Paylaş
Aradan bir yıl geçtikten sonra bu yazının anafikrini tekrarlamak istiyorum; sürecin hâlâ devam ettiği inancındayım çünkü.
*
Bazı dev yıldızlar kendi yakıtlarını tükettikten sonra içe doğru patlarlar veya çökerler.
Yıldızın ana yakıtı hidrojendir; hidrojen atomları birleşerek helyumu ve yıldızın etrafa yaydığı enerjiyi ortaya çıkarırlar.
Bu nükleer birleşme demir atomu oluşana kadar enerji yayarak devam eder ama en sonunda ortaya çıkan yeni atomların birleşmesi için çok daha büyük enerjiler gerektiği için yıldız dışarı enerji yayamaz hale gelir.
Bu arada yıldızın merkezindeki kütleçekim gücü öyle artar ki yıldız yavaş yavaş kendi içine çökmeye başlar ve en sonunda da o kütleçekim gücü ışığın ve ışık hızında hareket eden herhangi bir parçacığın dışarı çıkmasına bile izin vermeyecek güce erişir.
İşte o zaman karadelik oluşur.
*
Türkiye de maalesef gerekli değişimi ve dönüşümü bir türlü yapamadığı için kendi enerjisini yiyip bitiren, kendi içine çökme ve giderek bir karadeliğe dönüşme eğiliminde bir ülke.
Bu eğilim geri döndürülemez değil ama şu an durum pek ümit vermiyor.
Bizim belki de bin yıllık tarihimizi önce bir yıldız gibi parıldama, sonra zamanın ruhuna ayak uyduramayıp içe çökme tarihi diye okumak da mümkün.
Selçuklu kendi içine doğru çöktü; küllerinden Osmanlı doğdu. Sonra o da içine doğru çöktü. Şimdi Türkiye var.
Bakın geçen yıl ne yazmışım:
“Türkiye’de son dönemde yaşananlar bana hep bu içe doğru çökmeyi hatırlatıyor.
Sürdürülemez bir sistemimiz olduğunu en azından 60 yıldır biliyoruz; ne demokrasimiz demokrasi, ne yargımız adalet dağıtıyor, ne vatandaşların en temel hakları güvence altında.
Bu sistem, belki de kurulduğu ilk günden itibaren kendi içine doğru çökmeye mahkûmdu; kendi halkının en temel haklarını inkâr etmek ve halkı sürekli baskı altında tutup bizi kuşaklar boyu koyun yerine keçiye makbul bir şey muamelesi yapmak zorunda bırakmak böyle bir şey.”
Bana kalırsa içe doğru çökmemizi engelleyecek tek şey, çoğulcu bir toplum olduğumuzu resmen de kabul edip ona göre davranmak, demokratik hukuk devletini kurup hayata geçirmek.
Siyasi kavga, siyasi mücadele, adı üzerinde siyasi tercihler üzerinden yapılır. O tercihlerin gerçekleşmesini sağlayan sistemin adıdır demokrasi. Ama biz siyasi kavgamızı bizzat demokrasiyi ve hukuk devleti kurmak/kurdurtmamak üzerinden yapıyoruz.
Çünkü çoğulculuğu içimize sindirmiş değiliz; siyasi kavgamızı ötekini yok etmek olarak görüyoruz.
Öyle olunca hukuk da, yolsuzluk da, ahlak da birer araç haline geliyor bizim için. Varsa yoksa düşman siyasi anlayışı yok etmek.
İçe doğru çökme tam bu.
Halkla ilişkiler meydan savaşı
TÜRKİYE’de Gezi olaylarının başladığı Haziran 2013’ten beri büyük bir halkla ilişkiler savaşı yaşanıyor; sık sık psikolojik savaş tekniklerinin de uygulandığı amansız bir savaş bu.
Merkezinde Fethullah Gülen cemaatinin bulunduğu CHP, MHP ve hatta zaman zaman HDP’nin de yer aldığı geniş muhalefet cephesiyle hükümet arasında bu savaş.
Savaşın şu anki galibi hükümet cephesi. Yerel seçimi görece hasarsız geçtiler, Cumhurbaşkanlığı seçiminde çok büyük bir zafer elde ettiler. Şimdi son perde oynanacak savaşta: Hazirandaki genel seçim.
Hükümet, toplumun neredeyse yarısını bazı güçlerin kendisini devirmek için harekete geçtiğine inandırmış durumda. Meclis’teki son aklamayı da bu çerçevede anlatacaklardır halka.
Yalnız, sadece hükümet değil karşıtları da kendilerini bu savaşa o kadar kaptırmış durumdalar ki, ‘normal’den ve ‘gerçek’ten ne kadar uzaklaşıldığının farkında değiller.
Seçimden sonra umarım ‘normal’ ve ‘makul’ geri gelir; bu savaş atmosferinde kaybettiklerimiz için ‘restorasyon’a girişiriz.
Türkiye bu 4 yılı harcarsa içe patlama kaçınılmazlaşır
HAZİRAN 2015’te yapılacak seçimden sonra 2019’a kadar bir daha seçim yok. Yani, Meclis çoğunluğu ve hükümete bahanesiz bir dört yıllık çalışma fırsatı var.
Bu dört yılda yapılması gereken çok iş var ama galiba bunların en önemlileri, çoğulcu toplum inşası, demokratikleşme ve hukuk devletinin tesisi.
Siyasi savaşı siyasi rekabete dönüştürüp Meclis’te herkesin kabul edeceği bir anayasa için uzlaşma ortamı yaratmak en önce iktidara düşen bir görev olacak.
Bu dört yılı ‘normalleşme’, ‘restorasyon’ ve ‘ileri dönük adımları atmak’ için kullanmazsak, korkarım Türkiye’nin kendi içine doğru patlayıp çökmesini durduramayız.
Paylaş