Paylaş
Muhtemelen benim manyak olduğumu düşündüğü için de bir daha görüşmedik, ta ki bu röportaja kadar... Bu adamı arkadaşım sanmamın asıl nedenini muhabbetimiz sırasında tekrar anladım. O kadar samimi, komik ve içten ki başka bir ihtimal düşünülemez bile... Ata’yla yeni filmi “Niyazi Gül Dörtnala”dan tutun da pavyona düşmesine kadar aklımıza gelen her şeyi konuştuk. Siz de buyrun bu bol kahkahalı muhabbetimize...
* Nedense ben senin hep ana kuzusu olduğunu düşünmüşümdür...
- Yok be abi benden olsa olsa ana koyunu olur (kahkahalar). Şaka bir yana bizi annem büyüttü. Aramızda sadece 18 yaş olduğu için ablam, hatta yakın arkadaşım gibi görüyorum onu...
* Çocukken de ‘tek başına dev kadro’ olarak mı geziyordun ortalıkta?
- Bildiğin Herkül’ün oğlu gibiydim! Herkül beni camdan attı, çocuk oturdu kımız içti, iki tane yılan vardı diye başlayabilirim hikayeme (kahkahalar)...
* Hoppala Herkül de nereden çıktı şimdi?
- Tam bir tosun olarak dünyaya gelmişim de ondan... 6,5 kilo doğmuşum abi, düşünsene doktorun beni eline ilk aldığı andaki şaşkınlığını. Adam popoya vuruyor vuruyor, çocuk tınlamıyor bile!
* “Star olunmaz, doğulur” diyorsun...
- Aynen öyle! Tabii tosun olmanın eğlenceli olmayan yanları da var. Akademik olarak konuşamam ama bildiğim kadarıyla diyabet başta olmak üzere hayatları boyunca birçok hastalıktan muzdarip oluyorlar. Çok şükür ki bende öyle bir sorun yok! Röportaja bir tarafımı kaşıyarak devam ediyorum (kahkahalar).
* Aman nazar değmesin... Bu filinta hallerin yeni filminin imaj çalışması için mi?
- Yok, yaz albümümün çıkış parçasına havuz başında çekeceğim klip için formuma dikkat ettim (gülüyor). Kilolarım fazla olunca belim ve dizlerim alarm vermeye başladı. O yüzden de 20 kilo verdim.
İÇİNE KAPANIK ÇOK ARKADAŞI OLMAYAN BİR ÇOCUKTUM
* Çocukluğunda da böyle ‘fırlama’ mıydın?
- Tam tersine içine kapanık, çok arkadaşı olmayan bir çocuktum. İnsanlarla yakınlık kurma konusunda ciddi sıkıntılarım vardı. Küçük dünyasında, kendi yağıyla kavrulan bir tiptim aslında. Ama bugün yarattığım karakterlere esin kaynağı olan arkadaşlarım vardı.
* İçine kapanıklığını havalı arkadaşlarla mı örtbas ediyordun?
- Fiyakalı arkadaşlarım vardı ama ben normal değildim ki, onlar olsun. Özellikle lise yıllarım inanılmaz komik geçti. Mesela bir gece bir baktım pavyona düşmüşüm (kahkahalar)...
* O günden sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmadı değil mi?
- Ya makarayı bırak da dinle! Beni konservatuvara hazırlayan bir hocam vardı. Bir akşam arayıp “Oğlum udu evde unutmuşum, alıp pavyona getirsene” dedi. Ben de aleti kaptığım gibi soluğu mekanda aldım. Kapısından girdiğim andan itibaren çok renkli bir dünyayla karşılaşmıştım.
BU İŞLERE PAVYONDA GETİR GÖTÜR İŞLERİYLE BAŞLADIM
* Ata Harikalar Diyarı’nda...
- Aynen o kadar fantastik gelmişti bana. Sonraları ara ara uğrayıp o pavyonda getir götür işleri yapmaya başladım, devamı da geldi zaten...
* Peki evdekiler bu über fantastik kariyer seçimine ne tepki verdi?
- Yavrum biz sana müzik yapma demiyoruz, hobi olarak yine yap dediler (gülüyor). Ama asıl büyük yıkımı fabrikatör dayım yaşadı. Çünkü tek hayali okulumu bitirdikten sonra onun işini devralmamdı. Ben konservatuvarı kazanınca bu hayallerinin suya düştüğünü anlayıp, “Ne yani çalgıcı mı olacaksın?” diye karşı çıktı.
* Yeşilçam filmi gibi maşallah…
- Aynen! Sait Faik’in romanlarındaki çocuk kahramanlara benzer bir ilk gençliğim oldu. İzlediğimiz tüm o filmlerdeki replikler, maalesef hayatın bir yerinde karşımıza çıkıyor. Nasıl geçti habersiiiiz o güzeliiim yıllarııııımmmm (Hicaz makamıyla giriyor şarkıya)...
SESİMİN GÜZELLİĞİ HAFIZ HACI DEDEMDEN BANA MİRAS
* Musiki sevdan nasıl başladı?
- Teyzem, sesi Gönül Akkor ile Esengül arası çok yetenekli bir kadındı. Rahmetli hacı dedem ise hafızdı, kadife gibi sesi vardı. Herhalde onlardan geçti bana da bu yetenek.
* Sesinin güzelliğini milyonlarca genç gibi sen de banyoda mı keşfettin?
- Hayır dolmuşlarda! Bursa’nın o eski Chevrolet dolmuşlarında gide gele “Ateş-i sûzân-ı firkat yaktı cism ü cânımı” şarkısını ezberlemiştim. Yol boyu bağıra çağıra söylerdim. Mahalle berberimiz Mümin Abi, boş zamanlarında düğünlere gider bağlama çalardı. Ben de peşine takılırdım hep. Sayesinde klavye çalmayı, şarkı söylemeyi, hepsinden önemlisi sesimi doğru kullanmayı öğrendim.
* Gerçekten mahalle berberiyle takılacak kadar yalnız bir çocukluk mu geçirdin?
- Anlatıyorum da, anlamıyorsun ki... İşin özü şu; şişkolar hep sorunludur. Bir de üstüne annem ve babam küçük yaşta ayrılınca, benim için o yıllar daha da zor geçti. Şahane bir çocukluk geçirdim diyemem ama harika anılarım oldu...
* Gerçek mi bunlar yoksa benimle dalga mı geçiyorsun?
- Estağfurullah abi! Mudanya’da bir yazlığımız vardı. Mayıstan ağustosa kadar dört ay boyunca denizin içinde yaşayıp, başka bir adama dönüşüyordum. Köydeki çocuklar en yakın arkadaşımdı. Midye çıkarıp sapanla kuş avlar, zıpkınla balık yakalardık. Ne günlerdi be!
* Ne havada kuş bırakmışsın, ne denizde balık desene...
- Aklım başıma gelince yaptıklarımın yanlış olduğunu fark edip, veteriner olma hayalleri kurmaya başladım. Hayvanları tedavi edip, iyileştirmeyle ilgili büyük bir arzu oluştu içimde. Buna vicdan obsesyonu deniyor. Bu ruh hali yıllar sonra bana Niyazi Gül karakterini kazandırdı.
KUŞLARIN KANADI NASIL TEDAVİ EDİLİR, İYİ BİLİRİM
* Aman Ata, Niyazi Gül gibi dörtnala gitme!
- 72 doğumluyum, benim çocukluğumda gerçekten Bursa lakabı gibi yemyeşildi. Her evin çatısında güvercin beslenirdi. Dayımla kuş uçurur, fabrikanın bahçesindeki köpeklerle içli dışlı yaşardım. Tek derdim evdekilerden, haddinden fazla hayvan besleme vizesi alabilmekti.
* Çıktı mı bari o vize?
- Çıktı çıktı! Bir oda dolusu kanaryamız, bir sürü köpeğimiz vardı. Kuşların kanadı nasıl tedavi edilir, astımları nasıl geçirilir hepsini çok iyi bilirim.
* Bir Niyazi Gül’lük var yani serde...
- Olmaz olur mu! Bu söylediklerimi ancak kuşbazlar bilir. Veterinerlerin daha büyük kanatlılarla ilgili kesin çözümleri vardır ama ötücü kuşun gerçekten neyi olduğunu, neden ötmediğini bilmek için kuşbazlık gerekir.
* Yani kuşlara aşık olma hali, değil mi?
- Hatta daha da ötesi, gözlerinin sürekli gökyüzünde bir kuş araması! İşte bende de tam olarak bu var...
* Teşhis konulmuş, peki ya tedavisi?
- Bu durumun bir çözümü yok. Ölene kadar da devam edecek. İnternet fenomeni Arnavut Şevket’i bilir misin?
* Çipetpetçi abi mi?
- Ta kendisi! Bir gün ondan kuş almaya gittiğimde, yanıma biri yanaşıp “Süleyman Abi seni çağırıyor” dedi. Kendisi Türkiye’nin en büyük jokeylerindendir. Yanına gidince “Hayırdır abi?” diye sordum. “Kuş almak için buralara gelme aslanım, senin ilacın bende” dedi.
İÇİMDEKİ ÇOCUĞUN ÖLMESİNE ASLA İZİN VERMEDİM
* Neymiş o ilaç, ben de merak ettim?
- Ne olacak bir oda dolusu saka! Süleyman Abi’nin Zeytinburnu’ndaki kuşhanesine gittik, binlerce saka var. “Abi niye bu kadar çok kuşun var?” diye sordum. “Hepsinin ötüşü farklı ama ben onların içindeki Zeki Müren’i arıyorum” dedi. Düşünsene içinden sadece bir tanesi seçiyor, onu alıp diğerlerini salıyor...
* Bunlar çocukluğuna duyduğun özlemden kaynaklanıyor olabilir mi?
- Haklısın ama ben içimdeki çocuğun ölmesine asla izin vermedim. Marmara Denizi öldü, Altıntaş yok oldu ama ben, çocukluğumdaki huzuru bana verecek yerleri aramaya devam ettim.
* Robinson Cruise misali...
- Aynen! Sonunda da Kuzey Ege’yi keşfettim. 28 yıldır çantamı topladığım gibi soluğu Assos ve Bozcaada’da alırım.
* Seni Ege kıyılarından İstanbul’un keşmekeşine geri alalım. Yolun bu taşı toprağı altın şehre nasıl düştü peki?
- Konservatuvar sınavını kanuncu olarak kazanıp geldim buralara. Ama iyi ki de gelmişim, çünkü sonunda okulda bana benzeyen insanları buldum. Grup Vitamin’den rahmetli Gökhan ve Emrah’ın ekibine yamandım hemen.
* Tuttu mu bari yama?
- Hem de nasıl! 92 yılında Gökhan “Ya oğlum bize yaptığın komiklikleri bir barda anlatsan köşeyi dönersin” dedi. Nasıl olacak o diye düşünürken kendimi Bakırköy’de bir barda sahne alırken buldum. Şarkı aralarında 5-10 dakika espriler patlatıyordum. Ama insanların şarkıları dinlemekten çok, esprilere güldüğünü görünce komedi yapmaya karar verdim.
* Arz var da, peki ya talep ne durumdaydı?
- İmdadıma Assos’ta bir otelde müdürlük yapan eniştem yetişti; “Atla buraya gel, hem tatil yapar hem de sahneye çıkıp harçlığını çıkarırsın” dedi.
* Kader ağlarını örmeye başlamış...
- Gerçekten öyle! Assos’ta sahne aldığım bara bir gece Dormen Tiyatrosu oyuncuları geldi. Onları görünce iyice coştum, hem çaldım, hem de esprileri gazladım. Tahmin edebileceğin gibi, o gece bir yıldız doğdu (kahkahalar).
* Dört ayak üzerine düşmüşsün yine...
- Şaka bir yana şansım harbi yaver gitti, bunu inkar edemem. Rahmetli Çetin Akça, “Tam senlik bir rol var. Sahneye Komik Para diye bir oyun koyuyorum. Gelir misin?” deyince bir saniye bile düşünmedim. Ardından Metin Serezli’yle beni turneye gönderdiler. Ufak bir rol sayesinde 35 gün boyunca hiç durmadan Türkiye’yi turladım. Zaten o dönem ilk stand-up şovumun altyapısını oluşturdu.
ÇOCUKKEN KÜÇÜK CEYLAN’A AŞIKTIM
* Niyazi Gül’ü izlerken gülmekten yerlere yattım.
Bu kadar komik olması, karakterin sana benzerliğiyle doğru orantılı mı?
- Biraz iri bir cümle olacak ama evet doğru! Yaratıcısının, yarattığı parçalarla kurduğu ilişkisi senaryolarda çok önemli... Niyazi Gül’ün hayvanlara olan tutkusu bana birebir benziyor. Bu durum benden karaktere geçmiş. Ama filmdeki adamın bana hiç benzemeyen bin tane de huyu var.
* Canlandırdığın karakterlere bakınca duygusal tarafının ağır bastığını hemen fark ediliyor. Platonik bir adam mısın?
- Tabii ki! Mesela çocukken Küçük Ceylan’a aşıktım ve o bunu bilmiyordu (kahkahalar). En yakın arkadaşım Süleyman’la konserine bile gitmiştik. Ceylan sahnedeyken, bir an bana baktı gibime geldi. Salaklığa bak, o kadar ışığın, insanın arasında beni nereden görecekse! Ama o zamanlar ben bana baktığına inandım. Hatta çıkışta bunu Süleyman’a anlattım. O da “Hayır sana değil bana baktı oğlum” demez mi! Bu konu yüzünden bayağı kavga ettik (gülüyor).
* Tek platonik aşkın Küçük Ceylan mıydı?
- Yok canım. Melike Zobu, Hülya Koçyiğit, Türkan Şoray başkadır benim için. Melina Mercouri ve Irene Papas da hasta olduğum isimlerdi. Ne zaman Atina’ya gitsem Melina Mercouri’nin kafesinde alırım soluğu. Kadın göçmüş gitmiş ama ruhu hâlâ orada. Bizde neden bir Türkan Şoray, Zeki Müren kafe yok hiç anlamıyorum.
* Hazır Zeki Müren demişken, arkadaşlarınla bir çilingir sofrasına oturduğunda elin ilk hangi şarkıya gider çok merak ettim.
- Çağırırız seni de bir gece abi ayıp ettin. Repertuvar Muazzez Abacı’nın “Yasemin”iyle başlar, ardından Zeki Müren’in “Sensiz Saadet Neymiş”ini çakarım. Derken Bülent Ersoy’un “Olanlar Oldu Geçti”siyle devam ederim. Gece Serkan Çağrı’nın klarnetiyle biter. Sabaha karşı da beni toplamaları için birilerini çağırırım (gülüyor).
BKM’YE “TEK KONSER VERİRİM” ŞARTI
* Hayatında müzik bu kadar önemli bir yer kaplarken neden sadece tek konser verdin?
- Albüm çıktıktan sonra BKM’den “Bu albümün konseri de olmalı” diye bir istek gelince “Tek konser veririm, kabul ediyorsanız yapalım” dedim.
* Sanatçı kaprisinde bir dünya markası olmuşsun...
- Kapris değil abi, konser vermek apayrı bir sorumluluk. Tek başına şov yapmaya benzemez ki... Arkanda Taşkın Sabah ve 40 tane önemli müzisyen var. Bir hata yaptın mı sadece sen değil, herkes batar. O yüzden konsere adam gibi çalıştım, aralara da şakalar yazdım.
* Konservatuvar yıllarına döndün yani?
- O yılların Şampiyonlar Ligi versiyonuna döndüm (gülüyor). Afedersiniz efendim (Bülent Ersoy taklidi yapıyor). Güzel ve unutulmayacak bir gece oldu. Bir gün alaturka, alafranga, arabesk, rembetico ve Goran Bregovic şarkılarından oluşan, komedili, müzikli bir şov planlıyorum. O tek konser de işte bu şovun temelini oluşturdu.
“BEN ÇOK DELİYİM” DİYENLERE TAHAMMÜLÜM YOK
* Çok fazla adamı bir bünyede barındırıyorsun... Bu sende kişilik bölünmesi yaratmıyor mu?
- Valla hayvan olsam ahtapot olurdum abi (kahkahalar). Seni tenzih ederim de; insanları erdemleriyle değerlendirirken negatif anlamda bir tabir kullanılacaksa uyumsuz biri derler. Oysa ben mükemmel uyum gösteren bir adamım. Ege’de bir teknede benimle karşılaşırsan Bodrum şivesiyle konuştuğumu, üstümün başımın salaş olduğunu görebilirsin. Bu uyuma neden kişilik bölünmesi diyorlar, anlamıyorlar.
* Ee anlat da anlayalım...
- Acaba dozunu mu kaçırıyorum diyorum kendi kendime... Mesela Keşan yoluna giriyoruz, bir anda benim bakışlarım halim tavrım değişmeye başlıyor (gülüyor). Ama bunu gerçekten isteyerek yapmıyorum. Aa unutmadan bir de kendine “Ben çok deliyim” diyenlere tahammülüm yok. Bir insanın deli olup olmadığına kendisi karar veremez ki... Biri “çok deliyim” derse ben de ona takibe takip derim arkadaş (kahkahalar). Hayat bu kadar basit işte, çok da ciddiye almamak lazım.
* Çok da ciddiye almamak lazım diyenler de ‘takibe takip’çiler gibi değil mi?
- Senin bahsettiğin ‘anı yaşa’ diye bir laf tutturup buna inananlar... Adamın basuru var, hadi kolaysa yaşasın bakalım anını! Ya da dişi ağrıyor ama anı yaşaması lazım... Böyle saçma bakış açısı mı olur ya?
BEN AŞKTA İLK GÖRÜŞTE ÇARPILAN TÜRDENİM
* Konuyu tekrar aşka getireceğim...
- Tabii, konuşalım.
* Aşk deyince uzaklara daldın...
- Çünkü birden fazla hali olduğunu düşünüyorum aşkın. Biyolojik bir vaka. Ama dayanıklılığı kişiye göre değişiyor. Kimi o biyolojiyi uzun bir süre taşırken, kimi bir süre sonra onun altında kalıyor.
* Peki sen aşkın hangi halini yaşıyorsun?
- Şu an single! Otel rezervasyonu tek yataklı, ucuz olanından...
* Makaraya vurup konuyu değiştirme...
- Tamam o zaman, çok samimi bir şey söyleyeyim mi sana? Aşk benim için birini arzulamaktır. Görürsün ve Allah’ım ne kadar acayip, nasıl heyecanlandım dersin.
* Arzulamak biraz müstehcen oldu sanki...
- Çünkü ben doğal döngüye inananlardanım. Biriyle kavga etmek de, birine aşık olmak da aynı paletin renkleri. Keşke başkaları gibi “Ben onun zekasını sevdim” minvalinde cümleler kurabilsem. Ama benim için aşk gerçekten bakmak ve çarpılmaktır. “Şu kadar yıllık arkadaştık, sonra birbirimize aşık olduk” gibi bir durum da hiç olmadı benim hayatımda.
* O niyeti bozmak oluyor zaten...
- Belki alkol gibi yabancı maddeler bu durumu bozdurabilir ama ertesi gün de “Biz hata yaptık” denir herhalde. Ben hiç yaşamadığım için bilmiyorum.
* Aşkta hiç hata yapmadım mı diyorsun?
- Hayır, arkadaşlarımla öyle şeyler yapmaya çalışmadım diyorum. Çarpıtmayalım, ben ilk görüşte çarpılan türdenim (kahkahalar).
LEMAN KÜLTÜR’DE KİBARCA KAPIYI GÖSTERDİLER
* Okula ne oldu bu arada?
- Ne olacak, yalan oldu (kahkahalar). Sonra da Uğur Yücel’in genç komedyenler aradığını duyunca kalkıp gittim. Sağ olsun sevdi beni, Talimhane’deki Eski Yeşil’in sahnesine çağırdı. Zülfü Livaneli’nin karşısında 3-5 dakikalık bir gösteri yaptım. O gazla da okulu bırakmaya karar verdim.
* Aman dikkat, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma!
- Az kaldı oluyordum valla... Barlarda kaydettiğim amatör görüntüleri Leman Kültür’e götürdüm. Üç ay boyunca gittim geldim, sonunda bana “Cem Yılmaz’dan sonra burada kimse tutunamadı. Seni boşuna bekletip, hayal kırıklığına uğratmayalım” deyip kibarca kapıyı gösterdiler.
* Tam bir ‘Fakir ama gururlu’ genç profili...
- Ve hayalleri yıkılan genç kapıdan çıkarken arkasına bile bakmaz (kahkahalar). Boynu bükük bir şekilde evin yolunu tuttum. Ama o gece Leman’dan telefon geldi; “Seni destekleme kararı aldık. 23 Şubat 1998 akşamı sahneye çıkacaksın” dediler.
* Ne bu sayı takıntın? Gün, ay, yıl hepsini saydın maşallah!
- Bazı sayılar gizemlidir. Bu rakamı aklında tut, çünkü daha işimiz bitmedi onunla. Neyse ben gidip yaptım gösteriyi, fotoğraflarımı çekip dergiye bastılar. İlk profesyonel gösterim orada başlamış oldu. Ve 1,5 yıl hiç aralıksız da devam etti.
KİLOLU OLUNCA ŞÖHRET BASAMAKLARI YAVAŞ ÇIKILIYOR
* Ata şöhret basamaklarını birer birer çıkmaya başlar...
- Tabii ama kilolu olunca biraz yavaş çıkılıyor (kahkahalar). Aslında hayatım askerden gelip, cebimde bir lira bile olmadığı günlerde Ekrem Çatay’dan gelen “Beyaz, Star TV’den ayrılacak. Yerine birini arıyoruz” telefonuyla değişti.
* Sen de zaten öyle bir pas bekliyordun...
- Hep ceza sahasında dolaşacaksın. İyi orta mutlaka gelir, akıllı olup kafayı vuracaksın ve top ağlarda! Hemen Ekrem Bey’le görüşmeye gittim. “Bize bir bant hazırla” dedi. Ben “Değişik oyuncular bulup, adını da Korsan TV yapalım” diye önerince, “Hayır rollerin hepsini sen canlandıracaksın” cevabıyla karşılaştım.
* Ekrem Bey ucuza kaçmış sanki?
- Hayır abi, adam yaratıcılığını konuşturdu. Düşünsene, bir sürü karakter var ve hepsini ben canlandıracağım. Bu yüzden Korsan TV’nin gerçek mimarı odur.
* Her şey iyi hoş da, şu sihirli sayı hadisesini aklımda tutacağım diye anlattıklarına konsantre olamıyorum...
- Dur dur, geliyorum oraya da! “Eyyvah Eyvah”ın senaryosunu yazdım, film çekildi ve gala yapılacak... Hazırlıklar bitti, heyecandan ölmek üzereyken davetiyenin üzerindeki tarihi fark ettim. 23 Şubat! Hayatımın en acayip iki gecesinin de 23 Şubat’a denk gelmesi asla tesadüf olamaz. Zaten bundan sonra da o tarihte sokağa çıkmayacağım, farklı şeyler olabilir (kahkahalar).
* Aman Ata tek korkun bu olsun! Stand-up yaparken sahnede far görmüş tavşan gibi kalmaktan korkmadın mı hiç?
- Ben kendi repertuvarımı canlandıramamaktan, şarkıyı iyi söyleyememekten korkarım sadece. İnsandan korkmam, çünkü benim oyunlarım seyirciye açık gibi görünse de aslında kapalıdır. Anlayacağın interaktif bir durum yok.
* Gerçekten ciddi yetenek gerektiren bir şey bu...
- Gel buna Tanrı’nın verdiği yeteneği çalışarak kullanma becerisi diyelim. Çalışma, özveri, disiplin aslında bunların hepsi sana sunulmuş anahtarlar. Önemli olan anahtarları doğru kullanabilmek. Kullanmazsan o kapının sapı...
* “O kapının sapı” hiç seni ziyaret etti mi?
- Aman Allah korusun diyeyim abi (gülüyor). Ne yalan söyleyeyim “Avrupa Yakası”ndayken bir ara dengem bozulmuştu. Şöhreti kaldıramadım. Yiyip içip, pervasız bir döneme batmıştım.
* İlk sinyal kilolarından mı geldi?
- Evet ama asıl tehlike ukala bir adama dönüşmüş olmamdı. Herkesin beni röntgenlediği hissine kapılıp, canavarlaşmıştım. O kadar ki, çay içerken bile biri beni izliyor diye bardağı başka türlü tutmaya başlamıştım.
SİNEMAYA ARİF SAĞ SAYESİNDE BAŞLADIM
* Bir bünyeden bu kadar karakter çıkarırken zorlanmıyor musun?
- Hayır, çünkü o yaratım sürecinde aslında başka bir düğmeye basıp, o kişinin mizacıyla yazıyorsun. Yüksek bir empati yapıp, onu yaşıyorsun. Ama bu yeteneğin acısını da çok çektim.
* Yoksa empati yapa yapa sana kimsenin empati yapmadığını mı fark ettin?
- Öyle de denebilir. Mesela hayvanlara eziyet sahnelerinin bir saniyesini bile izleyemem, yoksa günlerce rüyama girer. Dediğim gibi ağır bir vicdan obsesyonum var. Yaşlı bir kadına bağıran adam gördüğüm zaman o kadının neler hissedebileceği konusunda diğer insanlara göre daha fazla etkileniyorum. Bu da doğal olarak beni yıpratıyor.
* Seni yıpratanlar arasında Arif Sağ da var değil mi?
- O benim canım abimdir yahu. Sayesinde sinemaya başladım. Bak bu hikaye de bayağı güzeldir. Bir gece Bozcaada’da karşılaştık Arif Abi’yle... O zamanlar “Acaba film mi yazsam” diye düşünüyordum. Tam olarak kendimi yansıtabilmem için bir şeylerin altına kalem olarak da girmem gerekiyordu. Arif Abi bu konuda bana feci bir gaz verdi, hatta resmen fırçaladı...
* Ne dedi ki bu kadar seni etkiledi?
- Valla tam olarak ne dediğini hatırlamıyorum ama “Millet parsayı götürdü, sen ne oturuyorsun? Boşa vakit geçiriyorsun, bir şey yazsana” minvalindeydi söyledikleri... Bazen dışarıdan bir gözün bakıp, sana yön vermesi gerekebilir. Çünkü etrafımızdaki insanları kendi auramızla etkileyip, bize karşı objektif olmalarını engelleyebiliyoruz. Zaman zaman dışarıdan yabancı bir uyarı çok etkili olabiliyor.
NİYAZİ GÜL’Ü İHMAL ETMİŞTİM
* Ne oldu da yıllar sonra piyango Niyazi Gül’e vurdu?
- Niyazi Gül, kariyerimin en önemli tiplemelerinden biriydi. Korsan TV’yi de o ayakta tutuyordu. 20 senedir onu ihmal ettiğimi fark edince filmini yapmaya karar verdim.
* Gişe takıntın var mı?
- Çok seyredilsin tabii ki isterim, kim istemez ki? Takıntı değil ama başka filmler yapabilmek için belirli bir barajın üzerine çıkmasını arzu ederim.
* Gişe takıntın yok ama kesin Demet Akbağ takıntın büyük! Neden her filmde o var?
- Bir kere onu gerçekten çok seviyorum ve Türkiye’nin en komik kadın oyuncusu olduğunu düşünüyorum. Öte yandan bir senarist için, yazdığının kötü oynanması kadar üzücü bir şey yok. Düşünsene çocuğunu teslim ediyorsun ama bakamıyorlar. Daha önce çok yaşadım bunu. Fakat Demet Abla çocuğu bırak kreşe götürmeyi, damat olana kadar elinden tutar (kahkahalar). Bir de komik bir sahne buldu mu, yok şöyle görünmeyeyim, böyle yapmayayım tribine girmeden hemen oynar. Bu durum bir onda, bir de Sezen Aksu’da da var.
* Hayırdır, Sezen ne iş?
- Yıllar önce bir Sevgililer Günü’nde Sezen’le konser verecektik. Aklıma, Sezen Aksu’yla bir buzdolabı kutusunun içine girip tango yapma fikri geldi. Dans bitince kutuyu açacaklar ve biz çıkacağız. Kurgumu anlatınca “Ben Sezen Aksu’yum ne işim var kutunun içinde?” demedi. Bir saniye bile düşünmeden “Tamam, yapalım” cevabını verdi.
Tam Ata’yla sohbetin sonuna gelmiştik ki, içeri bütün ihtişamıyla Demet Akbağ girdi. Peki o yeni filmleri “Niyazi Gül Dörtnala” için neler anlattı? Arkası yarın...
Paylaş