Paylaş
Eğlence ve keşmekeşin kalbi İstiklal Caddesi’nde, Beyoğlu kültür mozaiğinin vazgeçilmez bir parçası St. Antuan Bazilikası... Müslüman ziyaretçi sayısının Hıristiyanlar’dan fazla olduğu bu kilisenin tarihi 13. yüzyılın başlarına dayanıyor. 1221’de İstanbul’a yerleşen Fransisken rahipler, 1230’lu yılların başında kurucuları Assisili Aziz Fransua’nın şerefine Galata’da bir kilise inşa ederler. Hatta o zamanlar bu anıtsal tapınağa ‘Latinler’in Ayasofya’sı’ dendiği bile söylenir.
BİR ÖNCEKİ BİNA TRAMVAY YOLU İÇİN YIKILMIŞ
1639 ve 1660’da çıkan yangınların ardından iki kere yeniden inşa edilen Aziz Fransua, 1696’da bir kez daha etrafını çevreleyen alevlerden mucizevi şekilde kurtulur. Fakat bu sefer de annesinin baskısıyla II. Mustafa tarafından camiye dönüştürülür. Ardından da Aziz Antuan adına Pera’da başka bir kilise yapılır.
180 yıl ayakta kalan Aziz Antuan ise 1904’te tramvay yolu yapılabilmesi için yıkılınca, rahipler yeni bir yer aramaya koyulur. Ve sonunda Beyoğlu’nun ilk betonarme yapısı olma özelliğini taşıyan St. Antuan Bazilikası bugünkü ‘ikametgahındaki’ yerini alır.
DÜNYANIN EN GENÇ BAŞRAHİBİ İSTANBUL’DA
Kilisenin mimarları olarak Edoardo de Nari ve Taksim’deki Cumhuriyet Anıtı’nın tasarımını yapan Giulio Mongeri seçilir.
İçinizden “İzzet sen de iyice Saffet Emre Tonguç’a bağladın” dediğinizi duyar gibiyim.
Efendim bu bilgileri sizlerle paylaşmamın sebebi, geçtiğimiz günlerde St. Antuan’ın başrahibi P. Julian Pista ile tanışmış olmam.
Sayın Pista ile çok keyifli bir muhabbet yaptık. Kendisi Vatikan’ın şimdiye kadar böylesine önemli bir konuma getirdiği en genç rahip.
Henüz 33 yaşında, çok iyi Türkçe konuşuyor ve “Ancak kardinal olursam bu şehirden ayrılırım” diyecek kadar tutkulu bir İstanbul aşığı.
Haydi buyrun siz de katılın sohbetimize...
* Çok genç değil misiniz başrahip olmak için?
- Beş yıl önce bu göreve başladığımda henüz 28’imdeydim. Cemaatimizin 1800 yıllık tarihinde ilk defa benim kadar genç biri başrahip oldu. Normalde en az 35 veya üzeri bir yaşta olmak lazım.
* Siz nasıl başardınız peki bunu?
- Benim özellikle yaptığım bir şey yok. Cemaatimizin ileri gelenlerinden 25 kişinin verdiği oylar arasında en fazla benim ismim çıkmış. Kilisede öyle siyasi partilerdeki gibi aday olup ‘başkanlık yarışına’ girmek diye bir şey söz konusu değil.
* St. Antuan Müslümanlar, Museviler ve Katolik olmayan diğer mezheplerden Hıristiyanlar için de önemli bir kilise. Nedir buranın her dinden insanı çekmesinin altında yatan sebep?
- Bütün dinlerin ortak noktası sevgi, barış ve Allah korkusu değil mi zaten? O halde aynı yerde hepsinin buluşmasında ne sakınca olabilir ki?
* Bir de ‘mucize’ bekleyen ziyaretçileriniz var...
- Eh onlarla da sık sık karşılaşıyoruz. Geçenlerde eline bir kızın fotoğrafını alıp taa Erzurum’dan buraya gelmiş genç bir delikanlı çıktı karşıma. Fotoğrafı gösterip “Bir şeyler yap, bu kız bana aşık olsun, bağlansın” diye yalvarıyor. Ben “Olmaz” dedikçe, diretti durdu. En sonunda “Sana şu kapıdan çıktıktan sonra bütün kızların aşık olması için dua edeceğim kardeşim” dedim.
* Kızlar aşık oldu mu peki?
- (Gülüyor) Olabilir de, olmayabilir de. Bizim tek yapabileceğimiz Allah’a dua etmek. Bebeği olmayanlar, kayıp eşyalarını bulmak isteyenler, sağlık sorunu olanlar çok çalıyor kapımızı. Fakat dediğim gibi, elimizden tek gelen dertlerini dinlemek ve onlar için dua etmek.
OSMANLI ZAMANINDA KİLİSELER CADDEYE CEPHELİ OLAMAZDI
* Kapıyı çaldık ve siz açtınız, kiliseye girerken de öyle dikkat çeken bir güvenlik görmedim. Evimin kapısını bile sizin kadar rahat açamam doğrusu, korkmuyor musunuz hiç?
- Benim öyle bir korkum yok. Ölürsem ölürüm zaten. Arkamdan annem ağlar, arkadaşlarım üzülür o kadar. Niye korkayım ki?
* Haydi siz korkmuyorsunuz, peki ya buraya gelen onca insanın güvenliği?
- Bazen cemaatten de bana aynı soruyu yöneltenler oluyor. Ben de diyorum ki “Burası Allah’ın evi, O koruyordur...” İbadet yerlerinin girişine bir sürü güvenlik görevlisi, dedektör falan diktiğin zaman bütün huzur kaçar. Bizim kapıda bir tek Faruk var, onu da itsen düşer zaten. (Gülüyor)
* Huzur aramaya gelenlerin huzurunu daha kapıdayken kaçırmıyorsunuz yani...
- Zaten İstiklal Caddesi polisle dolu. Bizim ekstra güvenliğe ihtiyacımız yok.
* Geçenlerde Papa 3. Dünya Savaşı’nın başladığını söyledi...
- Her yerde ölüm var tabii. Kabul etsek de etmesek de hepimiz savaşın içindeyiz. Mesela Avrupa, Ortadoğu’daki savaşın kendi topraklarında yaşanmadığı zannediyordu ama o durum öyle değil işte.
* Aslında biraz da ticari bir savaş bu...
- En korkunç şey ticaret zaten. Hiç kimse bunu konuşmuyor ama Türkiye-Rusya gerginliği sonucu verilen ekonomik kayıp milyarlarca dolar... Herkes birbirine diş gösteriyor. Halbuki bir taraf barışçı olsa ne kaybedecek? Mesela Kanada niye bu kadar güçlü? Çünkü dünyada yaşanan her olaya burunlarını sokmuyorlar. Ama tabii gerek Balkan ülkeleri insanları, gerekse Türkler daha ateşli. Hemen sinirleniyorlar. Buna ben de dahilim.
* Ben karşımda hiç sinirli birini görmüyorum ama...
- (Gülüyor) Bazen kendimi kontrol edemediğim anlar oluyor.
* Girişte parke taşların olduğu avlunun İsa’nın kollarının simgesi olarak inşa edildiği söyleniyor...
- Evet. Burayı yapan İtalyan mimarlar Vatikan’daki St. Pietro Meydanı’ndan ilham almışlar. Bir de tabii Osmanlı zamanındaki kanundan dolayı kiliseleri cadde üzerine yapmıyorlardı. Her zaman arkada kalmaları gerekiyordu. Türkiye’deki kiliselere bakarsan, hepsinin girişinde bir avlu veya bahçe olduğunu görebilirsin. Ama St. Antuan’ın girişi, her geleni, her arzu edeni kucaklamaya, sonsuz sevgisiyle karşılamaya hazır olan İsa Mesih’in, dünyaya açılan kollarını anımsatır.
PAPA CAMİYE GİRERKEN ‘HEPİMİZ KARDEŞİZ’ DEDİ
* Bugüne kadar gördüklerimizden çok farklı bir Papa’yla karşı karşıyayız... Sanki protokolden uzak ve insanlara daha yakın biri var karşımızda...
- Tabii ki yine bir protokol var ama Papa daha direkt hareket ediyor. Bir nevi istediğini yapıyor diyebiliriz. Geçenlerde Afrika’da tehlikeli bir bölgeye giderken korunmak için kask giymek istemeyince uçakta ‘Korkmuyor musunuz?’ diye sormuşlar. O da ‘Ben sadece sineklerden korkuyorum’ demiş.
* Siz yan yana geldiniz mi kendisiyle?
- Daha geçtiğimiz hafta Vatikan’daydım. Türkiye’ye gelişi de dahil dört beş kere çıktım karşısına.
* Üzerinizde nasıl bir etkisi oldu?
- İnanır mısın o büyüklüğünü hissettirmiyor karşısındakine. O kadar samimi ve rahat ki ‘Nasılsın? Ne yapıyorsun? Ailen nasıl?’ gibi sorularla karşılaştım bir anda.
* Türkiye hakkında bir yorumu oldu mu?
- Göçmenler konusuyla yakından ilgili. Macaristan sınırlarını kapatıp, Avrupa yardım elini uzatmakta zorlanırken, Türkiye’nin 2 milyon mülteciyi kabul etmesi onun için çok önemli. Bu konuda hassas olmayan Hıristiyan ülkelere ‘Hangi İncil’e inanıyorsun?’ diye sormak lazım. Bizim kitabımızda ‘Yakınındakini kendin gibi sev’ der. Komşun gavur da olabilir, ateist de, ama sen yine de onu kendin gibi seveceksin.
* Peki hepimiz aynı Allah’a inanmamıza rağmen niye sürekli savaş halindeyiz?
- İnsanlar dinlerinin temiz ve saf halini anlamadığı ve kendilerine göre yorumladıkları için savaşıyoruz. Halbuki anlasalar herkes Papa gibi düşünür. Afrika’da camiye girerken ‘Hepimiz kardeşiz’ demedi mi? Daha önce pek çok Papa camiye girdi ama ‘Kardeşiz’ büyük bir kelime. Kardeş kardeşle savaş yapar mı? Yapmaz ama yapıyoruz. Gerçekçi olalım aile içinde bile oluyor bunlar, mesela ben geçen pazar abimle kavga ettim. Maalesef insani duygularımız ruhaniyetin üzerine çıkıyor bazen.
MUMLARIN ANLAMI
Kilisenin yeşil parmaklıklı kapısı aralandığı andan itibaren gelen ziyaretçilerin pek çoğu içeriye girdikten sonra hemen sağ tarafta ufak bir bağış karşılığı aldıkları mumları yakıyorlar. İnanışa göre mum, dinsel bir nesneden çok özel anlamlar taşıyan ve Allah ile bir tür iletişimi sağlayan şiirsel bir araç. Allah’a adanan bu mumlar çeşitli anlamlar taşıyor.
1- Kurban: Her dinde kurban adeti vardır. Başkaca dinlerin kurbanlarında, ölen hayvan Tanrı’nın, yaşamın ve ölümün sahibi olduğunu gösterir. Aynı şekilde mum da eriyerek ve yavaş yavaş sönerek haçta ölen İsa’nın kurban olmasını hatırlatır.
2- Şükran: Hayatlarında var olan her şeyi Tanrı’nın verdiğinin bilincinde olan insanlar, müteşekkir olduklarını mum yakarak gösterirler.
3- Dilek: Tanrı’dan bir şey isterken, bu dileğin ifadesi olarak mumu inançla yakar.
4- Tövbe: Her insan günahkâr olduğu için, pişmanlık ifadesi olarak Tanrı’ya bir mum sunarak tövbe etmek için yakar.
HER SALI AZİZ ANTUAN GÜNÜ
Aziz Antuan bir salı günü gömüldüğü için merasim sırasında hastaların O’nun tabutuna dokunarak şifa bulduklarına inanılır. Ziyarete gelen Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar genellikle ekmek, zeytinyağı ve giyecekten oluşan bağışları saat 17.00’de yoksullara dağıtırlar.
İnanışa göre ‘fakirlerin ekmeği’ denilen gelenek Aziz Antuan’ın gömülü olduğu kilisenin yakınındaki su birikintisinde Tomasino adlı bir çocuğun boğulmasıyla başlar. Cesedi bulan annesi, oğlu hayata dönerse ağırlığınca ekmeği fakirlere dağıtacağına dair söz vererek Aziz Antuan’a dua eder.
Gece yarısına doğru Tomasino hayata döner bu gelenek günümüze kadar gelir.
Paylaş