Paylaş
Bakın, madde şöyle:
“1. Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir; bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, kamuya açık veya kapalı ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir.
2. Din veya inancını açıklama özgürlüğü, sadece yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda kamu güvenliğinin, kamu düzeninin, genel sağlık veya ahlakın ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli sınırlamalara tabi tutulabilir.”
Bir de, ‘İfade özgürlüğü’ başlığını taşıyan 10. madde var, o da şöyle:
“1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.
2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
Ülkeler, her iki maddenin de ikinci fıkralarında yer alan ve hakkın kısıtlanabilirliğini öngören cümlelerden hareketle yasalarında çeşitli kısıtlamalar getirmiş; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu maddelere ilişkin verdiği kararlarda yaptığı yorumlarla ülkelerin kimi kısıtlamalarını ‘aşırı’ bulmuş, uzun yıllar içinde ciddi bir külliyat oluşmuş.
Bu külliyata Türkiye’nin çok büyük bir katkı yaptığını biliyoruz; çünkü ülkemizde gerek düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, gerekse ifade özgürlüğü hâlâ daha Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin öngördüğü sınırların ötesinde çok daha fazla kısıtlı. Böyle bir kısıtlılık hali olduğu için de hükümet ocak ayında bir yeni ‘ifade özgürlüğü paketi’ni Meclis’e getireceğini açıkladı zaten.
Daha önce defalarca yazdım; Türkiye’de sorun ‘gazetecilerin baskı altına alınıp hapse atılması’ sorunu değildir. Sorun, ifade özgürlüğünün kısıtlı olması sorunudur. Bu kısıtlılıktan nasibini alıp hapse düşenler veya hapis tehdidiyle yargılananlar da sadece gazeteciler değil.
Bu satırları yazarken Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı ile Samanyolu TV Grup Başkanı Hidayet Karaca’nın mahkeme tarafından tutuklanıp tutuklanmadığı belli değildi. Ancak bu yazı bağlamında Dumanlı ve Karaca’nın tutuklanıp tutuklanmaması çok önemli değil. (Onlar için çok önemli kuşkusuz, özgürlüğünü kaybetmek, hapse girmek hiç azımsanacak şeyler değil, umarım meslektaşlarım tutuklanmaz.) Hapis tehdidiyle soruşturuluyor ve belki yargılanıyor olmak da ifade özgürlüğünü kısıtlar.
Peki ne yapmışlar da soruşturuluyor Dumanlı ile Karaca? Resmi suçlama, ‘Terör örgütü kurmak ve yönetmek’. Nasıl kurmuş ve yönetmiş olabilirler? Gazetede haber yaparak, köşe yazısı yayınlayarak ve TV’de dizi yayınlayarak emniyet güçleriyle birlikte masum olduğu söylenen bir grubu hapse attırmışlar...
Yani Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca ellerine silah almış, gazetecilik dışı bir alana geçip suç işlemiş değiller. Yaptıkları ifade özgürlüğüne dair şeyler.
Hoşumuza gitmese de, yaptıklarını biz beğenmesek de, hatta yazılanı ve TV’de gösterileni manipülatif ve sakıncalı bulsak da bunların hepsi ifade özgürlüğü sınırlarında şeyler.
Her suç duyurusu bir kumpas mı?
TÜRKİYE’de savcılıklara her yıl yüz binlerce vatandaş suç duyurusunda bulunuyor. Buna bir de polise ve savcılıklara yapılan suç ihbarlarını ekleyin, milyonlara varırsınız. Zaman zaman da savcılar gazetelerde çıkan haber ve köşe yazılarını ihbar kabul edip soruşturmaya başlarlar. Toplam rakama bunları da ekleyin.
Peki ama böyle bir ihbar sonucu başlayan soruşturmanın sonunda masum vatandaşlar hapse atıldıysa, onları hapse atalım derken polisler deliller uydurup komplolar düzenlediyse, suç ihbarcıda mıdır, polis ve savcıda, hatta giderek hâkimde midir?
Kötü gazetecilik suç değil kabahattir
ÇOĞULCU toplumlarda belli siyasi partilerin, grupların görüşlerini dile getiren militan gazeteler de çıkar.
Ben bugüne kadar Zaman gazetesinin ‘bağımsız’ olduğunun söylendiğini duymadım; ülkede herkesin bildiği bir şey, bu gazete (ve Samanyolu medya grubu televizyonları) Fethullah Gülen’e yakınlık duyan cemaatin yayın organı.
Zaman zaman diğer görüşlere hoşgörülü yaklaşabilen ama her keskinleşme anında kendi özüne dönen Zaman gazetesini ‘militan gazete’ kategorisine sokmak gerekir. (Bugün MHP’nin Ortadoğu’su, Saadet Partisi’nin Milli Gazete’si, İşçi Partisi’nin Aydınlık’ı gibi doğrudan parti tarafından kontrol edilen üç militan gazetemiz var zaten. Buna bir de çeşitli dini cemaatlerin ve kimi örgütlerinin yayın organlarını eklersek, militan yayın organı sıkıntısı çekmediğimiz anlaşılır.)
Fakat yayın organının militan olması, belli bir görüşün propagandasını yapması onların ifade özgürlüğünden eksik yararlanmasını meşru kılmaz.
Böyle durumlarda ifade özgürlüğünün sınırı, insanları şiddete ve nefrete teşvik etmemektir.
Paylaş