Paylaş
Evet hatırlatmak; çünkü bu memlekette yeniden ‘normal’ ve ‘olağan’ hatırlatılması gereken bir şey oldu.
Örneğim Milliyetçi Hareket Partisi kongresi.
Biliyorsunuz bu parti haftasonunda kongresini yaptı. Başka partilerden farklı olarak bu partide birden fazla aday genel başkanlık için yarıştı. Yarışan adaylardan mevcut genel başkan Devlet Bahçeli ile Koray Aydın’ın en iddialı adaylar oldukları çok önceden belliydi. Nitekim Bahçeli daha seçimin birinci turunda 775 oy alarak genel başkanlığa yeniden seçildi. Bu arada diğer iddialı aday Koray Aydın da 441 oy aldı.
Birinci normal ve olağan, partilerin genel başkanlığı için birden fazla adayın yarışmasıdır. Böyle bir yarışmanın ‘Ben solcuyum, liberalim, muhafazakar demokratım’ diyen partilerde değil de sık sık otoriterlikle suçlanan MHP’de olması ders verici nitelikteydi. Üstelik bu yarışmanın kavgasız gürültüsüz ve pek medenice yapılması da MHP’ye kısmet oldu.
Ama bu ayırt edici özelliğin vurgulandığını, yazılan ‘MHP analizleri’nde nedense göremedik.
Hadi oradan geçelim. Rakibi Koray Aydın’ın kongrede 441 oy almış olması, dün neredeyse bütün gazetelerimizde ve benim okuyabildiğim köşelerde,
‘Bahçeli’nin otoritesinin sarsılması’ olarak yorumlandı, okuyucuya aktarıldı.
Bunu böyle yapan gazete ve köşelerin bazılarının her fırsatta parti içi demokrasiden, fikirlerin serbestçe yarışmasından söz ettiğini hatırlatmam gerek.
E o zaman bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu.
Biz liderlerimizin partilerinin yegane sahibi, masaya vurdu mu ses getiren, partisinde tek bir ‘çatlak ses’e dahi izin vermeyen kişiler olmasını mı istiyoruz? Eğer bunu istiyorsak, bazı partiler için ‘Ama orada parti içi demokrasi yok’ eleştirisinden de vazgeçmemiz gerekmez mi?
Aynı anda hem demokrasiyi hem otoriterliği istemek, bize özgü çelişkilerden biri.
Ben ‘normal’i, ‘olağan’ı ve savunulması gereken basit doğruları hatırlatayım bir kez daha:
- Partiler içinde farklı görüşler olabilir, olmalıdır.
- Parti içi muhalefet, bir kan davası gibi yürütülmediği sürece o parti için faydalıdır.
- Demokratik bir ortamın lideri, toplantıda ilk değil en son konuşandır, arkadaşlarını konuşmaya teşvik edendir.
- Parti içi bir seçimde yüzde 100 oy alamayan liderin otoritesi sarsılmaz, karizması eksilmez.
Türkiye’nin hukuk devleti olduğunu hatırlayan yok mu
ANAYASAMIZIN meşhur ifadesiyle ‘Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti.’
Hukuk devletinde en basitinden idarenin ve adliyenin bütün işlemleri hukuki bir dayanağa sahip olmak, yani ‘hukuki olmak’ zorunda.
Cumartesi günü Ak Parti’yi yakından izleyen arkadaşımla 29 Ekim’de Cumhuriyet Bayramı kutlamak isteyenlere polis müdahalesini konuşuyoruz.
‘Başbakan her şeyi kendisiyle bir bilek güreşi olarak algılıyor’ diyor. Evet, bunu ben de geçen hafta yazdım ama 29 Ekim göstericilerinin üzerine salınan polisi bilek güreşinin bir unsuru olarak saymaya cesaret edemem. Çünkü bana göre bu büyük bir iddia olur; böyle büyük bir iddia masa başında basit bir analiz gibi söylenemez, kanıtlanması gerekir.
Neden kanıtlanması gerekir? Çünkü polisin bir olaya, bir gösteriye müdahalesi sonuçta idari ve hukuki bir işlemdir. İdarenin (burada Ankara Valiliği) siyasi saiklerle polise talimat verdiğini söylemek için ‘kanı’ların yeterli olmaması, ‘kanıt’ların bulunması gerekir bana göre.
Ama Ak Parti’nin yanındaki insanlar bile ‘kanı’ları yeterli görüyorsa, üstelik bu ‘kanı’daysa, bizim bir hukuk devleti olduğumuzu hatırlamıyorlar demektir.
Aynı şey, dünkü Radikal’de de vardı. Gazetenin yazarı Ezgi Başaran, akademisyen Aksu Bora ile konuşmasına şu soruyla başlamış: ‘Ak Parti gibi bir parti hangi saikle Cumhuriyet Bayramı kutlamasının sokakta yapılmasını engeller?’
Belli ki Başaran’ın ve söyleşi konuğunun da ‘kanı’sı bu yönde.
Tamam olabilir ama birilerinin de bize hukuk devletini, kolluk kuvvetinin siyasetin değil hukukun emrinde olması gerektiğini falan hatırlatması gerekmez mi?
Demokrasi birden fazla sayıda partinin birbiriyle amansız rekabetinden ibaret bir şey değildir. Bu rekabet hukuk kuralları içinde olduğunda o ülke ‘demokrasi’ olabilir ancak.
Paylaş