Paylaş
1852 yılında bu kilisenin çatısında çöküntüler olmuştu ve kiliseyi birlikte yöneten mezhepler onarım için aralarında anlaşamıyor; şehri yöneten Osmanlı ise durumu pek umursamıyordu.
Kilisenin onarılmayan çatısı bahanesi sonunda Osmanlı ile Rusya’yı Kırım Savaşı’na kadar götürdü. Bu savaşta Avrupa’nın iki büyük gücü, Birleşik Krallık ve Fransa, Rusya’yla değil Osmanlı ile ittifak yaptığı için savaşı Osmanlı’nın da içinde yer aldığı cephe kazandı.
Savaşın sonucu, Osmanlı’nın kaderini Batı Avrupa ile birleştirmesi oldu. Ama bu savaş aynı zamanda Osmanlı’nın mali iflasını daha da hızlandırdı.
Rusya ile Osmanlı’nın çok kanlı, savaşlarla dolu tarihinden sübjektif bir biçimde seçtiğim ilk sayfa bu. Türkiye ile Batı’nın çıkarlarının bir biçimde uyuştuğu ve dolayısıyla müttefik olup Rusya’ya karşı savaştığı ve Rusya’yı mağlup ettiği Kırım Savaşı yani.
AMA BİR DE 93 HARBİ VAR
İkinci sayfamız ise bunun tam tersi bir örnek: Bizim, ‘93 Harbi’ diye bildiğimiz, 1877-78 Osmanlı-Rusya savaşı.
Bunda bu kez Batı Avrupa’nın önemli güçleri Birleşik Krallık ve Fransa, Rusya ile Osmanlı arasında ben geliyorum diye diye tırmanan gerginliği uzaktan izlemeyi, ‘soruna diplomatik çözüm bulmayı’ tercih ettiler ama bu diplomatik çözüm bulunamadı, tahta yeni çıkmış padişah Abdülhamid’in 1. Meşrutiyet’i ilan etmesi bile Osmanlı’yı Batı’ya yaklaştırmadı ve sonunda Rusya aynı anda hem Batı’da hem Doğu’da saldırıya geçti.
Rus orduları İstanbul’un dibine, Çatalca’ya kadar geldiler; sonunda İstanbul’un bugünkü Yeşilköy semtinde, o semtin eski adı olan Ayastefanos Anlaşması ile Osmanlı inanılmaz büyüklükte toprak kayıplarını, prestij kaybını ve en önemlisi ciddi anlamda egemenlik kaybını kabul etmek zorunda kaldı.
ESKİ RUSYA DEĞİL AMA...
Osmanlı ile Rusya’nın yaşadığı yegâne savaşlar bu iki savaş değil kuşkusuz ama ben, biraz da bugüne benzerliği nedeniyle bu iki savaşı anlatmayı tercih ettim.
Neden bugüne benziyor Kırım Savaşı ve 93 Harbi?
Türkiye bugün Suriye krizi nedeniyle Rusya ile karşı karşıya. Rusya, evet o eski imparatorluk Rusya’sı değil, Sovyetler Birliği hiç değil. Zaten Türkiye de Osmanlı değil.
Ama yine de, Rusya ile bir krizli durumda baş başa kalmanın bedeliyle Batı Avrupa ile ittifak içinde Rusya’ya karşı durmanın bedeli arasında bir fark var. (Osmanlı’nın Batı ile ittifakı da ‘bedelsiz’ değildi, bunu da unutmayın.)
Bugün Türkiye ile Rusya’yı karşı karşıya getiren kriz, Suriye-Türkiye sınırının öteki tarafıyla ve Türkiye’nin güvenlik endişeleriyle ilgili. Bu kriz şu veya bu biçimde aşılacak; büyük ihtimalle Türkiye derin bir hayal kırıklığı yaşayacak.
RUSYA İLE ‘SORUN’ KALICI
Ama esas mesele, yani Türkiye ile Rusya’nın arasındaki artık rekabeti aşan düşmanca ilişki kalacak. Bir anlamda 18 ve 19. yüzyılların jeopolitiğine geri döneceğiz. Tarihten iki savaşı hatırlatmam boşuna değil. Tarihimizi daha çok hatırlayacağız önümüzdeki günlerde.
Türkiye geleceğini ve stratejisini planlarken artık bu gerçek ışığında plan yapmak, Rusya ile nüfuz alanı rekabetinin (hatta zaman zaman düşmanlığının) kalıcı olacağını hesaplamak durumunda. (Bu rekabet şu anda çok hızlı devam ediyor, merak eden Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun aralık ayı başından beri yaptığı dış gezilerin programına bir baksın, Rusya’nın Türkiye’yi ‘çevreleme’ politikasına bir cevap geliştirilmeye çalışıldığı açık seçik görülüyor.)
Soğuk Savaş, Amerika için taa 1989 yılında bitti. Avrupa için kısmen bitti ama Türkiye için galiba hiç sona ermedi.
Bu noktada Rusya’yı dengelemek ve kaybetmekte olduğu ticaret ve nüfuz alanlarını korumak için Batı’dan, yani Amerika değil ama Avrupa’dan başka döneceği yer de yok Türkiye’nin.
O yüzden, Avrupa Birliği çerçevesinde (özellikle de Almanya ile) ortaya çıkmış olan olumlu havayı bozucu söylemler yerine, bu havayı Türkiye ile AB’yi önce Suriye, sonra Rusya konusunda ortak bir politikaya yaklaştırmaya çalışmak sanki daha doğru bir tercih olur.
Paylaş