Paylaş
Giderek daha çok kanıt ortaya çıkıyor ki, biz her neysek, kendi hücrelerimiz ve birlikte yaşadığımız mikroplarla birlikte bir şeyiz.
Son olarak bilimciler, daha çok sindirim sistemimizde barındırdığımız mikroplarımızın beyin fonksiyonlarımızı, hatta akıl sağlığımızı da etkileyip belirleyebildiklerine dair kanıtlar biriktirmekle meşguller.
Bu alanda yapılan bir dizi araştırmayı anlatacağım ama önce en çok ilgimi çekenden başlıyorum izninizle, otizm hastalığına dair bir araştırmayla.
Otizm, sebebini bilmediğimiz, bugüne kadar da daha çok genetik mirastan kaynaklandığını düşünerek araştırdığımız bir hastalık. Çocuk yaşlarda ortaya çıkıyor ve bilinen bir tedavi yöntemi de yok. Zaten eğer kaynağı genetikse tedavisi de imkânsız, en fazla otizmlilerin bu hastalığa rağmen normale yakın bir hayat sürmesi için eğitilmesi üzerinde duruluyor.
Otizm, Türkiye’de de dünya ortalamalarında görünen bir hastalık. Bizde Tohum Vakfı adlı sivil toplum kuruluşu otizmli çocukların eğitimi için olağanüstü çabalar harcayan çok faydalı bir kurum.
Neyse, ben konuma geri döneyim.
2007 yılında Amerika’da California Institute of Technology Üniversitesi’nden nörolog Paul Patterson, otizmle ilgili çalışırken bir istatistik dikkatini çekiyor. Buna göre hamileliği sırasında uzun süreli yüksek ateşli hastalık yaşamış kadınların çocuklarının otistik olma ihtimali daha yüksek.
Bu tabii istatistiki bir veri; hamilelikte yüksek ateşle otizm arasında doğrudan bir biyolojik sebep-sonuç ilişkisi kurulmuş değil. Ama Patterson yine de bunu araştırmak istiyor ve hamile farelere yüksek ateş verici bir çeşit grip mikrobu enjekte ediyor. Bu farelerin doğurdukları yavruların otizm benzeri semptomlar sergiledikleri görülüyor. Yani yavru fareler çok sınırlı sosyal ilişki geliştiriyor, tekrar eden davranışlara sahip oluyor ve etraflarıyla daha az komünikasyon kuruyor.
Bu otizme benzeyen davranışları sergileyen farelere daha da yakından bakıldığında, bunların tamamına yakınının ‘aşırı geçirgen bağırsak sendromu’ (leaky intestines) adı verilen bir rahatsızlıktan mustarip olduğu görülüyor. Bu önemli, çünkü otistik insanların yüzde 40-90’ı da, sebebi de tedavisi de tam bilinmeyen bu bağırsak rahatsızlığını çekiyor.
Patterson’un araştırmasını kaldığı yerden yine Caltech’ten mikrobiyolog Sarkis Mazmanian ve onun doktora öğrencisi Elain Hsiao sürdürüyor. Onlar da bu otizme benzer belirtiler gösteren ve bağırsak rahatsızlığı çeken farelerin bağırsak mikroplarında iki sınıf bakterinin, adlarıyla ‘Clostridia’ ve ‘Bacteroidia’nın çok baskın olduğunu görüyorlar.
Mazmanian, bu dengesizliğin insanlarla farelerde aynı olmayabileceğini söylüyor ama kendi kendine şu provokatif soruyu sormadan da edemiyor: ‘Eğer farelerin bağırsaklarındaki sorunu tedavi edersek otizmi de tedavi etmiş olur muyuz?’
Ve fareler tedaviye alınıyor, kısa sürede bağırsakları iyileşiyor. Ve bingo: Farelerin davranışları da değişiyor, otizm benzeri sorunlar azalıyor.
Mazmanian, ‘Bu fare deneyi en azından farelerde otizmin geri döndürülebilir bir şey olduğunu bize öneriyor’ diyor.
Mikroplar beynimize hükmediyor
İrlanda’daki Cork Üniversitesi’nden nörobilimci John Cryan, bir grup fareyi bütün mikroplarından arındırıyor, yani onları mide ve bağırsaklarında veya üstlerinde hiçbir bakteri/mikrop yaşamayacak şekilde strelize ediyor.
Bir ‘mikrobiyom’a sahip olmayan bu farelerin normal farelere göre katbekat fazla stres hormonu salgıladıkları gözleniyor. Bu farelerde anksiyete bozuklukları, depresyonlar da gözleniyor. Sonra farelerin mikrobiyomu yerine geri konunca da davranışların düzeldiği görülüyor.
Akıl sağlığımızı da, akıl sağlığımızdaki bozulmayı da mikroplara borçlu olabiliriz.
Yoğurt ye, sakin ol!
ABD Los Angales’taki University of California’da (UCLA) sağlıklı bir kadına bir ay boyunca günde iki kez yoğurt veriliyor ve ayın sonunda kadın bir MR cihazına sokuluyor, bir yandan beyni taranırken ona korkutucu kimi resimler gösteriliyor. Normal insanlar bu resimleri gördüğünde beyinlerinin bazı bölümlerinde ciddi hareketlenmeler olurken bir ay günde iki kez yoğurt yiyen kadın çok daha sakin kalıyor.
Probiyotiklerin beynimizin tepkilerini etkilediğinin bir başka kanıtı da bu.
********************
Not: Bu yazıyı Scientific American dergisinin 17 Şubat tarihli ‘Innovations in the Microbiome’ konulu sayısında yayınlanan bir makaleden yararlanarak yazdım.
Paylaş