Paylaş
Sıkıntı verici sığlıktaki ilk komplo teorimiz daha belgelerin açıklandığı geçen pazar gece yarısı twitter’da Türkler arasında konuşulmaya başlandı bile: Bu belgeler neden BUGÜN ortaya çıkmıştı?
Aslında bu sözleri söyleyip bir de yetmezmiş gibi bu olmayan ‘fikir’in üzerine dünyalar inşa edenler, belgeler dün de açıklansa, yarın da açıklanacak olsa aynı konuşmaları yapacaklardı. Bu düşünce sığlığı insanı canından bezdiriyor sahiden.
Sonra hemen ikinci kategori komplo teorisyenleri çıktı ortaya. Onların ‘analiz’ yeteneği de yüzyıl önce yazılmış Mrs. Marple, daha da önce yazılmış Sherlock Holmes veya bilemediniz biraz daha yakın zaman önce yazılmış Mike Hammer polisiyeleri düzeyinde. Hayat o kadar kolay ki onlar için, hemen ‘Bu belgeler kimin işine yarıyor?’ sorusuna kendilerince cevap buluyorlar ve bunu bulunca da ‘Hah işte, onlar sızdırdı’ diyorlar. Fakat bunu yaparken açıklanmış belgelerin tamamını okumaya zahmet bile etmiyorlar. İçişleri Bakanımız Beşir Atalay, bu türün iyi bir örneği, belgelerin İsrail’i kolladığını hemen tespit ediverdi. Halbuki ben belgeleri okudum, bende böyle bir kanaat uyanmadı.
Bir üçüncü tür var, onlar Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi NASA’nın basın toplantısı yapacak olmasını hemencecik ‘Gündem saptırma çabası’ olarak saptadılar. Onlara göre NASA, WikiLeaks’ten ilgiyi başka yere çekebilmek için bu toplantıyı alelacele yapmıştı.
Amerika’yı Türkiye sanıyorlar, aynı anda sadece bir konunun gündem olabileceğini düşünüyorlar. Oysa WikiLeaks bile o sırada yegane gündem değildi Amerika’da. O ülke aynı anda ondan fazla konuyu tartışabilecek bir ülke, bizimki gibi değil!
Bu arada NASA’nın bulgusunun Türkiye’de hiç konuşulmaması, konuşulduğunda ise ortaokul seviyesinde metaforlar yaratmaktan başka bir işe yaramaması da dikkatimi çekti.
Bu kadar mı hayatı politikadan ibaret sığ insanlar olduk hepimiz? Oysa NASA’nın açıkladığı yeni hayat formu, hayat denen şeyin ne olduğuyla ilgili var olan algımızı kökünden sarsan bir şeydi.
Dünya üzerindeki hayata bakarak bugüne kadar aynı şeyi söyledik hep. Hayatın oluşması için gereken bazı yapıtaşları var, bunlar altı element. Bu elementlerden biri bile bir gezegende yoksa, orada hayat olamayacağına kanaat getirirdik. Şimdi bir baktık ki kendi dünyamızda, bu altı elementten birinin yerine bir başkasını kullanan ve ‘yaşayan’ bir hayat türü var.
Ama bu bulgu bile bize heyecan vermedi, sadece bize de değil, dünya kamuoyuna da fazla heyecan vermedi. Oysa bilim dünyasında bir hayli heyecan verici gelişmeler yaşanıyor, her gün yeni yeni şeyler bulunuyor.
Bu yazının diğer parçalarında, benim gözüme çarpan iki heyecanlı gelişmeyi aktaracağım. Merakım şu; bu işlere benden başka heyecanlanan var mı
yok mu, görmek.
Türkiye’den dünyaya armağan: Kendini temizleyen kumaş
NTV BLM dergisinin Aralık 2010 sayısında okudum haberini, İstanbul Üniversitesi Çevre Mühendisliği bölümünden Doç. Dr. Hüseyin Selçuk’un yürütücülüğünde bir araya gelen 8 kişilik bir proje ekibi, kendi kendini temizleyen antibakteriyel kumaş üretti. Bunu nano teknoloji sayesinde yaptılar. Üretilen kumaşlar, bol miktarda çay, kahve ve boyayla lekelendi, kirletildi ve sonra görüldü ki kumaş 45 dakikada üzerindeki bakterileri dezenfekte ediyor, çay lekeleri ise 4-5 saat sonra tamamen ortadan kayboluyor.
Bu buluşun önemini anlatmaya bile gerek yok. Koca bir çamaşır makinesi sanayii, yanında deterjan ve yumuşatıcı sanayileri ortadan kalkabilir bu sayede.
Laboratuvarda üretilen kumaşın tek faydası bu da değil. Aslında yaratıcıları bunu hedeflememiş ama bir bakmışlar kumaşları aynı zamanda güneşten gelen morötesi ışınları da yüzde 99.5 oranında durduruyor.
Bebeğinizin başına eminim siz de şapka takıyorsunuz, güneşten etkilenmesin diye ama o şapka aslında bebeğinizi korumuyor, sadece sizin içinizi rahat ettiriyor, çünkü UV ışınları o kumaştan geçip bebeğinizin cildine zarar vermeye devam ediyor. Oysa bu yeni kumaş onu da koruyacak.
Gel de böyle bir buluştan ötürü heyecanlanma!
Uzun ömre bir adım daha yaklaşıldı
BU haberi de geçenlerde New Scientist dergisinde okudum; bilim insanları ömrü uzatma arayışlarında bir önemli aşamayı daha kat ettiler.
Buna göre, hepimizin hücrelerimizdeki DNA’ların en ucu diyebileceğimiz yere, ‘telomeres’ adı verilen bölgeye odaklandılar. Hücre bölündükçe DNA’nın tam ucunda duran ve DNA’yı koruyan bu bölge kısalıyordu ve bölünmeler sürerken bu bölge belli bir uzunluğun altına düştüğünde de bölünme duruyor, yani hücre ölüyordu.
Amerika’nın Boston kentindeki Dana Farber Kanser Araştırmaları Enstitüsü’nden bilim insanları, ‘telomerase’ adı verilen bir enzimin bu süreci yavaşlattığını fark ettiler ve
fareler üzerinde yaptıkları deneylerde bu enzimleri vererek farelerin ömrünü uzatmayı başardılar.
Henüz bu ilerleme insan üzerinde denenecek olgunlukta değil ama laboratuvar ortamında elde edilen başarı çok sevindirici. Çünkü gelişmenin yarattığı imkânlar arasında sadece ömrü uzatma yok, bu sayede gençleşme de mümkün olabilir.
Hadi buna da heyecanlanmayın ve WikiLeaks komplo teorilerine devam edin siz.
Paylaş