MilliyetçiliÄŸin yegâne ilacı Ä°slamcılık mıdır?

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın Mardin’de yaptığı konuşma tartışılmaya devam ediyor.

Başbakan bu konuşmasında ırkçılığa varan milliyetçiliği eleştirirken İslami referanslarla konuştu, gerek Hazreti Muhammed’in veda hutbesine ve gerekse Kuranı Kerime yaptığı göndermelerle ırkçılığı, kafatasçılığı mahkum etti.

Onun bu konuşmasına karşı Cumhuriyet Halk Partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu da, ırkçılığı değil ama milliyetçiliği savundu, ‘Atatürk milliyetçisiyiz’ dedi.

Bütün bu konuÅŸmaların baÄŸlamı, Türkiye’nin çözmeye çalıştığı ama bir türlü çözemediÄŸi Kürt sorunu. Bunu hiç unutmayalım.   Â
 
Esasen bu ülkede milliyetçilikle İslamcılık arasındaki bu tartışma yeni bir tartışma değil; bir bakış açısına göre 150-180, bir başka bakış açısına göre en az 100 yıllık bir tartışmadan söz ediyoruz.

Bağlam her zaman Kürt sorunu değildi kuşkusuz ama ne zaman ayrılıkçı, hatta toprak kaybettirici taleplerle karşılaşılsa bu tartışma da yeniden alevleniyor Türkiye’de. Başlangıçta Eflak Boğdandı, Bulgar sorunuydu, Yunan sorunuydu, sonra Arnavut sorunu, Makedonya sorunu oldu, arada Ermeni sorunu oldu, azınlıklar sorunu oldu, şimdi Kürt sorunu.

Ülkemizde Türk milliyetçiliği en yaygın siyasi anlayış. Bunu bazıları, ‘modern’ kılmak için ‘Ulusalcılık’ diye adlandırıyor, bazıları yumuşatmak için ‘Atatürk milliyetçiliği’ veya ‘Yurtseverlik’ diye adlandırıyor ama pratikte hepsinin çıktığı kapı aynı: ‘Türk’ün Türk’ten başka dostu yok.’

Bu haliyle içe kapanmacı, ötekini dışlayıcı, hatta bütün ötekileri düşman gören, hele hele aktif savunma halindeyken ‘düşman’ına karşı çok hırçın olabilen bir anlayış bu.

Tarihimiz, milliyetçiliğin hırçınlığının yarattığı sorunlarla dolu. Arada çok kanlı, çok utanç verici olaylar da var. Mesela 1915 Ermeni olayları, mesela Dersim, mesela Varlık Vergisi, mesela 6-7 Eylül.

Çok kolayca lumpen taraftar bulabilen, devletin de refleks olarak yanında yer aldığı bu anlayışın daha bu hafta Sinop’ta üç milletvekilini saatlerce bir binada can korkusuyla mahsur tutabildiğini de gördük.

Kürt sorununu çözebilmek için PKK ve onun  hapisteki lideriyle görüşmeler yürüten Başbakan Erdoğan’a en keskin muhalefetin milliyetçilikten gelmesi ve başbakanın da o milliyetçiliği eleştirmesi ilk bakışta doğru gibi gözüküyor. Ve dediğim gibi Başbakan bu eleştirilerini İslamcı argümanlarla yapıyor.

Türkiye’de sivil toplumda ve siyaset alanında, milliyetçiliğin ırkçılığa varan bu hırçın karakterine yönelik yegane eleştirinin İslamcı bakıştan gelmesi, beni biraz tedirgin ediyor doğrusu.

CHP gibi kendisini ‘solda’ tarif eden ve üstelik ‘Sosyalist ENTERNASYONEL’ üyesi bir partinin milliyetçiliğin bu yönüyle doğrudan hesaplaşmak, onu karşısına almak dururken ‘Atatürk milliyetçiliği’ gibi bu devletin ideolojisinin özünü oluşturan doktrine sarılması, bizim fikir fakirliğimizin dışa vurumu.

Oysa dünyanın her yerine milliyetçiliğe yönelik en tutarlı ve en sağlam karşı çıkış soldan gelmiştir.

Şunu unutmamak gerekir: 100 yılı aşkın rekabetlerinde Türkçülükle İslamcılık yer yer birbirlerinden etkilenip birbirlerine benzemeye başlamış iki fikri akım.

Bugün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da dahil, milliyetçi duygulardan arınmış bir İslam enternasyonalisti bulmak da, Nihal Atsız vs gibi şamanist geleneğe dönmekten söz etmiş, yani kendini İslamdan tümüyle arındırmış bir milliyetçi bulmak da imkansız.

Türkiye bir biçimde milliyetçiliğin en keskin versiyonlarıyla hesaplaşıp onları daha az keskin hale getirmeden Kürt sorununu çözemez, çözebileceği bir noktaya da gelemez.

Ama milliyetçiliğin yegane ilacının İslamcılık olduğundan da emin değilim.

Bir zamanlar bu ülkede böyle meselelere gerçekten ‘Özgürlük-Eşitlik-Kardeşlik’ penceresinden bakıp gerçekçi çözümler öneren güçlü siyasi akımlar ve onların taraftarları vardı.

Ne oldu onlara?
Yazarın Tüm Yazıları