk’ta yol kesip eşkıyalık yapmış.
* “Peki peki anladık” senin asabiyetinin nereden geldiğini...
- (Gülüyor) Dedemin eline su dökemem ben. Tam topladığı ganimetle otel açacakmış ki Birinci Dünya Savaşı patlamış. Bizimki her şeyi orada bırakıp İzmir’e kaçmak zorunda kalmış. Neyse ki sonradan bu “görevden” emekli olup kendine daha sakin bir hayatı seçmiş. Son dönemlerinde namazında, niyazındaydı. Dua ağzından hiç eksik olmazdı.
* Sana da okutur muydu?
- Hem de nasıl... Her dua okuyuşumda da 25 kuruş ödül parası verirdi. Daha o yaşlarda bile hiç takılmadan Yasin’i baştan sona ezbere okurdum vallahi. Şimdi artık ritüel haline geldi benim için bu alışkanlık; sahneye mutlaka duamı edip öyle çıkarım.
İLK GİTARIMI PARÇALAYIP MODEL UÇAK YAPTIM
* Minik Fuat da dedesinden etkilenip, okul yıllarında eşkıyalık yapar mıydı?
- Yok o kadar değil... Haylaz bile denemezdi benim için, daha çok aktif bir çocuktum.
* Senin bu aktiflik dediğin, modern dilde yaramazlığın karşılığı olsa gerek...
- (Gülüyor) Hayır hayır, kelimenin tam anlamıyla çok faaldim. Teneffüs zilini duyar duymaz, hoop bahçede bulurdum kendimi. Beş dakikalık arada bile top peşinde koşardım. Haliyle de derslerde, teneffüslerde olduğum kadar başarılı değildim.
* Spora olan bu ilgi nereden geliyordu?
- Bizim mahalle zamanın halter ve basketbol şampiyonlarını çıkarmış, tam bir sporcu cennetiydi. Ben de onlardan etkilenmiş olacağım ki, okuldan sonra hemen sahaya koşardım. Futbol, basketbol, voleybol artık o gün payımıza ne düşerse onun maçını yapar, eve öyle dönerdim.
* Annenin üstünde gül bahçesi açtırmasına şaşmamalı bu durumda...
- Ooo bu ne ki! Bir de üstüne eve gelip bahçede dayımın motosikletiyle oynardım. Binerdim tepesine kafama göre, ülkeler arasında hayali seyahatler yapardım. Genelde de tam Eyfel Kulesi’nin önünde kızlara hava atarken, annemin sesiyle gerçek hayata dönmek zorunda kalırdım. Anlayacağın hayaller Eyfel Kulesi, gerçek annemin bağıran sesi (kahkahalar)...
* “Bir de şarkı söylersem kızlar beni daha havalı bulur” diye düşünüp mü başladın müziğe?
- Aa işte bak onun çok güzel bir hikayesi var. Ben 11 yaşındayken kız kardeşime piyano almışlardı. Kıskandığımı fark eden babam “Sen ne çalacaksın” diye yanıma gelince, “gitar” diye atladım ortalığa. Onlar da dayımın kırık gitarını getirip “Al tamir ettir, çal” dediler.
* Kardeşine gıcır gıcır piyano, sana kırık dökük gitar... Biraz adaletsiz olmuş sanki...
- Ben de önceleri bozuldum ama sonra gitardan anlayan bir abimizin “Oğlum, bu gül ağacından yapılma... Nereden buldun? Müthiş bir alet” demesiyle her şey bir anda tersine döndü. “Dayım verdi” diye havalara uçup soluğu marangozda aldım.
* Marangoz ne anlar abi gitardan?
- O zamanlar gitar tamir ettirecek başka yer yok ki güzel kardeşim. Ya senfoniden birini bulup onu bekleyeceksin ya da tıpış tıpış marangozun yolunu tutacaksın. Ben ikinci yolu seçtim. Ama sonra eve gelip telleri takınca gitarın sapı yamuldu, çalınamaz hale geldi. Meğer adam işi bilmediğinden yanlış yapmış (kahkahalar).
* Sen gitarını tamir ettirene kadar, kız kardeşin ünlü bir piyanist olmuştur bile...
- Maşallah o takır takır çalıyordu ama benim teller o kadar gergin ki zorluyorum zorluyorum bir türlü ses çıkmıyordu. Baktım olacak gibi değil, en sonunda arkadaşlarla gitarı parçalayıp ondan model uçak yaptık.
BİZİ İLK İŞİMİZE ARDA USKAN ÇAĞIRDI
* Uçuk uçak macerandan nasıl bir manevrayla müziğe “U dönüşü” yaptın peki?
- Tabii ki Beatles sayesinde. O zamanlar büyük bir çılgınlık yaşanıyordu. Herkes onlarla birlikte ucundan kıyısından müziğe merak sarmıştı... Önceleri sürekli Elvis falan söylerdim ama ev halkı bıkıp “Kes sesini” diye üstüme çullanırdı (gülüyor). Bir gün radyoda “She Loves You Yeah Yeah Yeah”i duyunca resmen büyülendim. Daha önce dinlemediğim güzellikte bir şarkıydı. “Allah’ım bu ne?” diye bağırdığımı hatırlıyorum. Beatles’ı tanımıyordum ama her gün o parça tekrar çalacak diye radyonun başında beklemeye başlamıştım.
* Bir şarkıya aşık olup, kendi şarkılara mı adadın?
- Şimdi çok romantik gelecek ama gerçekten içimde büyük bir heyecan uyandığını hissettim. Bir de tam yeni gitar aldığım zamanlar, devamlı bir şeyler uyduruyordum. Hele iki akor öğrenince hemen bir arkadaşımı çağırıp “bak nasıl güzel çalıyorum” diye hava atayım dedim ama hevesim kursağımda kaldı. Tam kurula kurula çalıyordum ki, “Ne var abi onda” deyip elimden gitarı kaptı ve şarkıyı çalmaya devam etti. Ben de öylece kalakaldım. Meğer herif okulda mandolin dersi alıyormuş (gülüyor).
* Ben olsam bir daha asla selam bile vermezdim o arkadaşıma...
- (Gülüyor) Bizse tam tersine gidip grup kurduk. Klasik gitarın iki telini söküp, bas gitara çevirdik. Böylece o basçı oldu, ben de klasikçi... Ama daha Saint Joseph’te okuyorum, bir yandan da konservatuvar aşkım başlamış.
* Bu aşkını öğrenince annenin cevabı “Fuat geliyor terlik” olmuştur herhalde.
- Aynen (kahkahalar), “Oğlum müzikten para mı kazanılır?” diye bastı fırçayı. Babam hep daha ılımlı bir adamdı. Kendisi de zamanında valide hanımı akordeon çalarak tavladığından olsa gerek, bu isteğimi annem gibi veto etmeyip “Amatör olarak yapman şartıyla tamam” demişti.
* Ama akacak kan damarda durmadı...
- Artık bir kere aralanmış o kapı, açılmadan durur mu (gülüyor). Çalışmaları hemen hızlandırıp, grubun adını “Kaygısızlar” koyduk. Mazhar’la da o dönemde tanıştık zaten. Başladık beraber İngilizce parçalar yapmaya... Beatles çalıyorduk. Ama bizi görmen lazımdı, ne gaz ne gaz! Grubumuzu ilk kez köşesinde yazan rahmetli Arda Uskan bir gün arayıp “Erdek’te bir iş var, atlayın gelin” dedi.
* Dur abi bu ne acele, daha grubu bile yeni kurdunuz.
- Haklısın, denize düşen yılan sarılır hesabı oldu biraz... O kulüpte bir grup çıkacakmış ama adamlar son anda bırakıp gidince Arda Abi de işi bize paslamış. Tabii o heyecanla hemen kabul ettik. Tam havalara uçuyorduk ki...
* Yine ne oldu?
- Hepimiz lise öğrencisiyiz, kimse ailesinden izin alamadı. Bir de ben sınıfta çakmışım, evdekilerin hiç mümkün değil bırakmaları... Ama kafaya takmıştım, bir yolunu bulup gidecektim. Çaktırmadan geceden gitarı çıkarıp bahçeye sakladım. Sabah da kimse uyanmadan alıp, vınladım. “Erdek’e gidiyorum” diye ardımda bir de not bıraktım.
* Kaçtığına değdi mi bari?
- Mekan inanılmaz kalabalıktı. Önce biraz tedirgin olduk ama sonra alıştık. Sadece 10 tane akorlarla İngilizce, İtalyanca ne şarkılar çaldık, ne şarkılar (gülüyor). Parçaların akorları aynıydı, üstüne uydurduğumuz İtalyanca sözlerle milleti eğlendiriyorduk.
* Ee kimse çakmadı mı durumu?
- Milletin derdi dans etmek, sözleri umursayan yoktu ki... İlk gece 10 şarkı çalabildik, sonrasında repertuvarımızı 80’e kadar çıkardık. Sezon sonunda biriktirdiğimiz 11 bin lirayla gidip mikrofon tesisatımızı aldık. Bizimkiler de baktılar iş ciddileşiyor, ister istemez destek olmak zorunda kaldılar.
SAHNEDE BİR AJDA FACİAMIZ VAR!
* Erdek’ten sonra Allah “Yürü ya kulum” mu dedi?
- Yok henüz “Olacak ama biraz daha zamanı var” aşamasındayız (gülüyor). O sırada reklamcı Marifi Orhon’la tanıştık. Bize “Belçika’dan Barış Manço gelecek, bir grup kurmak istiyor, sizi tavsiye ettim” dedi.
* Siz eskiden tanıyor muydunuz Barış Manço’yu?
- Yok canım, o zamanlar zaten Türkiye’de de kimse tanımıyordu Barış’ı... Ama birbirimize çabuk ısındık ve iyi bir grup olduk. Sonrası zaten çorap söküğü gibi geldi. Hemen ardından Seyyal Taner’le çalışmaya başladık. Egemen Bostancı müzikalinde dondurmacı kıyafetiyle vokal yaparak roller aldık. Aa tabii bu arada bir de Ajda faciamız var (gülüyor).
* Hayrola ne oldu abi Ajda’yla?
- O zamanlar Mazhar ve Özkan’la, Ajda Pekkan’a vokal yapıyoruz. Sahneye çıktık; önce biz “Lasciatemi Cantare” diye gireceğiz ardından da Ajda devam edecek... Biz başladık ama baktık Ajda’dan ses yok. Eteğine bir şey takılmış, düzeltmeye çalışıyor.
* Ee ne yaptınız, tutuverseydiniz bir ucundan?
- Ne yapalım canım öylece kalakaldık. Sonra Ajda bize dönüp, “Bensiz olmuyor değil mi?” demez mi! “Sen görürsün” dedik içimizden. Orkestra yine şarkıya girdi. Bu sefer de biz sustuk. Şarkıyı durdurup “N’oluyor?” diye sordu. Mazhar da “Bizsiz de olmuyormuş değil mi?” diye lafı oturttu.
* Off übersert olmuş...
- Bir de onun da bizim de tam deli olduğumuz çağlar... Sahnede bir anda şimşekler çaktı ama sonra birbirimizi anlayıp çok iyi dost olduk. Uzun süre de beraber çalıştık. İşine ve mesleğine müthiş saygılı bir insandır.
* Sizi MFÖ yapacak olan fitili ateşleyen de Ajda değil miydi?
- Onun katkısı tabii ki yadsınamaz ama bizi biz yapan aslında “Ele Güne Karşı” albümüdür. Çünkü o zamana kadar kimse bizi yaptığımız işlerle tanımıyordu.
* MFÖ kurulmuştu ama değil mi?
- Yok canım, Mazhar’la türkü çığırıyorduk o kadar (kahkahalar). Ergin Bener diye yapımcı bir abimiz vardı, o sesimizi dinleyip “Kesinlikle Türkçe beste yapmalısınız” diye tutturdu. Biz o güne kadar sadece yabancı beste yapıp söylemişiz, o zamanki aklımızla daha karizmatik olduğumuza inanıyoruz (gülüyor).
* Karizmayı nasıl çizdirdiniz peki?
- Aldı bizi Bodrum’a, mavi yolculuğa çıkardı. Bir hafta boyunca Türkçe albüm için beynimizi yedi yedi durdu. Seyahatin ardından Mazhar Ankara’ya döndü, ben de İstanbul’a... Beş gün sonra Mazhar “Beş Türkçe beste yaptım” diye beni aradı.
MAZHAR “PEKİ PEKİ ANLADIK”I AYHAN SİCİMOĞLU İÇİN YAZDI
* Desene “Ele Güne Karşı” hazırlıkları tamamlanıyor...
- Ona daha var... Ama o beş beste bir nevi ilk MFÖ albümünün harcı oldu. Tabii asıl geçiş evresi İpucu Beşlisi’yle tamamlandı. Mazhar’la ben zaten gruptuk. Özkan, Galip Boransu ve Ayhan Sicimoğlu da bize katıldı. Bir görsen Özkan’ın daha kınalı kuzu olduğu zamanlar...
* Sezen’in şarkısındaki gibi “A nenni nenni, kınalı kuzum. Büyüdün de adam mı oldun. Yanağı pembem dudağı kirazım” mı diyorsun?
- Valla cuk oturdu (kahkahalar). Gruba katıldığında henüz 16’sında yanakları pembe pembe bir çocuktu. Biz de ona “kınalı kuzu” lakabını takmıştık. Ortamımız inanılmaz şendi. Hem çalışıp hem de çok eğleniyorduk. O enerjimizle çok kısa sürede ortaya “Heyecanlı” 45’liği çıktı.
* O kadar heyecanla koyulabilecek en güzel ismi koymuşsunuz valla...
- (Gülüyor) Aynen! O şarkı hepimizin bir anda tanınmasını sağladı. İzzet Abi’nin (Öz) çektiği bu klip Türkiye’nin ilk klibi olarak tarihteki yerini aldı. Böyle de bir önemi var o parçanın. Aa Ayhan’ın o videodaki emeğini de unutmamak lazım, ki zaten daha sonra o hikaye şarkılara konu oldu (kahkahalar).
* Ayhan Sicimoğlu için şarkı yaptığınızı bilmiyordum...
- Mazhar yaptı abi! “Heyecanlı”nın klip aşamasındayız. Bir şeyler çekeceğimizi biliyoruz ama ne olacağı hakkında kimsenin en ufak bir fikri yok. Ayhan aldı eline kalemi kağıdı, çekildi bir köşeye, klibe senaryo yazdı. Mazhar da sonrasında “Peki Peki Anladık”ı yaptı çok bilmiş Ayhan’a esprili olsun diye... “Sen neymişsin be abi, aa, aa, aa” (gülüyor).
“ARAMIZDA MÜZİK VAR” FANTASTİK BİR İŞ OLDU
* MFÖ konserleri ve solo müzik kariyerin dışında yeni bir güncelleme var mı Fuat Güner cephesinde?
- Olmaz olur mu? TRT için “Aramızda Müzik Var” adında çok özel bir müzik programı çekiyoruz. Dünyaya kendini kabul ettirmiş müzisyenlerle önce düet yapıyoruz, sonra da canlı canlı sohbet ediyoruz. Bir yandan da dünyayı geziyoruz. Bayağı fantastik bir iş...
* Yiyip içtiklerin senin olsun, bize gördüklerini anlat abi o zaman...
- (Gülüyor) Valla en son İtalya’ya Al Bano röportajı için gittim. Ondan önce Los Angeles’ta Jermaine Jackson, Belgrad’da Goran Bregoviç, Atina’da Haris Alexiou ve Paris’te Enrico Macias ile buluştuk. Londra’da da Peter Gabriel ve Jools Holland ile bir araya geldik. Çekimler tüm hızıyla devam ediyor.
* Kapris yapanlar çıkmıyor mu peki? Saydığın isimler de senin gibi efsaneler. Bir de sen üzerine asabisin, ters bir durum olmasın...
- Vizyonu olan, önyargısı olmayan hiç kimse “hayır” demiyor. Ayrıca çok samimi ve bu duyguyu seyircisine geçiren bir program oldu. Altyazılı olacağı için, çevirmen olmadan ben direkt konuklarla iletişime geçiyorum. Bu da hem izleyiciye, hem misafirime sıcak geliyor. Ayrıca asabi olduğum konusuna da bir açıklama getirmek isterim.
* Tabii buyur abi dükkan senin...
- Süreklilik göstermese de asabi olduğum anlar var, çünkü yıllarca insanları kırmamak için çok fazla çaba gösterdim. Bir de üzerine etrafımdaki olumsuzluklardan, cahil cesaretinden, vurdumduymazlıktan, kabalıktan nasibimi alınca dayanamayıp sinirleniyorum. Haksız mıyım sence?
* Tamam abi anladık “mazeretin var, asabisin sen”!
- (Gülüyor) Ben en iyisi projelerimi anlatmaya devam edeyim. Dünyayı gezmem dışında, yakın zamanda bir de jüri üyeliğim olacak. En bombası da bir filmde rol almam.
TİP DEĞİŞTİRMEM İÇİN KIL POPÜLASYONUMU ARTIRDILAR
* Evet abi ben de tam onu soracaktım. Gazetelerde çıkıp olay yaratan o peruklu fotoğraf filmden değil mi?
- Flört diye çok sevdiğim, iyi de müzik yapan bir rock topluluğu var. Onların mayısta vizyona girecek olan filmlerinde oynuyorum. Meşhur olmak için banka soymaya karar veriyorlar, o bankanın müdürü de bendenizim. Tip değiştireyim diye kıl popülasyonumu artırınca da ortaya o fotoğrafta gördüğün gibi bir sonuç çıktı (kahkahalar).
* Valla ağır abi olduğun için seni perukla görünce şaşırmadım desem yalan olur.
- Bırak seni ben bile şaşırdım. Tabii Fuat Güner Project gibi bir iş yapan adama bunları takarsan, ister istemez oynayan da tuhaflaşır, izleyen de (gülüyor).
* “Fuat Güner Project” nasıl bir “project” peki?
- Her şey daha fazla müzik yapma arzusuyla başladı. “Ele Güne Karşı”, “Sakın Gelme”, “Yalnızlık Ömür Boyu” gibi hit olmuş bestelerimi ve solo albümlerimdeki bazı parçaları seslendiriyorum. Diğer yandan da Sting’den Eric Clapton’a, Bryan Adams’dan Queen’e kadar birçok kişinin en bilinmeyen şarkılarından bir repertuvar hazırladık.
* Hep eskilerden saydın, yok mu son dönemde seni heyecanlandıran birileri?
- İnan ki yok denecek kadar az! Son dönemde müzik tam bir salata oldu. 90’lardan sonra melodi öldü, ritm öne çıktı. Mesela bazı rap parçaları var, adam Türkçe şarkı yapıyor ama sözleri dinleyince hiçbir şey anlaşılmıyor.
* Ama rap’i de seven büyük bir kitle var... Sen hoşlanmıyorsun diye müzikten saymayacak mıyız yani onu?
- Ben sevmiyorum demedim ama kötü yapılanları var... Müzik biraz üst bir duygu gerektiyor. Belli kalıplara sokulup sadece onun üzerinden üretilsin demiyorum ama emek verilerek bir şeyler yapılsın. Öyle olmayınca sinirleniyorum işte...
* Aman abi asabiyete bağlamadan, gel istersen beğendiğin gençler sayesinde keşfettiklerini konuşalım...
- İzzetciğim ukalalıksa ukalalık, 40 yıla dayanarak bunu çok açıkça söylüyorum. Benim müzikte keşfedeceğim yeni bir şey yok. Müziğin her kulvarıyla uğraşıyorum. Müziği öğretiyorum, MSM’de müzik bölümü başkanıyım. Ama unutma daima öğrenecek bir şeyler de var.
* Saygılar abi...
- Eyvallah (kahkahalar).
Paylaş