Paylaş
Kocası Reza Zarrab, Türkiye’nin gündemine oturan rüşvet ve yolsuzluk operasyonu kapsamında tutuklandı. İşin bundan sonrası mahkemelerin konusu...
Magazin dünyası ise Ebru Gündeş’in yılbaşı programının iptalini ve bu gece ‘O Ses Türkiye’deki jüri koltuğuna oturup oturmayacağını tartışıyor. İşte olayın perde arkası...
Geçen hafta Acun Ilıcalı’nın Levent’teki ofisinde kritik bir toplantı yapılmış.
Toplantıya Acun Ilıcalı ve Ebru Gündeş’in dışında iletişim duayeni ve Ilıcalı’nın kadim dostu Ali Saydam da katılmış.
Konu Ebru’nun bundan sonraki sanat kariyeri...
Gündeş, Saydam’dan bu sıkıntılı süreçte nasıl davranması gerektiği konusunda destek istemiş.
Ali Saydam, “Ebru Hanım, ben sanat dünyasından kimseye parayla bu hizmeti vermiyorum. Çünkü sanatçılar arkalarında sağlam prodüksiyon şirketleri olmadığı için iletişim danışmanlığı hizmeti alamıyorlar” demiş ve şöyle devam etmiş...
“Ben ancak size dostluk yapar ve tavsiyelerde bulunurum, show must go on (Şov devam etmeli) sevgili Ebru. Senin sevenlerine karşı sorumluluğun var. Programa çıkmayarak hayranlarını cezalandırma ama çok da laylaylom olma.”
Açıkçası ben de Ali Saydam ile aynı fikirdeyim.
Bunca yıldır pek çok sanatçının en zor günlerinde perdeyi kapatmayıp şovu devam ettirdiklerine bizzat tanık oldum.
Eğer son anda bir değişik olmaz Ebru, bu gece ‘O Ses Türkiye’deki jüri koltuğunda olacak.
Profesyonel bir sanatçının yapması gereken de budur zaten...
Bir tavsiye
Engin Altan’lı ‘Bu İşte Bir Yalnızlık Var’dan zehirlenen bünyemi temizlemek İlker Ayrık’ın oynadığı ‘Kedi Özledi’ye düştü.
Zaman zaman bir sit-com tadı verse de, Hollywood’un romantik komedilerine taş çıkartan ‘Kedi Özledi’ bir festival filmi değil ama İlker Ayrık ve Algı Eke’nin doğal ve başarılı performanslarıyla çok keyifli zaman geçirebileceğiniz, eğlenceli bir iş...
Oya Aydoğan da filmin bonusu...
2014 temennileri
-Bir
20 yıldır kesintisiz “Önümüzdeki yaz kesin evleniyorum” açıklaması yapan Serdar Ortaç 2014’te muradına ersin.
-İki
Justin Bieber şürekası artık biraz büyüsün, hayatta kızacak ve sevecek başka şeyler olduğunu fark etsin. Çocuğun kendisi bile kazık kadar oldu artık...
-Üç
2014, Yılmaz Morgül’ün hiç ağlamadığı ve “ben böyleyim” diye kendini yırtmadığı bir yıl olsun inşallah.
-Dört
Yaşlandıkça güzelleşen Ajda Pekkan ve Nebahat Çehre ekolüne artık birkaç isim daha katılsın... İran-Irak savaşına dönen Bülent Ersoy-Ajda Pekkan kavgası da bitsin.
-Beş
Emniyet şeritleri gereksiz yere işgal edilmesin, Arnavutköy-Bebek sahiline Şeyda Coşkun şeridi eklensin.
-Altı
Vefa bir semt adı olarak kalmasın ve kulübüne 40 yıl emek veren Fatih Terim gibi bir hoca kulüpten çileklerle değil, çiçeklerle uğurlansın.
-Yedi
Ünlülerin çocuklarına ‘Ali bebek’, ’Veli bebek’ diye isim koyan magazinci arkadaşlarımızın kelime hazneleri biraz genişlesin...
-Sekiz
Gezi Parkı eylemlerine destek verenler ‘gezizekalı’, karşı çıkanlar ‘gerikafalı’ diye yaftalanmasın. Gözlerimize ve gönüllerimize inen perdeler kalksın.
-Dokuz
Her karşılaştığımızda “Kilo mu aldın sen?” diyenler biraz da kendi kilolarına baksın, adamın asabını bozmasın.
-On
Hiçkimse suçu kesinleşene kadar suçlu ilan edilmesin. Yatak odaları hiçbir kavgaya malzeme olmasın...
Yerli film yersiz çok
Televizyonlar yokken hayatımızın merkezindeydi sinema...
Kışlık salonlar, yazlık sinemalar dolar taşar, Türkiye Yeşilçam ile yatıp Yeşilçam ile kalkardı.
Ancak askeri darbe, sansür ve erotik film furyası sinemayı 80’lerde hayatımızdan çıkardı.
Unuttuğumuz Yeşilçam’ı bize ‘Eşkıya’ hatırlattı.
Yavuz Turgul ile Şener Şen el ele verip 1996’da öyle bir film yaptılar ki, Türk sinemasının kaderi değişti.
2 milyon 568 bin kişinin izlediği Eşkiya, o güne kadar en çok hasılat yapan Türk filmi oldu.
Zaten ne olduysa da ondan sonra oldu.
Cem Yılmaz’ın filmleri, Recep İvedik’ler derken yapımcılar bu yeni madeni keşfettiler; iş öyle bir hale geldi ki salonlar yerli filmlerin istilasına uğradı.
Baktım bu hafta vizyona giren sekiz filmden altısında Türk yapımcılarının imzası var...
Bu salgının nedenini işin ustasına sorayım dedim ve Atilla Dorsay’ı aradım.
“Film yapmak çok kolay bir iş haline geldi” diyor Dorsay. “Halk gülmeye hasret olduğu için de komedi deyince akan sular duruyor. İşin içine birkaç televizyon şöhreti de bulaştı mı yapımcılar büyük paralar kazanacaklarını sanıyor.”
Maliyetlerin çok düşük olması da ‘yerli filme hücumun’ bir başka nedeni.
Dorsay’a göre dijital sinema icat edildikten sonra mertlik bozulmuş.
“Artık neredeyse bir fotoğraf makinesini andıran mobil kamera ile çekiyorlar filmleri. Düşün, geçen gün birileri fotoğraf çekiyor zannettim, film çekiyorlarmış meğer” diyor üstad “ama bu kadar diziyi ekranlar nasıl kaldıramıyorsa bu kadar filmi de salonlar kaldıramayacak” diye devam ediyor.
“Her şey nasıl da ters yüz oldu. Eskiden Türk filmleri vizyona girecek salon bulamazken, şimdi sinemalarda kaliteli yabancı filmlere hasret kaldık” diyorum.
“İzzet, ulusal kültürü her zaman savunmamız lazım ama unutmayalım ki kültür evrenseldir. Bunu böyle kabul edersek iyi yabancı filmi, kötü Türk filmine tercih ederim. Ben iyi film seyretmek istiyorum kardeşim” diye bitiriyor konuşmasını yılların sinema eleştirmeni...
Al benden de o kadar Atilla Abi. Yerli film mezarlığına dönen sinema salonlarından inanın bana da gına geldi.
Paylaş