Paylaş
GEÇEN hafta bugün, Salim Taşçı'ya uğradım. Sağ karın boşluğumda bir ağrı var. Öksürünce göğüs kafesime doğru baskı yapıyor:
- Bir doktora görün abi, safra kesesi olabilir. Ultrasona gir!
Evde aynı yere kramp giriyor. Olduğum yerde kalakalıyorum. Hemen Başkent Hastanesi'ni arıyorum. Prof. Mehmet Haberal, sözümü yarıda kesiyor:
- Hemen gelin İsmet Bey, bir arabaya atlayın ve derhal buraya gelin!
Hastanenin kapısında Prof. Mehmet Haberal'la karşılaşıyoruz:
- Ultrason ve tomografi bölümleri hazır olsun. Baktıktan sonra ineceğiz.
* * *
Haberal'ın doktor ve hemşireleri yabancı hastane filmlerindeki gibi. Ne kızıyorlar, ne surat asıp yüksünüyorlar. Kan ve idrar tahilleri, ultrason, tomografi ve sonunda tanı konuyor:
- Pankreasın üstünde kist var, bunun içindeki suyu alacağız.
Onlar için kolay şey, ama dünyam yıkılıyor. Kábus başlıyor.
Üstüme geliyor düz duvarlar. Hayatımın kilometre taşları tek tek karşıma çıkıyor. Kahroluyorum. Prof. Haberal, durumumu görünce teselli ediyor:
- Durun bakalım.. Yarın MR'a gireceksiniz, sonra kistteki suyu alacağız. Bir hekim olarak söylüyorum, karamsar olmanıza hiç neden yok.
Yine de sınırsız kaygı ve endişeler beni uykusuz bir geceye taşıyor.
Sabah Salim Taşçı ve oğlum Kubilay'ı görüyorum. Hızır gibi yetişiyorlar. Salim'in dostluğu aşan sıcaklığı da kábusu kovamıyor. Prof. Mehmet Haberal, koluma girip en üst kattaki bir odaya götürüyor:
- İşte İsmet Solak'a göre bir oda; karşıda Anıtkabir, Atatürk var.
Türküdeki gibi ‘‘Yiğidim, aslanım orda yatıyor!’’ Ve beni doktor Fatih Bey'e emanet eden Haberal, 20 saat sürecek karaciğer nakline giriyor. Kábus karanlığında bir ışık gibi, odadan çıkıyor. Derken Kemal Saydamer arıyor:
- Nasılsın abi? Üzülüceksin biliyorum, ama Berat Abi'yi yitirdik.
Kanım donuyor. Berat Yurdakul, pankreas kanseri. Benim pankreasımda kist var. Berat'ı çok severdik. Hoş hikáyeler anlatırdı. Oğlunu Ordu'ya götürür. Sahilde çocuk, ‘‘Baba bak, teyyare geçiyor’’ diye bağırırken, Berat sakin cevap verir: ‘‘Elleşme oğlum, geçsin!’’
Gözlerim dalıyor. Salim Taşçı omzumu tutup, ‘‘Şu an senaryo yazıyorsun abi. Belki de vasiyetini hazırlıyorsun’’ diyor. Vallahi doğru söylüyor!
Ümit Gürtuna'yı aramasını istiyorum. Telefonden gelen ses, ‘‘15 dakika önce dede oldum. Kızımın kızı Derin geldi. Harika bir şey, harika’’ diyor. Ümit benim durumumu bilmiyor. Sevinçten uçuyor. Dünya işte böyle dönüyor.
Beni alıp, operasyona götürüyorlar.
* * *
Tomografi masasında, midemde ultrason aleti geziyor. İncecik iğnelerle kistteki sıvı alınıyor. İki saat sonra sersem sepelek odama çıkarıyorlar.
Gözümü açtığımda Hürriyet Ankara ile karşılaşıyorum; Sedat Ergin, Emin Çölaşan, Faruk Bildirici, Meva Arıkan. Neşe, şamata, endişe ve merak iç içe.
Bir ara Prof. Osman Müftüoğlu geliyor. Cepten önce Nurcan Akad, sonra Muharrem Sarıkaya arıyorlar. Akşam saatlerinde de 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ziyaretime geliyor. Taze moraller yüklüyor:
- Hastanede yatmak sana yakışır mı? Geçmiş olsun, yapacak çok işin var!
Ertesi sabah, 19 saat süren karaciğer nakli ile bir insanı daha hayata kavuşturan Prof. Mehmet Haberal, müjdeyi bizzat kendi veriyor:
- Patalojiden sonuç temiz geldi, gözün aydın.
Mutluluğun sesini dinliyorum. Ve Almanya'dan Ertuğrul Özkök arıyor:
- Ne oldu İsmet? Üç gün ayrıldık diye nereden çıktı bu hastalık?
Sonuçların olumlu çıktığını ilk ona söylüyorum. Kábus bitiyor!
Paylaş