Paylaş
Geçen hafta Rosetta’dan ayrılan Philae adlı minik araç kuyrukluyıldızın üzerine indi.
Philae, 90x90x90 ebadında, yani evdeki çamaşır makinesine çok benziyor. Ağırlığı ise 100 kilodan biraz fazla.
Kuyrukluyıldızın ana kütlesinde yerçekimi kabaca dünyadakinin yüzde biri kadar. Yani 100 kiloluk Philae orada 1 kilo ağırlığında gibi. (Hepimiz kuyrukluyıldıza gitsek, en büyük derdimiz kilo vermek değil almak olurdu...)
O yüzden Philae’yı yere bağlayıp sabitlemek kolay değil. Şu ana kadar üç kez olduğu yerden sıçradı ve son olarak ESA bilimcilerinin hiç de hesaplamadığı bir yerde Philae. Üstelik güneş panellerinin bir bölümü hasar gördü, sağlam olan paneller ise içine düştüğü çukur yüzünden yeterli güneş almıyor. Tam da bu sebeple Philae’nin ana pili 60 saat çalıştıktan sonra tükendi ve araç şu anda ‘derin uyku’da. Umuluyor ki yaza kadar yeterli güneşi alacak ve pillerini yeniden dolduracak, sonra da Dünya’ya haber göndermeye devam edecek.
Ancak Philae’nın çalıştığı ilk 60 saatinin verimsiz geçtiği de söylenemez.
Araçtan gelen ilk bilgi çok heyecan verici: Kuyrukluyıldızın etrafında karbon bazlı organik moleküller saptadı Philae.
Henüz ESA’nın bilgisayarları gelen veriyi analiz ediyor, o yüzden Philae’nin saptadığı (‘kokladığı’ demek belki daha doğru) organik molekülün ne molekülü olduğunu bilmiyoruz. Belki metan gibi karbon bazlı bir gaz, belki de daha karmaşık aminoasitlerin temel maddeleri.
Neyse ne, önemli olan atomlardan değil farklı atomlardan bir araya gelmiş moleküllerden söz ettiğimiz ve bu moleküllerin de karbon bazlı olması.
Bildiğimiz hayat, kendimizinki dahil, karbon bazlı bir hayat. Ve onun temel yapıtaşlarının kuyrukluyıldızlar aracılığıyla dünyaya gelmiş olması ciddi bir olasılık.
Philae uyanık kaldığı ve çalıştığı 60 saatte ilginç bir başka şey daha buldu. Kuyrukluyıldızın evet üstü ciddi bir toz toprakla kaplı ama bu yüzeyin altında çok sert bir su buzu kitlesi buldu araç. O su buzunun incelenmesi, belki onun içinde hapis kalmış başka organik moleküllerin bulunması anlamına gelecek.
Evet Philae, dünya senden haber bekliyor. Doldur pillerini ve bize haber ver lütfen.
Eşcinsellik: Genetik mi seçilmiş hayat tarzı mı?
DÜNYANIN bazı ülkelerinde eşcinsel olmak ciddi bir ‘suç’. İnsanlar bu yüzden hapse atılıyor.
Ama neredeyse dünyanın her ülkesinde eşcinsel olmak, ayrımcılığa tabi tutulmak için yeterli.
17 Kasım’da Psychological Medicine adlı bilimsel dergide çıkan bir büyük araştırmayı tanıdan The New Scientist’in haberine göre, erkek eşcinselliğinin genetik kökenleri olduğuna dair önemli bulgular elde edildi.
409 erkek eşcinsel kardeş (ki bunlardan bazıları ikiz kardeşler) üzerinde yapılan genetik incelemede eşcinsellerin eşcinsel olarak doğduğuna ve bunun da biri X kromozomu üzerinde, diğeri 8 ile numaralandırılan kromozom üzerinde yer alan farklılıktan kaynaklandığına dair sonuçlar elde edildi.
Konunun daha fazla araştırılması, eşcinsel erkeklerden alınan gen örneklerinin eşcinsel olmayanlarla karşılaştırılması vs gerekiyor elbette ancak eşcinselliğin genetik kökenlerine ilişkin tezler uzun yıllardır giderek güçleniyor.
Burada önemli olan, eşcinselliğin solaklık veya mavi gözlülük gibi doğuştan gelen bir insan özelliği olması. Bunun kanıtlanması halinde, eşcinselliği insanların ‘şık’ durduğu için seçtiği bir şey olarak yorumlayan, hatta bunu ‘düzeltilmesi gereken bir hastalık’ olarak gören anlayış çökecek.
Derinizin veya gözünüzün rengini nasıl değiştiremezseniz genlerinizden kaynaklanan cinsel yöneliminizi de değiştiremezsiniz.
ABD’de hastane mikrobundan ölüm patlaması
LATİNCE adı sevimli gibi duruyor: Clostridium difficile colitis.
Ama buna kanmayın, en tehlikeli bakterilerden birinin adı bu. Zaman zaman ‘hastane mikrobu’ adıyla da biliniyor.
Türkiye’de durum nedir bilmiyorum, keşke bilmemizin bir yolu olsa ama Amerika’da kısa adıyla ‘C. Diff’ olarak bilinen bu bakterinin sebep olduğu ölümlerin sayısında 2001 yılına göre iki kata varan bir artış var.
Bakteri, bulaşıcı bir ishal, mide bulantısı ve şiddetli karın ağrılarına yol açıyor.
Düşünün, ilgisiz bir konuda, mesela ayağınız kırıldığı için hastaneye yatmışsınız ve sonra hastanede bu mikrobu kapıp ishal olup ölüyorsunuz.
‘American Journal of Infection Control’ adlı derginin ekim sayısında çıkan araştırmaya göre 2001’de hastanelerden taburcu edilen 1000 yetişkinden 4.5’i ‘C. Diff’e yakalanırken 2010’da bu rakam 8.2’ye çıkmış. C. Diff, Amerika’da yılda 14 bin ölümün sorumlusu.
Peki bu artışın nedeni ne? Bir numaralı sorumlu aşırı antibiyotik kullanımı. Bakteriler artık antibiyotiklere karşı çok daha dayanıklı. Hele hastanelerde yaşayan bakteriler herhalde en güçlüleri.
Antibiyotiklerin artık işe yaramayacak olması, modern tıbbı tehdit eden en önemli konu bugün.
Paylaş