Paylaş
Konumuz maalesef Kıbrıs. Ama durun, hemen kaçmayın. Çünkü Kıbrıs, hiçbir zaman sadece Kıbrıs değil!
Dünkü gazetelerde 12 Eylül darbe yönetiminin bir hayli yetkisiz olduğu anlaşılan Başbakanı Bülend Ulusu’nun Meclis’te kurulan darbeleri araştırma komisyonuna verdiği ifadenin metni vardı.
Ulusu, konuşmasının bir yerinde, mealen aktarıyorum, ‘Her şey Kıbrıs yüzünden’ diyordu; ‘Adaya çıkıldıktan sonra sorun çözülmediği, çözümsüz bırakıldığı için Türkiye’de terör arttı, (dış mihraklar) bir yandan sol örgütleri destekleyip silahlandırdılar bir yandan da onun karşısına sağ örgütleri çıkardılar.’
Bu analizin bir benzerini zamanında eski bir MİT müsteşarından Ermeni meselesi ve ASALA terörü bağlamında da dinlemiştim, daha önemlisi Kürt sorununun silahlı ayrılıkçı teröre dönüşmesi anlamında PKK konusunda da.
Gerek bir eski başbakanın ve gerekse bir eski MİT Müsteşarının (ve aslında devlette, özellikle de dışişlerinde görev yapmış başka pek çok kişinin) ortak analizinde, Türkiye’nin derin istikrarsızlıklara girişinin temel sebebi olarak Kıbrıs meselesinin gösterilmesini haklı bulanlardanım.
Türkiye, Kıbrıs’a çıkartma yapıp adanın üçte birden biraz fazlasını kontrol altına aldığında haklı bir dava güdüyordu.
Ama bu haklı davanın diplomasi masasında da aynı başarıyla sonuçlandırılması gerekiyordu.
Bir kısmı bizden bir kısmı Yunanistan tarafından kaynaklanan sebeplerle Kıbrıs meselesi 1974’teki harekatı izleyen yıllar içinde, bugün de dahil, sonuca bağlanmadı. Oysa Türkiye 1977-78’de masada da bir çözüm bulabilirdi bu soruna.
Kıbrıs’ta çözümsüzlüğü savunmanın, çözümü bir türlü sağlayamamış olmanın bedelini bugün dahil ödüyoruz.
Bakın bir eski başbakan 70’li yılların terörünü Kıbrıs’a bağlıyor. O zaman 12 Eylül darbesi de dolaylı olarak Kıbrıs yüzünden oldu.
Bir eski MİT müsteşarı PKK terörünü Kıbrıs’a bağlıyor. Ki haksız değil, uzun yıllar PKK temel askeri gerilla eğitimini Yunanlı subaylardan aldı; Atina’da PKK kampları vardı; bu örgütün kara parası Güney Kıbrıs’ta aklandı ve örgüte aktarıldı. Öcalan bile Suriye’den çıkıp Atina’ya gitti. Bir Yunanistan istihbarat görevlisi Öcalan’a son gününe kadar sadık kalmaya devam etti, bunu da Yunanistan’da çıktığı mahkemede kendi ülke sevgisiyle izah etti.
Bugün hâlâ Avrupa Birliği’ne girememiş olmamızın arkasında yatan sebep de Kıbrıs.
Kıbrıs’ın bedeli öde öde bitmiyor anlayacağınız.
Kıbrıs’ı zamanında çözmüş olsaydık...
BURADA bir ‘Öyle olmasaydı da şöyle olsaydı’ tarzı alternatif tarih yazma çalışması yapıyor değilim.
Ama Türkiye’nin açık durmaya devam eden yaralarının en önemlisi olan Kıbrıs konusunda alternatif maliyetleri düşünmemiz de lazım.
Eğer Kıbrıs sorunu, 1974’ten sonra taraflar masaya oturduğunda ‘istersek Adanın tamamını da alırız, hatta Atina’ya 1 haftada gireriz’ alınmış olsaydı, İsviçre’de yapılmakta olan görüşmelerde bir sonuca da ulaşılabilirdi.
* Ve diyelim 1977’de Kıbrıs’ta bir konfederasyon veya federasyon yoluyla çözüm bulup Türk askeri adadan çekilmiş olsaydı, belki de tam da o yıl ansızın çok tırmanın terör belasını bu denli ağır yaşamayabilirdik.
* Kahramanmaraş, Çorum gibi mezhep kavgası boyutu da bulunan kanlı çatışmalar yaşanmayabilirdi.
* ASALA denen örgüt KGB tarafından kurdurtulmayabilirdi. Onlarca diplomatımız şehit düşmeyebilirdi.
* 12 Eylül darbesi yaşanmayabilirdi.
* Kürt sorununu ve hatta ayrılıkçılığı silahla değil de siyaset yoluyla dile getiren akımlar önce 12 Eylül darbesi sonra PKK karşısında yenilgiye uğramaz, Kürt sorunu 40 bin can alan bir faciaya dönüşmezdi.
* Belki de taa 1981’de Türkiye, Yunanistan’la birlikte Avrupa Birliği’ne üye olmuş olurdu.
İki büyük gövde gösterisi
KAPIYI Adalet ve Kalkınma Partisi açtı, İstanbul il kongresini büyük bir miting şeklinde örgütledi ve 50 binden fazla insanı Telekom Arena Stadı’na doldurdu.
Ardından Fethullah Gülen’in manevi önderliğindeki ‘cemaat’ de yıllardır düzenlediği Türkçe Olimpiyatları’nı bu yıl çok özel biçimde sonlandırmaya karar verdi; 50 binden fazla insanı Telekom Arena Stadı’na doldurdu.
Her iki devasa toplantı da, kuşkusuz bir il kongresi olmanın veya Gülen cemaati tarafından dünyanın dört bir yanında yaptırılan okulların bu yabancı insanlara Türkçe sevgisini nasıl aşıladığını gösteren bir organizasyonun final gecesi olmanın ötesinde anlamlar taşıyordu.
Açıkçası bunlar birer gövde gösterisi olarak örgütlenmiş, düşünülmüş, uygulanmış şeyler.
AK Parti, sonunda bir siyasi parti. Onun gövde gösterisi yapmasını bir yere kadar normal karşılayabilirsiniz.
Ama cemaat, ne parti ne de başka bir şey.
AK Parti açısından stadyumda kongre yapmak masraflı bir şey olsa da bu masrafa katlanılabilinir, çünkü bu çeşit gövde gösterileri sonunda siyasi kazanç.
Ancak cemaat açısından bunca masrafa katlanıp bu gövde gösterisini yapmanın anlamını çözmek çok kolay değil. Herhalde AK Parti, cemaatin gövde gösterisi hakkında düşünmeye başlamıştır.
Paylaş