Paylaş
Nükleer dehşet dengesi böyle bir sorundu. Soğuk savaş bitti, dünyayı yok edecek miktarda nükleer silah yerinde duruyor olsa da savaş tehlikesi uzaklaştı ama bu kez yeni bir tehdit var, ona karşı da ilgisiziz: Küresel ısınma.
* * *
Konuyu biraz bilenler bile, dünyamızın çok değil bundan 40 yıl sonra, 2050’li yıllarda küresel ısınma yüzünden ciddi bir tehdit altında kalacağını, meselenin sadece denizlerin yükselmesi ve bazı yerleri sular altında bırakmasından ibaret olmayacağını gayet iyi biliyorlar.
Ve aslına bakacak olursanız, ülkemizde küresel ısınmanın etkilerini gayet yakından yaşıyoruz. Topraklarımızda, özellikle tarımsal alanlarımızda çölleşme artıyor, bazı canlı türlerini kaybediyoruz ve denizlerimize bazı yeni canlı türleri geliyor.
Evet, Akdeniz’deki ısınma yüzünden Kızıldeniz’den bazı canlı türleri artık Akdeniz’de de yaşayabiliyor. Bazılarını seviyoruz bile, mesela balıkçılarımızın yeni gözdesi olan Lambuka balığını.
Küresel ısınma, doğal bir felaket değil; tam tersine insan eliyle yaratılan bir felaket. Başlıca sebebi de, doğaya saldığımız sera etkisi yaratıcı gazlar. Bu gazların bir numarası da karbondioksit.
* * *
Nefes verdiğimizde de, herhangi bir şeyi yaktığımızda da, doğaya karbonmonoksit salıyoruz. Dünya nüfusunun 7 milyarı bulmuş olmasından endişelenme sebebimiz, vereceğimiz nefeslerle karbonmonoksit salınımını arttırmak değil; her bireyin yaşamı boyunca kullanacağı tüketim maddelerinin üretiminde enerji harcanacak olması, yani bir şeylerin yakılıp doğaya karbonmonoksit salınacak olması.
Bu açıdan meselenin göbeğinde enerjiyi üretme biçimimiz ve onu tüketirken verimli bir tüketim yapıp yapmadığımız, yani daha az enerjiyle daha çok üretimi başarıp başarmadığımız konusu yatıyor.
Dediğim gibi Türkiye bu konularla hemen hemen hiç ilgilenmiyor; ilgilenmeye kalkanlara da çok iyi gözle bakılmıyor, ‘Entel dantel çevreci tipler işte’ denip küçümseniyor.
Oysa küçümsenecek bir şey yok. Hatta tam tersine, iklim değişikliği gerçeği bütün dünya tarafından kabul edildiğine ve bu konuda aslında son derece ciddi önlemler devreye girmeye başladığına göre, dünyada da yepyeni bir ekonomi gelişiyor demektir. Yani, iklim değişikliği konusuna uyum sağlama meselesi, bir yerde ulusal bir hayat memat meselesi.
* * *
O kadar ki, eğer Türkiye bugünden tezi yok konuyla yakından ilgilenmeye başlamazsa, birincisi yeni ortaya çıkacak teknolojilerin satın alıcısı olacak, onların üreticisi veya yaratıcısı değil. İkincisi, enerji verimliliği konusunda büyük bir dönüşüm yaşamaya mahkumuz, çünkü dünya ortalamasına göre son derece verimsiz kullanıyoruz enerjiyi. (Diyelim Türkiye’de üretilmiş bir cam bardak için biz OECD ülkeleri ortalamasının dört katına yakın enerji harcıyoruz.)
İki gün sonra, yani 15 Kasım salı günü İstanbul’da, Hilton Oteli’nde düzenlenecek bir toplantıda, ilk kez 81 ilin belediye başkanları veya belediyesinden yetkili kişiler iklim değişikliği konusunu konuşacak, büyük bir ihtimalle de ortak bir bildirinin altına imza atacak.
İklim değişikliği konusunda ulusal çapta plan ve hedeflere ihtiyaç olduğu kadar yerel plan ve hedeflere de ihtiyaç var. Ama ilk yapılması gereken, şehirlerimizin karbon izlerini, yani yıllık karbondioksit salınımlarını ortaya çıkarmak. Bu çıktıktan sonra, onlar mesela ‘2050 yılına kadar bu salınımı yarı yarıya azaltacağız’ gibi hedefler koyabilirler kendilerine.
İklim değişikliğini hafife almak kadar aptalca bir şey olamaz. Bu dünyada misafir değiliz, çoluk çoğumuzla burada yaşamaya devam edeceğiz. O yüzden sorumluluğumuzu da yerine getirmeliyiz.
İklim değişikliğinin getirdiği imkanlardan biri
BÖLGESEL Çevre Merkezi (REC) Türkiye ile Fransız Kalkınma Ajansı’nın (AFD) 15 Kasım salı günü İstanbul Hilton Oteli’nde düzenleyeceği konferansta iklim değişikliğinin getirdiği yeni ekonominin yerel yönetimlerimize sunduğu bir dizi ekonomik imkan da konuşulacak.
Bu imkanlardan biri çöpten, yani katı atıklardan enerji üretmek. Halen Türkiye’de toplam beş tesis bunu yapıyor. Sonuncusu Ankara’da Sincan ve Mamak’ta hizmete girdi, doğaya salınan toplam 520 bin ton metan gazını kullanıp elektrik üretiyor. Böylece çift taraflı sera gazı tasarrufu sağlanıyor.
Yapılan sadece tasarruf da değil. Türkiye, gerekli uluslararası anlaşmaların tamamını imzalamış ve karbon ticaretine dahil olmuş olsa, tasarruf ettikleri bu sera gazlarını uluslararası piyasada satabilecek belediyelerimiz ve buradan da bir ek gelir elde edebilecek.
Daha çok enerjiyle daha az şey üretiyoruz
BİRKAÇ basit rakam Türkiye’nin enerji verimsizliğini çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. 2009 rakamlarıyla Türkiye’nin tükettiği toplam enerjinin yüzde 32’sini sanayi tüketiyor.
Ama bu enerji. Ya elektriğin ne kadarını sanayi tüketiyor?
Yüzde 45’ini.
2004-2008 yılları arasında sanayi üretim endeksimiz yüzde 14.5 artarken sanayi elektriği tüketimimiz yüzde 30 artmış. Yani üretimin iki katı. Oransal olarak daha çok enerji harcamışız daha az üretmişiz.
Bir seri rakam daha: Türkiye’de demir-çelik sektörü görece dünya ortalamasına yakın enerji tüketerek üreten sektörlerden biri.
Enerji tüketimini aynı birim üzerinden hesaplayabilmek için kullanılan TEP (Ton Eşdeğer Petrol) hesabına göre dünyada bir ton demir-çelik üretimi için harcanan enerji 0.33 TEP’ken Türkiye’de bu rakam 0.52 TEP.
Çimento sektöründe durum vahim. AB ülkelerinde en iyi uygulama, bir ton çimento üretimi için 0.075 TEP. Türkiye’de ise rakam 0.083 ile 0.109 arasında değişiyor.
Paylaş