Paylaş
Diyelim ki tartışmamız ülkemizde çocuk istismarı.
Medyaya fırsat kalmadan meseleyi içerikten biçime kaydırma işini politikacılarımız elbirliğiyle yaptı bile.
Çocuk istismarının ve bunun engellenmesi için yapılması gerekenlerin konuşulmasına kimse enerji harcamazken bir belden aşağı tartışmaya döndürdü siyasetçilerimiz işi ve şimdi hepimiz olanca enerjimizle bunu konuşuyoruz.
Neden böyle yapıyoruz?
Neden her meselemizi içeriğiyle ve çözümü yolunda çaba harcayarak konuşmak yerine bu meselenin konuşuluyor olmasını birer kavga konusu haline getiriyoruz?
Neden içerikten ziyade biçimle ilgiliyiz?
Bu sorunun cevabını bilmiyorum; herkes gibi yapıp bin tane spekülasyondan söz edebilirim ama onu da yapmayacağım.
Ancak onun yerine, içerikten çok biçimle ilgili olmamız yüzünden başımıza gelenlere, yani bu kötü alışkanlığımızın yarattığı kimi sonuçlara değinebilirim.
Bu sonuçlardan birini bir uluslararası kuruluş geçen hafta yüzümüze vurdu, ben de MEF Üniversitesi’nden Prof. Dr. Erhan Erkut sayesinde haberdar oldum.
Bizim iş dünyamızın ve siyasetçilerimizin her yıl ocak ayında sevinç içinde gittiği Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nu düzenleyen WEF, geçen hafta web sitesinde Kanada’daki bir araştırma kurumunun yayımladığı ‘Dünya Yaratıcılık Endeksi’ni duyurdu.
‘Martin Prosperity Institute’ adlı kurum tarafından yapılan Dünya Yaratıcılık Endeksi’nde Türkiye, sıralamaya konu 139 ülke içinde 88. sırayı ancak alabildi.
Endekse bakacak olursanız hiçbir şart altında kendimizle kıyaslamadığımız, çünkü bizden daha kötü durumda gördüğümüz pek çok ülkenin yaratıcılıkta bizi geride bıraktığını da görüyorsunuz.
Peki neden böyle?
Endeksi hazırlayanlar üç temel parametreye bakmışlar: 1. Teknoloji; 2. Yetenek; 3. Hoşgörü.
Teknoloji derken, ülkenin araştırma-geliştirme harcamalarına ve o ülkede alınan patentlerin ülke nüfusuna oranına bakılmış.
Yetenek derken, ülkedeki yetişkin ve üniversite mezunu nüfusun toplam işgücü içindeki oranına bakılmış.
Ve hoşgörü derken de göçmenlere, ırksal ve etnik azınlıklara, homoseksüellere yapılan muameleye bakılmış.
Sonuç olarak Türkiye, teknoloji endeksinde 53., yetenek endeksinde 58. ve hoşgörü endeksinde 123. sırayı almış; hepsinin ortalamasında da endekste bize 88. sıra uygun görülmüş.
Elbette teknolojide de, yetenekte de daha ileri yerlere gelebiliriz ve gelmeliyiz ama burada hoşgörü endeksinde alınan puanların Türkiye’yi diğer alanlara göre daha geri bir noktaya taşıdığı kesin.
Peki yaratıcılık için, yani yeni teknolojilere açık olmak, yapılan işleri sürekli geliştirmek, yeni yeni ürünler ortaya koymak için hoşgörü neden önemli olsun?
Bu soruyu sorduğumuz anda, hoşgörü puanımızın neden düşük olduğunun cevabını da almış oluyoruz aslında.
O yüzden ülkemize gelmiş olan Suriyeli astronot kurtuluşu Amerika’ya gitmekte buluyor; yetenek, daha doğrusu ‘yaratıcı sınıf’ havuzumuza göçmenleri, ırksal ve etnik azınlıklarla homoseksüelleri daha baştan dahil etmiyoruz...
Bırakın azınlıkları, birbirimize tahammülümüz bu kadar azken, konuları içeriği yerine biçimi üzerinden tartışıp meseleleri çözmek yerine birbirimizi gagalamaya çalışırken hangi hoşgörü?
GİDEMEDİĞİM TASSA TOPLANTISI
TASSA bir derneğin adı, ‘Turkish-Amerikan Scientist and Scholar Association-Türk/Amerikan Bilimci ve Araştırmacılar Derneği’.
Dernek genellikle iki yılda bir, bir Amerikan üniversitesinde toplantılar yapıyor, Amerika’da araştırma yapan Türkiye kökenli araştırmacılara ödüller verdiği gibi türlü çeşitli önemli konularda panel tartışmalar da düzenliyor.
TASSA’nın bu yılki toplantısı geçen hafta Chicago’da yapıldı; Türkiye’den de Bilim, Teknoloji ve Sanayi Bakanı Fikri Işık da toplantıya katılıp bir konuşma yaptı.
Çok önemli çalışmalar yapan Türkiye kökenli genç bilimciler ödüllendirildi; toplantılarda Nobel ödüllü Aziz Sancar kendi çalışmalarıyla ilgili kapsamlı bir sunum yaptı.
Aslında toplantılara ben de davetliydim ama gidemedim; onun yerine sağ olsun Prof. Ercan Alp’in gönderdiği linklerden toplantıların 20 saatlik video kaydını izledim.
Türkiye, halen Amerika’da çalışmakta olan bilimcilerini ülke yetenek havuzuna dahil etmek istiyor ama diğer yazıda da vurguladığım hoşgörü eksikliği meselesi yüzünden bunu bir türlü başaramıyor.
Son TASSA toplantısında, kendileri hiç de siyasetle ilgiliymiş gibi durmayan genç bilimcilerin ödüllerini Türkiye’de hapisteki akademisyenlere adaması bile bu hoşgörü meselesinin ne kadar önemli olduğunun kanıtı olsa gerek.
Paylaş