Paylaş
Örtme çeşitleri arasında fark var, kara çarşaftan ‘Şulebaş’a ve annelerimizin örtme biçimine kadar modalar var, bilinçli veya bilinçsiz seçimler var ama başını örten kadınlara ‘Neden örtüyorsunuz’ diye sorulduğunda tamamı ‘İnancım nedeniyle örtünüyorum’ diyor.
On kadından yedisi, yani kadınların yüzde 70’i başını örtüyor ama bu yüzde 70’i ‘beyaz yakalı’ karaktere sahip işlerin hiçbirinde göremiyoruz.
Neden göremiyoruz? Cevabı çok basit: Ayrımcılık yapıyoruz ve o kadınları görünmez kılmaya çalışıyoruz da ondan.
Devlet ayrımcılığı açık açık yapıyor, başı örtülü kadınların o halleriyle devlet memuru olmasına izin vermiyor. Bir seferinde Danıştay, iş yeri dışında, özel hayatında başını örten bir anaokulu öğretmeninin işten atılmasına onay vermişti; onlara özel hayatlarında bile karışıyoruz yani.
Özel sektörün ayrımcılığı ise üstü örtülü. Eğer kol işçisi olacaksa, konfeksiyonda dikiş dikecek, temizlik yapacaksa kadının başının örtülü olup olmamasının önemi yok. Ama diyelim bankada müşteriyle karşılaşacaksa, bankada genel müdürlükte uzman veya müfettiş olarak çalışacaksa, istediği iyi üniversiteden mezun olsun başörtülüye yer yok.
Beyaz yakalı nitelikteki işlerde kadın sayısı artıyor
belki ama bunlar arasında kadınların yüzde 70’ini oluşturan başörtülülerin yeri yok.
Daha düne kadar o kadınları üniversitelerde öğrenci olarak da göremiyorduk zaten.
Şimdi hükümet bu eşitsizliği, bu açık ayrımcılığı en azından devlet içinde çözmek, bitirmek istiyor. Bunun ne kadar büyük bir toplumsal eşitsizlik sorunu olduğunu görmüyor, görmek istemiyor bazıları.
Bunun ‘Ak Parti kitlesini ilgilendiren özel bir sorun’ olduğunu söylüyorlar en fazla. Oysa rakamlar ortada: Kadınların kabaca yüzde 70’i başını şu veya bu biçimde örtüyor.
Demek bazıları kadın deyince yüz kadından 30’unu görüyor ve dikkate alıyor sadece. Kadınların her alanda eşitliğini savunan kişi ve örgütlerden tek bir söz yok, ‘Başörtüsüne sadece devlette izin vermek yetmez, özel sektördeki ayrımcılık da bitmeli’ diyen yok.
Sanki başörtülülerle aynı ülkede yaşamıyorlar.
Paketi Gezi eylemcilerine de borçluyuz, unutmayın
Daha düne kadar, ‘Yok öyle demokrasi paketi falan diye bir düşüncemiz’ denirken ansızın ortaya bir demokratikleşme paketi çıkmasını temelde iki şeye borçluyuz:
1. Gezi eylemlerinin bozduğu ‘Reformcu, demokratik-leştirici Ak Parti’ imajının Batı nezdinde düzeltilmesi ihtiyacı;
2. Çözüm sürecinde iktidar kanadının demokrasi ve özgürlükleri arttıracak hiçbir şey yapmamış olmasının sürece vermekte olduğu zarar.
Ben burada, tarihimizde bir ilk olması nedeniyle Gezi eylemlerinin rolünü daha fazla önemsiyorum. Oradan yükselen, esasen daha fazla demokrasi ve ‘amasız özgürlük’ talebiydi.
Bu paket Gezi’nin taleplerini karşılamadı (hatta Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’nda yapılmak istenen değişikliğin bu hakkın kullanımını geri götüreceğini bile söyleyebiliriz) ama yine de Türkiye’de bir siyasi parti, hatta bir dernek çatısı altına bile girmeyen, tamamen ‘sivil’ olan bir toplumsal hareket siyasi bir sonuç aldı, hükümeti belli bir davranışa sevk etti.
Kimsenin sözünü bile etmediği dev reform
Başbakanın açıkladığı pakette yer alan ama ertesi gün konuyu sanki savaş çıkmış gibi dev başlıklarla ve sevinerek veren gazetelerde bile ancak iç sayfada yer bulabilen bir önemli reform var: Kişisel bilgilerin korunması yasası.
Aslında Ak Parti iktidarı, taa Cemil Çiçek’in Adalet Bakanlığı zamanında ve Avrupa Birliği’ne uyum çabalarının bir parçası olarak bu reform yasasını hazırlayıp Meclis’e de sevk etmişti. Ama yasa bir türlü Meclis’ten geçemedi yıllardır.
Bu yasayı geçirmek için pek bir şey yapmayan hükümetin bir bakanlığı, olabilecek en kişisel bilgilerimizi, hepimizin sağlık sigortası bilgilerini geçenlerde bir özel şirkete sattı hatta.
Neyse ki şimdi bu yasa geliyor. Böylece kişisel bilgilerimiz hiç değilse belli kurallar dahilinde başkalarıyla ve devletle paylaşılabilecek; bugüne kadar bir kural da yoktu, aile hekimi evlilik dışı hamile kalan kızın asabi babasını sırf hasta kotasını dolduracak diye arayabiliyordu mesela.
Paylaş