FRANSA’da seçmenler epey geniş yetkisi olan ve kısmen bazı yürütme yetkilerini de kullanan Cumhurbaşkanını doğrudan oylarıyla seçiyorlar. Bir başka seçimde de milletvekillerini belirliyorlar.
Ülkede, yetkisini doğrudan halktan almış bir Cumhurbaşkanı var; bunun yanında bir de parlamento çoğunluğuna dayalı ve yürütme yetkilerini kullanan bir de hükümet. Zaman zaman o cumhurbaşkanıyla o parlamentonun hükümeti çatışabiliyor. Bu çatışmalarda Anayasa Cumhurbaşkanı’na öncelik veriyor, Cumhurbaşkanı gerektiğinde parlamentoyu fesh edip ülkeyi milletvekili genel seçimine götürebiliyor. Bu tuhaf ve çatışmalı sistem, zamanında De Gaulle için kuruldu. Şimdi, özellikle 1980’lerden beri aksadığı halde kör topal yürütülmeye çalışılıyor. Türkiye için sistem tartışmaları yapılırken hep bu Fransa örneği ve ‘Yarı başkanlık’ da önerilir. Şu an biz de Anayasamızda gerekli değişikliği yaparak Cumhurbaşkanını halkın seçmesini temin ettik. Ettik ama Cumhurbaşkanı’nın yetkileri konusunda bir değişikliğe de gitmedik. Örneğin 90’lı yılların siyasi krizler ortamında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel sık sık bu parlamentoyu fesih yetkisini gündeme getirirdi, biz bunu yapmadık. Halkın seçtiği ilk cumhurbaşkanının ne zaman Çankaya’da oturmaya başlayacağını bilmiyoruz; belki biz seçim yapana kadar Anayasamız baştan sona değişecek, yepyeni bir düzen gelecek. Ancak eğer bir değişiklik olmazsa, Türkiye’nin yarı değilse de çeyrek başkanlık sistemine geçtiğini söyleyebileceğiz. Çünkü seçimle gelecek cumhurbaşkanı o kadar da pasif olmayacaktır; hatta zaman zaman elini yürütmenin içine de sokacak, hükümetten farklı düşünüyorsa bunu söylemekten çekinmeyecektir. Kısacası, bizim hiç de alışık olmadığımız türden siyasi krizler çıkabilecek halkın seçtiği cumhurbaşkanıyla parlamento çoğunlukları arasında. Yarı başkanlık, bana göre gerçek anlamda bir melez sistemin adı. Ve salt bu melez karakterinden ötürü pek hoş bir sistem de değil.
Parlamenter sistem kuvvetler ayrılığına aykırı mı?
KESTİRMEDEN cevap vereyim: Evet, aykırı. Hele bizde uygulanan biçimine kuvvetler ayrılığı demek bile yanlış. Kuvvetler ayrılığının olmaması ise hesap verebilirlik ilkesini kökünden zedeleyen bir durum. Ben böyle kestirme cevap verdim ama itirazları da duyar gibiyim: ‘Kıta Avrupasında çok sayıda ülke parlamenter sistem içinde ileri demokrasiler kurdu ve yaşattı, en eski örneği Birleşik Krallık, yani İngiltere. Biz niye yapamayalım, bunca yıllık parlamenter sistem tecrübemiz var.’ Doğrudur ama bu ülkelerde demokrasinin temeli olan hesap verebilirliği sağlayan ve uzaktan bakınca gözden kaçan bir sürü kurum ve kural var. Bu kurum ve kuralların başında, sınırsız ifade özgürlüğü, etkin medya denetimi, güçlü sivil toplum vs geliyor. Sadece bu da değil. Bu ülkelerde partiler ‘lider partisi’ değil, milletvekillerini tek tek liderler belirlemiyor. Yani seçim kanunları ve siyasi partiler kanunları demokrasiyi kaynağında kurutmak için değil tam tersine demokrasiyi var etmek, sürekli kılmak için tasarlanmış. Bu da yetmiyor. Kuvvetli yerel demokrasi, merkezi yönetimin vesayeti altında olmayan yerel yönetimler var bu ülkelerde. Hâlâ bitmedi: Hükümetler parlamento çoğunluğuna sahip olsa bile o parlamentolar tarafından gün be gün denetleniyorlar, hesap veriyorlar.
Savcılar da hesap verebilir olmalı
ÜLKEDE demokrasi kalitesini belirleyen en önemli konulardan biri yargı bağımsızlığı. Evet yargı bir çeşit demokratik meşruiyete sahip olmalı ama mutlaka ve mutlaka bağımsız da olmalı. Bizde dün sabah OdaTV’de yapılan arama ve gözaltılarla yeniden yükselecek olan ‘Polis devleti oluyoruz, olduk’ itirazlarının ardında yatan en önemli sebep, suç soruşturmalarında polisin savcıdan bağımsız olması, olabilmesi. Oysa polis, bütün demokratik ülkelerde, suç işlendiği andan itibaren savcının emrindedir. Bu da bizi getirir, savcıların hesap verebilirliğine. Dün sabahki aramaların ve gözaltıların yapılmasına karar veren savcı, bu yaptığının hesabını da verebilir olmalıdır. Şimdi bunca gürültü çıkaracak olan bu soruşturma bir davaya dönüşecek midir? Dönüşürse o davadan mahkumiyet çıkacak mıdır? Çıkan mahkumiyetler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden de onay alacak mıdır? Ya hiç dava açılmazsa OdaTV ve çalışanları hakkında? Kim verecek dün sabahın hesabını. Ya dava açılır ama beraatle sonuçlanırsa? O zaman kim verecek hesabı? Ve sonuncusu, mahkumiyete rağmen davalar AİHM’den dönerse ne olacak? Savcılar da hesap verebilir olmalıdır.