Ve o dönem çıkarılan kanun aslında hâlâ yürürlükte ama geçici maddeleri dışında bir kez bile uygulanmadı. O kanuna göre Milli Savunma Bakanlığı her yıl asker ihtiyacı ile o yıl askere gidecekler arasında bir fark olup olmadığına bakacak, eğer askere geleceklerin sayısı ihtiyaçtan fazlaysa, o fazlalık kadar kişi için bedelli askerlik veya kamu kuruluşlarında çalışarak askerlik yapma imkanı doğacaktı. Ama dedim ya, kanun çıktığından beri tek bir kez bile bakanlık ‘Bu yıl askerlik çağına girenlerin sayısı bizim ihtiyacımızdan fazla’ demedi. Son söylenen rakamlara bakılacak olursa, askerlik çağı gelmiş ve geçmiş olup askerliğini yapmamış, kaçak veya bakaya durumda 1 milyon genç erkek aramızda dolaşıyormuş. (Bu rakama herhalde askerliğini yasal imkanlarla erteletmiş olanlar dahil değil.)
Memlekette düzenli denebilecek aralıklarla kaçak-bakaya sayısı 1 milyonu buluyor ve bedelli askerlik talepleri yükseliyor ama biz başka pek çok konuda yaptığımız gibi sorunun kökenini araştırıp bunu toptan çözmek yerine anlamsız bir inatçılık içine giriyoruz. Sorunun kökeninde, Türkiye’nin 700 bin kişilik olağanüstü kalabalık ordusu yatıyor. Bu kadar büyük bir orduya sahiden ihtiyaç var mı? Bu ihtiyaç nasıl hesaplanıyor, bu rakamlar nasıl belirleniyor? Bunları bilmiyoruz, çünkü bu konular kıymeti kendinden menkul ‘uzman’ların konusu, siyaset kurumu bu meseleyi tartışamıyor, akademya elde bilgi olmadığı için bilimsel görüş üretemiyor vs. İkinci büyük mesele, jandarmanın statüsü meselesi. Jandarma asker midir, kolluk kuvveti midir? Yasalarımıza bakarsanız ‘kolluk kuvveti’ ama fiili duruma bakarsanız ‘asker’. Hatta Jandarma Genel Komutanı pek çok bakımdan Kara, Hava ve Deniz gibi kuvvet komutanı seviyesinde. (Oysa idari anlamda İçişlerine Bakanlığına bağlı, komutanın seviyesi de Emniyet Genel Müdürü ile aynı olmalı.) Jandarma ile ordunun bağının kopması, 20 yaşındaki gençlerin kısa bir eğitimin ardından jandarma olmasına son verilmesi ve bu kolluk kuvvetinin aynen polis gibi tamamen profesyonel bir güce dönüşüp eğitiminin düşmanı yok etmeye dayalı askeri eğitim olmaktan çıkıp koruyup hizmet etmeye yönelik kolluk kuvveti eğitimine dönüşmesi, ülkede sivilleşmenin en önemli adımlarından biri olacak.
Mesela geçen gün Cemil Çiçek TV’de söyledi de öğrendim, 15 bin gencimiz askerliğini ‘jandarma’ olarak yaparken cezaevlerinin dış güvenliğini sağlıyormuş. Cezaevlerinin güvenliği için Adalet Bakanlığı neden özel bir teşkilat kurmaz? Aaa, sahi böyle bir özel teşkilat da zaten var, neden oraya insan işe alınmaz da bu iş ‘bedava’dan askerlere gördürülür? Her neyse, gerek jandarma ve gerekse başta kara kuvvetleri olmak üzere TSK için söylenebilir çok şey var ama hepsini sıralamaya gerek yok. Meselenin özü şu: İnsan kaynağı, bedava olduğu için herhalde, son derece verimsiz kullanılıyor. Oysa bizim artık zorunlu askerlik uygulamasını sona erdirmeyi, askerlik hizmetini gönüllülük esasına dayanan bir profesyonel iş olarak görmeyi konuşmaya başlamamız gerek. Dünyada çeşit çeşit uygulama var bu profesyonel-gönüllülük hizmeti için. Bu modellerden birini benimseyebileceğimiz gibi kendimize özgü bir model de yaratabiliriz. Ama dediğim gibi sorgulamaya ‘Bizim neden 700 bin kişilik bir ordumuz var’ sorusuyla başlamalıyız.
Askerliğin bir erkeğin hayatındaki yeri
BÜTÜN erkekler adına konuşamayacağımı daha askere gittiğim ilk günün ilk saatlerinde anlamıştım zaten. Çünkü benim gibi yıllarca kaçanlar olduğu gibi daha yaşı tutmadığı halde koşa koşa askere gelenler de vardı. Ancak ister ayaklarını sürüye sürüye gelsinler ister koşa koşa, bütün askerlik yapan erkeklerin ortak olduğu bir nokta var: Askere gitmek, askerliği yapıp bitirmek, bu ülkede her erkeğin hayatının bir dönüm noktasıdır. Hayatın bir askerlik öncesi vardı bir de askerlik sonrası. Ve bizde hayat, askerlik sonrası başlar. İşe girecekseniz askerlik sonrası, evlenecekseniz askerlik sonrası... İşte bu hal, yani hayatın öncesi ve sonrasını belirleyen mihenk taşı olma, dönem olma hali yüzünden askerlik her durumda bir travmatik bir zamandır. Bir an önce olsun bitsin diye beklenen veya mümkünse hiç olmasın diye kaçılan bir travma. Her travma gibi iz bırakır.