Öğretmen meselemiz için dört öneri

BU köşede daha önce onlarca defa yazdığım şeyleri tekrar etmek istemiyorum.

Haberin Devamı

Eğitim söz konusu olduğunda bu ülkede Cumhurbaşkanı’ndan başlayıp dağın başındaki çobanına kadar şikâyet etmeyen birini bulmak çok zor.

 

Üstelik bütün bu şikâyetler de haklı şikâyetler.

 

Pazartesi sabahı, 2010-11 doğumlu bir milyondan fazla çocuğumuz okula başladı. Bunların yüzde 70’i anaokuluna gidemediği için okulla ve öğretmenle pazartesi sabahı ilk kez tanıştı.

 

Bu çocuklar 12 yıl sonra, 2027-28 öğretim yılının sonunda liseden mezun olacak. Eğer şikâyet etmeye devam eder ama bir şey yapmazsak, onların sadece 100 bin kadarı gelişmiş ülkelerdeki yaşıtlarıyla rekabet edebilir temel becerilerle liseyi bitirecek. 300 bin kadarı ‘Türkiye için iyi’ diyebileceğimiz bir temel beceri seviyesine sahip olacak. Kalan 600 binden fazla çocuğumuz maalesef kendi anadilini okuyup anlama ve kendini o dilde ifade edebilme dahil hiçbir temel beceriye yeterince sahip olamayan insanlar olarak hayata karışacak.

 

Haberin Devamı

Bu çocuklar, birer vicdan azabı gibi önümüzde duruyor işte. Hiç değilse onları kurtaralım, içlerinden 100 değil 500 bin çocuğun dünyayla rekabet edebilir hale gelmesini sağlayalım.

 

Ama bunun için şikâyet etmeyi bir yana bırakıp bir şeyler önermemiz ve bir şeyler yapmamız gerek.

 

AK Parti hükümetleri, gerekli kaynağı ayırarak bazı kronik sorunların hızla çözülebileceğini gösterdi. Mesela derslik ve öğretmen sayısı sorunumuz çözüldü. Artık dünyanın yarıştığımız ülkelerine benzer derslik başına düşen öğrenci ve öğretmen başına düşen öğrenci ortalamalarına sahibiz.

 

Ama bu istatistiksel düzelme, mesela öğretmen kalitemizin de o aynı dünya ortalamasına yükselmesi anlamına gelmiyor maalesef.

 

Bir prensibi unutmayalım: Başarısız öğrenci yoktur, başarısız öğretmen vardır.

 

Haberin Devamı

Peki öğretmenlerimiz neden başarısız? Hemen alınganlık yapılmasın, elbette son derece başarılı öğretmenlerimiz var, hem de çok sayıda var ama eğitimin çıktısına baktığımızda maalesef bir başarı tablosu göremiyoruz, görebildiklerimiz de işte yüzde 10 seviyesinde bir başarıyı gösteriyor bize...

 

Burada tekil bireylerden değil sistemin ortalamasından söz edeceğim.

 

Onbinlerce kişilik kitleler halinde işe aldığımız öğretmenlerimizin genel eğitim seviyesi maalesef düşük. Çünkü her yıl mezun ettiğimiz o 100 kişilik en iyi öğrencilerimiz değil, ‘Türkiye için iyi’ dediğimiz 300 bin kişilik ikinci grup öğretmen yetiştiren üniversitelere girip öğretmen oluyor.

 

Haberin Devamı

Yani bizim öğretmenliği sosyal ve mali statüsü daha yüksek bir meslek haline getirmemiz, en iyi öğrencilerimizi öğretmen olmaya özendirmemiz gerekiyor, bu birincisi.

 

İkincisi, öğretmenlerimizin maaş ve sosyal statü dışında motivasyonlara da gereksinimi var. O motivasyonu olsun ki kendini geliştirsin, öğrencileriyle tek tek ilgilensin, özellikle geride kalan öğrencilerine daha fazla vakit ayırıp onları en yukarıya yaklaştırsın.

 

Üçüncüsü, öğretmenlerimize müfredat içinde serbest bir alan bırakmalıyız, onlara daha geniş inisiyatif vermeliyiz, kendi yöntemlerini geliştirmelerine onları teşvik etmeliyiz. Günün sonunda öğretmenleri öğrencilerinin sınav başarılarıyla ölçeceğimize göre, o başarıya farklı farklı yollardan gitmelerinde de sakınca görmemeliyiz. Hatta belki standart müfredattan vazgeçmeye, sonuç hedefleri koymaya cesaret etmeliyiz.

 

Haberin Devamı

Dördüncüsü, okullarımıza, evet ilkokuldan başlayarak her seviyede okulumuza, tek tek öğretmenlerimize tanıdığımız türden bir çeşit akademik özerkliği verebilmeliyiz. ‘Eğitim liderleri’ olması gereken okul müdürlerini sahiden ‘lider’ yapmalıyız, ceberut yöneticiler değil.

 

Ama en önce şikâyet etmekten vazgeçmeli, bir şeyler önermeli veya yapmalıyız.

 

MATEMATİK MÜFREDATI KONUSU...

 

İki gün önce eski Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, Habertürk gazetesindeki köşesinde eğitimle ilgili ilginç bazı veriler paylaştı. Dinçer’in yazdığına göre, ilköğretim öğrencilerimiz matematik dersini OECD ortalamasına göre 198 saat daha eksik alıyor ama buna karşılık ders içeriği mesela Singapur’dan iki kat fazla.

 

Haberin Devamı

Özellikle matematik, üst üste konarak öğrenilen bir ders. Yani, ta ilkokul üçüncü sınıfta bir konuyu yeterince iyi öğrenemediyseniz, lisede matematik dersini hiç anlamamanız ve dolayısıyla matematikten nefret eden birine dönüşmeniz hemen hemen garanti. Dolayısıyla aşırı yüklü müfredat ve buna karşılık yetersiz ders saati meselesi önemli. Dinçer bu durumu, ‘Suyu bardağa kovayla boşaltmaya çalışmak’ olarak değerlendirmiş.

 

Matematik veya başka bir derste müfredat/içerik ağır mıdır hafif midir, o yüke uygun ders saati var mıdır gibi konular beni aşan teknik konular.

 

Ancak bütün sorunların eğitimin tek bir merkezden ve hepsi de birbirinin aynı çocuklar/ürünler çıkarmak üzere sistematize edilmesinden kaynaklandığı çok açık.

 

Sorunlarımızın çözümü, eğitimi merkezileştirmekten uzaklaştırmakta ve çoğulculaştırmakta.

Yazarın Tüm Yazıları