Paylaş
Bizim topraklarımızda, Mersin Akkuyu’da tahsis edilen arazide Rus şirketi gelecek yapacak nükleer santralı.
Santral her biri 1200 MW gücünde dört üniteden oluşacak, yani tümüyle devreye girdiğinde 4800 MW kurulu güce sahip olacak.
Bu santralın varlığıyla birlikte Türkiye’nin ‘nükleer güç’ olacağını veya olmaya başlayacağını sananlar yanılıyor; dediğim gibi santral devletin değil Rus şirketinin malı olacak. Neyse bu yazının konusu ‘nükleer güç olmak veya olmamak’ değil. Türkiye isterse ve uluslararası anlaşmaları çiğneyecekse nükleer silah sahibi güç olabilir zaten. Yazının konusu Türkiye’nin enerji politikaları.
Dediğim gibi Akkuyu’da kurulacak nükleer santral Türkiye’nin kurulu gücüne 4800 MW’lık bir ilave getirecek. Oysa bu köşeyi takip edenler gördü; geçen hafta burada Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun resmi rakamını yazdım: Şu an itibarıyla EPDK’de ‘Güneşten fotovoltaik panellerle elektrik üreteceğim, param vs her şeyim hazır, bana lisans verin’ diyerek bekleyen tam 496 başvuru var ve bunların hepsi kabul edilirse Türkiye’de kurulu güç 7904 MW artacak. Yani nükleer santraldan fazla.
‘Nükleer santrala gerek yok, bakın aynı enerjinin fazlasını güneşten üretmek isteyenler kapıda kuyruk’ gibi bir şey söylemek istemiyorum, yanlış anlaşılmasın. Nükleer santral yapılmasını planlatan gerçek bu tartışmadan ayrı tartışılması gereken bir şey.
Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Son olarak Yırca’daki zeytinlik katliamıyla gündeme geldi; termik santral yapma iştahımızı güneş veya rüzgârdan enerji üretmek isteyenler sayesinde sınırlayabiliriz aslında.
Bakın, Yırca’daki termik santral için hükümet ‘Acil kamulaştırma’ kararı alabiliyor ama geçen hafta yazdığım lisansını almış rüzgâr üreticisi üretime geçebilmek için 8 yıl bürokrasiyle mücadele etmek zorunda kalabiliyor. İki ayrı tür enerji yatırımcısı arasındaki yarışın adaletsizliğine bakar mısınız? Birine hükümet sonuna kadar yardım ediyor, diğerine ise engel üzerine engel çıkarılıyor.
Bu adaletsizliği yasalarımızda da görüyoruz zaten. Yenilenebilir enerjiye devletimiz en çok 10 yıl alım garantisi verirken nükleeri üretecek Rus şirketine 15 yıl garanti veriliyor. Nükleere verilen fiyat garantisi de rüzgâr ve güneşe verilenden daha yüksek.
Nükleerde tasarım da teknoloji de (deneme aşamasındaki toryum bazlı santrallar hariç) son 50 yılda öyle radikal değişikliklere uğramadı, dolayısıyla bu teknolojinin kurulum maliyeti de işletme ve bakım maliyeti de o anlamda çok düşmedi ama rüzgâr ve güneşte teknoloji hem hızla değişiyor hem de maliyetler düşüyor; bu sayede rüzgâra ve güneşe yatırım düşük teşviklere ve eşitsiz yarışa rağmen kârlı aslında.
Bizim en önce doğalgaz yakanlar olmak üzere termik santrallardan vazgeçmemiz lazım.
Bunun için de önce kafamızı değiştirmemiz lazım.
15 yıl sonra enerjinin yarısı yenilenebilirden gelebilir
DÜNYA Doğal Hayat Vakfı WWF’nin Türkiye şubesi, Avrupa İklim Vakfı (ECF) ve Bloomberg New Energy Finance (BNEF) işbirliğiyle hazırlanan bir rapor dün açıklandı.
Sadece Enerji Bakanlığı’nın değil herkesin dikkatle incelemesi gereken bu rapora göre Türkiye 2030 yılında bütün enerjisinin yarısını yenilenebilir kaynaklardan elde edebilir ve bunun için yapılacak yatırım da termik kaynaklara yapılacak yatırımdan daha fazla olmaz.
Daha çok rüzgâr ve güneş
Türkiye 2013’te tükettiği elektriğin yüzde 29’unu yenilenebilir kaynaklarda üretti. Burada hidroelektrik santrallar önemli bir yer tutuyor, 2013’teki tüketimin dörtte biri orada üretilmiş; yüzde 4 ise rüzgâr ve jeotermalden gelmiş.
WWF-Türkiye’nin raporunda hidroelektrikten gelen payı yüzde 21’e düşmek üzere rüzgâr ve güneş ve elbette jeotermalden yüzde 29 elektrik üretilebileceği, böylece toplam tüketimin yarısının yenilenebilir kaynaklardan sağlanabileceği öne sürülüyor. Ve bundan da önemlisi, yenilenebilir kaynaklar için (daha çok rüzgâr ve güneş) yapılacak yatırıma harcanacak paranın termik santrallara harcanacak para kadar olacağı rakamlarla ifade ediliyor.
Madem toplum aynı parayı harcayacak, bunu neden temiz enerjiye harcamayalım?
Kömürü çıkarmasak olmaz mı?
BU bizim dünyaya da borcumuz; fosil yakıtları tüketmekten vazgeçmemiz gerek. Özellikle de yanma gücü düşük, kükürdü yüksek linyit kömürünü yakmayı bırakmalıyız. Kömürü çıkarmamalıyız bile.
Bunun için de elektriğimizi daha temiz kaynaklardan elde etmeliyiz. Rüzgâr ve güneş bu kaynakların adı.
Konu, ‘marjinal çevrecilerin fantezisi’ değil; Enerji Bakanlığı’nın, Hazine’nin ve hükümetin en önce bunu anlaması lazım.
Sonra da enerji yatırımcıları arasında hiç değilse eşitsiz rekabeti ortadan kaldırmalı hükümet.
Paylaş