Paylaş
Bu seçimsiz dönem, çok önemli fırsatlar yaratıyor. Türkiye bu dört yılda uzun süredir aradığı reformların tamamına yakınını gerçekleştirebilir. Sorumluluk, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin omuzlarında. Yapılması gereken reformların hepsini şimdi saymayacağım, bugün bunlardan bence en önemlisi olan eğitim hakkında konuşmak istiyorum.
Sorunumuzun ne olduğu belli: Maalesef 12 yıllık zorunlu eğitim, olması gereken kalitede öğrenci yetiştiremiyor.
Kabaca, her yıl ilkokula başlayan 1 milyon öğrenciden sadece 100 bin kadarı 12 yıl sonra dünyadaki akranlarıyla yarışabilmelerine izin verecek seviyede bir eğitim alabiliyor. O 1 milyonun 250-300 bin kadarı, ‘Türkiye için iyi’ diyebileceğimiz bir seviyede mezun oluyor. Geri kalan 600-650 bin çocuğumuz ise bırakın dünyayla yarışmayı Türkiye’de bile yarışamayacakları seviyede bir eğitime ancak sahip olabiliyor.
Bu durumun yarattığı kalıcı eşitsizlikler bir yana, eğitimin çıktısı Türkiye’nin dünyayla rekabet edebilme şansını çok sınırlıyor.
‘Eğitimdeki eşitsizlik’ten kasıt tam olarak bu. O yüzden yapılması gereken, dünyayla rekabet edebileceğimiz eğitim seviyesini sadece 100 bin çocuğumuza değil en azından 800 bin çocuğumuza verebilmeliyiz. Ancak o zaman ‘Eşitlikçi eğitim’den söz edebiliriz.
Peki bunu nasıl yapacağız?
İlk yapmamız gereken şey, Milli Eğitim Bakanlığı’nın enerjisinin tamamını eğitimin içeriğine ve kalitesine vermesini sağlamak olmalı.
Bu konudaki radikal önerim şudur: Türkiye’nin bütün okulları, öğretmen kadrolarıyla birlikte büyük şehir olan yerlerde büyükşehir belediyelerine, olmayan yerlerde ise il özel idarelerine devredilmeli.
Bakanlık, öğretmen olmanın kriterlerini belirlemeli ama işe yeni öğretmen alımını tek tek şehirlere bırakmalıyız. Bazı dezavantajlı şehirlerimizin daha yüksek maaş verebilmesinin önünü açmalıyız.
Mevcut öğretmenlerimizin tamamını meslek içi eğitimden geçirirken üç-dört yıl içinde öğretmenlik mesleğinin maddi ve manevi statüsünü çok daha yüksek bir seviyeye getirebilmeliyiz.
Milli Eğitim Bakanlığı, ülke çapında eğitimin kalitesinin artması için önlemler almalı ve hedefler koyup bu hedeflerin yerine gelmesini sağlamalı.
En önce üç temel beceri alanında, yani çocuklarımızın anadillerinde yazılanı okuyup anlamasını ve kendilerini yazarak ifade edebilmeleri, matematik ve fen alanında merkezi sınavlarda ortalama başarıyı yüzde 50’nin üzerine taşıyabilmeliyiz.
Yüzde 20 kriteri
AYNI sınıfta en iyi öğrenci diyelim matematik sınavında 100 alıyorsa, o sınıftaki en kötü öğrencinin de 80’den az not almaması hedeflenmeli.
Bu izin verilen en fazla yüzde 20’lik fark, sadece bir sınıfta değil her sınıfta uygulanmalı, her okulda uygulanmalı ve elbette ülke çapında uygulanmalı.
Ülke çapında en iyi öğrencimizle en kötü öğrencimiz arasındaki sınav notu farkı yüzde 20’yi geçmediği gün, ‘eşitlikçi’ eğitimi sağlamış olacağız, daha önce değil.
Öğretmenler ilk 30-40 binden gelmeli
TÜRKİYE bir süreden beri üniversiteden mezun olan öğretmen adaylarını, kendi alanlarında sınava tabi tutarak öğretmen alıyor.
Yani, Milli Eğitim Bakanlığı, üniversitede öğretmen adaylarına verilen eğitimin kalitesinden ve standardından emin olmadığı için sınav yapıyor.
Ve iyi ki de yapıyor; üniversite mezunu öğretmen adaylarının kendi alanlarında (yani diyelim matematik öğretmeni matematikte, fizik öğretmeni fizikte vs) girdikleri sınavlarda nasıl başarılı olamadığını görüyoruz böylece.
Mesleğiyle ilgili sınavda 100 üzerinden 50 almış pilotun kullandığı uçağa biner misiniz? Ama biz sınavda 50-60 almış matematik öğretmenine çocuğumuzu emanet ediyoruz.
Bu durumun değişmesi için yapmamız gereken şey belli: Önce öğretmenlik mesleğinin maddi-manevi statüsünü yükselteceğiz. Bu sayede üniversite sınavında ilk 30-40 bin sırayı elde eden öğrencilerimizi öğretmen yetiştiren üniversitelere gitmeye teşvik edeceğiz.
Öğretmen kalitemiz yükselmedikçe eğitimde kalite sorunumuzu çözemeyiz.
Öğretmenliği yapılabilir en saygın ve en iyi para kazandıran mesleklerden biri haline getirmeyi başarmalıyız.
Paylaş