İslamofobi ve İslamofaşizmin ardındaki basit gerçek
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
CENTER for American Progress isimli düşünce kuruluşunun cuma günü yayınladığı bir rapor fazlasıyla aydınlatıcı.
Amerika’da başlayan ama neredeyse ülkemizde bile taraftar bulan ‘İslamofobi’ ve ‘İslamofaşizm’ tabirlerinin nasıl birileri tarafından özel maksatlarla ortaya atıldığını, nasıl yaygınlaştırıldığını, bu sözde ‘uzman’ların nereden kaç para alarak bu işi yaptıklarını, Amerikan kamuoyunu, yasama süreçlerini nasıl etkilediklerini ortaya koyan bir rapor bu. Oldukça kapsamlı bir araştırma sonunda ortaya çıkan bu güzel raporu yazanlar, neredeyse sevinçle, ‘Karşımızda büyük bir kalabalık ve çok derinlerde bir komplo yok’ diyorlar. Elbette bu söylediklerinin Amerikan iç politikası için ve Amerikalı Müslümanlar için bir karşılığı var ama buradan bakınca aslında çok az kişi tarafından başlatılan bir kara propagandanın bu kadar güçlü ses getirmesi korkulacak bir durum. Raporla ilgili dünkü gazetelerde çıkan haberleri okumuşsunuzdur, benim uzun uzun raporu özetlememe gerek yok. Benim söyleyeceğim, en fazla açık topluma bir övgü olabilir; çünkü bir yandan bu karanlık işler çevrili ama bir yandan da birileri bu karanlık işleri çevirenleri ortaya çıkarıyor. Hepsi, açık toplum sayesinde. Burada açık toplumun nimetlerini ve onun gerek şartı olan sınırsız ifade özgürlüğünü anlatmaya çalışsam kesin yanlış anlaşılacak, hemen yazdıklarımın Ergenekon’la veya başka şeylerle ilişkisi kurulur olacak o yüzden oralara hiç girmiyorum. Ama diyeceğim şudur: Medya özgürlüğü ve ifade özgürlüğü dediğim şey öyle basite alınacak, ağızlarda sakız olup sonra fırlatılıp atılacak bir şey değil. Bu özgürlükler elbette yanında bir sürü kötü şeyle birlikte geliyor, işte örneğini verdim, açıkça bir dine karşı ırkçı-ayrımcı propaganda yapılabiliyor. Ama bu sakıncalar da sonuçta aynı özgürlük ortamı sayesinde gideriliyor, böyle raporlar yazılıyor.
Genelkurmay’ın bayram şekeri
SABAH bir uyandık ki, Genelkurmay Başkanlığımız lutfetmiş, 27 Nisan 2007’de gece yarısı yayınlanan muhtırasını kendi web sitesinden kaldırmış. Buna sevinmeli miyiz, üzülmeli miyiz bilemedim. Bu utanç ortadan kalktığı için sevinelim elbette ama aradan bunca zaman geçtikten sonra bu bildirinin kalkmasına, ‘O bildiri oradan kalkmalı’ diyen Başbakana ve bakanlara rağmen bildirinin düne kadar durmaya devam ediyor olmasına da üzülüyorum açıkçası. Askerin kendi kendine koyduğu ve sivil sisteme açık tehdit içeren bir bildirinin, üstelik suç unsurları taşımasına rağmen, bunca zaman siviller tarafından oradan kaldırtılamamış olması ve bildiriyi yine askerin kendi kendine kaldırması, bence ülkemiz hakkında çok şey söylüyor. Bildiri oradan kalkmış olsa da, bildirinin ruhunu en son Işık Koşaner’in konuşmalarında yeniden görmedik mi? Mesele o ruhu ortadan kaldırabilecek miyiz?
Yalçın Abi’ye veda
ANNEM gazeteciydi, o yüzden çocukluğum gazete binalarında, yazıişleri salonlarında, klişehanelerde, mürettiphanelerde geçti. Mesleğe de çocuk denecek yaşta başladım, 14 yaşında. İlk çalıştığım gazete Milliyet’ti; annem beni elimden tuttu, götürdü ve bıraktı. Kendi çapımda fotoğraf meraklısı bir çocuktum, o yüzden fotoğraf servisine verdiler beni. Orada Yalçın Çınar’la tanıştım. O beni karanlık odaya soktu, film yıkamanın, kendi banyosunu hazırlamanın, fotoğraf basmanın, agrandizörün altına elimi sokup fazladan gölge veya ışık vermenin inceliklerini gösterdi bana. Kanserle savaşını dün sabah kaybeden Yalçın Çınar benim ilk ustamdı bu meslekte. Sonra yaz bitti, Milliyet’ten ayrıldım, okula geri döndüm ama gazeteden de uzak kalamadım, aynı yılın sonunda Cumhuriyet’in spor servisinde işe başladım. Oradaki ustam da Abdülkadir Yücelman’dı, birkaç yıl önce onu da toprağa verdik. Yalçın Abi’nin ölüm haberini aldığımda yıllar sonra Milliyet binasında yeniden karşılaşmamız, bahçede kahve-sigara sohbetlerimiz, Yalçın Abi’nin teknoloji aşkı... Pek çok şey gözümün önünden geçti. Nur içinde yat Yalçın Abi. Sağ ol emeklerin için.