Paylaş
Bu konuda okuduğum en çarpıcı kitaplardan birini, Yapay Zeka’nın öncü isimlerinden biri olan Marvin Minsky yazmıştı: ‘The Society of Mind.’ (‘Akıl Toplumu’) diye çevirsem ayıp olur mu?
Minsky’nin kitabının temel iddiası şuydu: Beynimiz/aklımız hiyerarşik bir toplumdur. En basit işler, motor refleksler vs toplumun daha alt düzey ‘uzman’ üyeleri tarafından üstlere sorulmadan yerine getirilir ama mesele karmaşık kararlara gelince bazen iki veya daha fazla alt üye birbiriyle çatışabilir, çelişebilir. Bu durumda ‘patron’ devreye girer, bir karar verir ve o uygulanır.
Gerçekten de, bir karar vereceğimiz zaman beynimizin içinde birbiriyle çelişen iki fikri birden ‘işitiriz.’ Diyelim pastadan bir dilim daha almakla almamak arasında kalırsınız. Bir taraf ‘al yahu ne olacak’ der, öteki taraf ‘Yemezsen ölmezsin, alma.’
Çok daha önemli konularda da aynı şey olur. Bir taraf yap der öteki taraf yapma.
Bugün üçüncü pazar, David Eagleman’ın ‘Incognito’sunu anlatmaya devam ediyorum.
Eagleman, kitabının bir noktasında Minsky’nin teorisini tartışıyor. Evet ona göre de beyin bir ‘toplum.’ Ama bu toplum tümüyle hiyerarşik değil. Hatta neredeyse eşit seviyedeki rakiplerden oluşuyor.
Bazen konuyu çok basitleştirip, bir karar anında hissedilen çelişki için ‘duygusal tarafım’-’mantıklı tarafım’ ayrımı yapılır. Bu ayrım belki tümüyle yanlış değil ama aslında çok eksik.
Çünkü belki farkındayız belki değiliz, çoğu zaman bir karar anında ikiye değil daha fazlaya bölünüyoruz. Altta, aynen siyasi partilerde veya çoğulcu demokrasiye sahip ülkelerde olduğu gibi bir dizi, belki onlarca ayrı tartışma oluyor. Taa en sona gelindiğinde belki iki seçenekten biri öne çıkıyor ama oraya gelene kadar beynimizde ciddi bir çoğulcu çok partili demokrasi çalışıyor.
İki beyinli insanlar
BEYNİMİZİN sağ ve sol yarısı aslında birbirinin aynısı ve bu iki yarıyı ‘corpus callosum’ adı verilen bir nevi ‘kablo’ birbirine bağlıyor.
50’li yıllarda bu bağ kopartılırsa ne olur sorusu ortaya atıldı ve kedi ve maymunlarda deneysel ameliyatlarla bu bağ kesildi. Peki ne oldu? Hemen hemen hiçbir şey. Hayvanlar normal davranmaya, normal yaşamaya devam ettiler.
Bunun üzerine 1961 yılında bir epilepsi hastasına aynı ameliyat yapıldı; amaç krizlerin beynin bir tarafından diğer tarafına geçmesini engellemekti. Ve ameliyat başarılı oldu; epilepsi krizleri kesildi. Daha da ilginci hastalar normal hayatlarını sürdürdüler, beyin fonksiyonları eskisi gibi çalıştı.
Ama derken tuhaf şeyler gözlenmeye başlandı. Eğer, akıllı bir stratejiyle beynin sadece bir tarafına bir bilgi verilirse diğer taraf cahil kalıyordu. Bir taraf bir şeyi öğreniyor ve başarıyla yapıyor, öteki taraf öylece kalıyordu. Sanki hastanın iki beyni vardı!
Ama tersi de var. Biliyorsunuz beynin sağ tarafı bizim sol yarımızı, sol tarafı ise sağ yarımızı yönetiyor.
Şöyle bir deney yapıldı: Beynin sol yarısına ‘elma’ kelimesi gösterildi, öteki yarıya ise ‘kalem.’ Ve sonra hastadan gördüğü ilk şeyi eline alması istendi. Sağ el elmaya, sol el ise kaleme yöneldi.
İki yarı birbirlerinden habersiz kendi hayatlarını yaşıyordu.
Zaman içinde araştırmacılar beynin iki yarısının birbirinden farklı ‘kişilik’lere ve yeteneklere sahip olduğunu saptamaya başladı. Bu farklar arasında soyut düşünme yeteneği, hikaye uydurma yeteneği, hafıza ve kumarda daha iyi seçimler yapma gibi özellikler vardı.
İki yarı kesinlikle birbirinden farklıydı ve aradaki ‘kablo’su kesilmemiş bizlerde bu fark, birbirine rakip iki beynin sürekli çatışmalar yaşaması şeklinde tezahür ediyordu.
Yarım beyinle normal hayat
ŞAŞIRTICI bir şey: Eğer bir sebeple, 8 yaşından küçük bir çocuğun beyninin bir yarısı çıkartılmak zorunda kalınırsa, o çocuk gayet normal ve iyi bir hayat yaşayabilir. Beynin kalan yarısı, giden yarının yerini rahatça doldurabilir; çocuk hayatı boyunca okuyup yazabilir, matematik yapabilir, satranç oynayabilir, arkadaş edinebilir, ailesini sevebilir...
Yalancılık insan doğasının bir parçası
BEYNİ ikiye ayrılmış bir hastanın sol beynine tavuk, sağ beynine ise karlı bir kış günü resmi gösteriliyor. Ve sonra hastaya, az önce gördüğü şeyi en iyi temsil eden kartı masadan seçmesi isteniyor.
Hastanın sağ eli tavuk, sol eli ise kar küreme küreğini gösteriyor. Bunun üzerine hastaya neden kar küreğini gösterdiği soruluyor.
Bu noktada, dil yeteneğine sahip olan sol yarının sadece tavuğı gördüğünü, kar küremeyle ilgili hiçbir bilgiye sahip olmadığını hatırlayalım.
Fakat buna rağmen beynin sol yarısı bir saniye bile sektirmeden cevabı veriyor: ‘Tavuk kümesini temizlemek için küreğe ihtiyaç var.’
Evet, beynin bir yarısı bir seçim yapıyor, diğer yarısı da o seçimi bir biçimde meşru kılacak bir hikaye uyduruyor.
Eğer hastanın beyninin sağ yarısına ‘Yürü’ komutunu bir resim göstererek verirseniz hasta hemen ayağa kalkıp yürümeye başlıyor. Onu dudurup ‘Nereye’ diye sorarsanız sol yarı hemen cevabı uyduruyor: ‘Bir su alacaktım.’
Beynimiz sadece bizi kandırmak için değil, bizi kandırıldığımızı bile fark etmeden inandırmak için var.
Beynimizin sol yarısı, büyük olasılıkla davranışlarımızı ‘anlamlandırıyor.’
Neden yaptığımızdan tam da emin olmadan bir şey yaptıysak, o nedeni bize beynimizin sol yarısı ‘uyduruyor.’
Paylaş