Paylaş
Araştırma, Fransa’daki Caen Üniversitesi’nde yapılmıştı ve genetiği değiştirilmiş mısırla beslenen farelerde ciddi ve yoğun tümör oluşumları gözlendiğini söylüyordu.
Tabii, bu haberin üzerine (ben dahil) herkes atladı: GDO’lu gıdaların kansere yol açtığı bilimsel bir araştırmayla da kanıtlanmıştı, en kötü şüpheler gerçek çıkmıştı.
Eminim bu yazıyı okuyacak kadar konuyla ilgili olan sizler bile şu an itibarıyla böyle düşünüyorsunuz: ‘Düne kadar GDO’lu gıdaların kötü şeylere yol açabileceğinden şüpheleniyorduk zaten ama şimdi kesin biçimde anlaşıldı ki GDO’lu gıdalar kanser yapıyor.’
Oysa işin gerçeği hiç de öyle değil. Ama gel de bunu anlat.
Fransız ve İtalyan bilimcilerin ‘GDO kanser yapıyor’ diyen araştırması yayınlandığı günden beri tartışılıyor.
Ama bu tartışma, seçkin bir grup içinde yürüyen, daha çok da bu çeşit araştırmaların hangi yöntemlerle yapılması gerektiğinin detaylarına ilişkin son derece sıkıcı bir tartışma. Oysa, o tartışmada yerden yere vurulan, hatta neredeyse hiçbir geçerliği kalmayan araştırmanın doğurduğu sonuç, ben dahil herkesin kafasına yerleşmiş durumda: GDO kanser yapıyor. Nokta.
Bu olay, ‘bilim’ kelimesinin insanlara ifade ettiği yüksek otorite sayesinde ama bilimi kötüye kullanarak nasıl bir global halkla ilişkiler kampanyası yürütülebildiğinin ve o kampanyayla da istenen sonuca ulaşılabildiğinin açık kanıtı.
Gelin bu halkla ilişkiler kampanyasıyla global ‘psikolojik harekat’ın nasıl yapıldığına yakından bakalım:
1. Basına sansür: Caen Üniversitesi araştırmacıları, yazdıkları ve uluslararası saygın bir bilim dergisinde yayınlanacağı kesinleşen makelelerini, ilgili basına daha önce görülmemiş özel bir sözleşme imzalatarak verdi. Bu sözleşmeye göre araştırma, bilimcilerin basın toplantısıyla sonuçları duyuracağı ana kadar ‘ambargo’luydu ve bu arbargoya uyma şartlarının başlıcası, araştırmayı değerlendirmek üzere başka bilimcilere göstermemekti. Gösterenler ağır tazminat davalarıyla karşı karşıya kalmayı peşinen kabul ediyordu.
2. Basın bülteni: Araştırmacıların dayattığı bu sözleşmeye bazı saygın bilim dergileri haberi atlama pahasına imza atmadı ama yeterince bilim gazetecisi ve haber ajansı sözleşmeyi imzaladı. Araştırmanın kendisi, yapanlar Fransız ve İtalyan olduğu halde İngilizce yazılmıştı ve uzun cümleler, teknik terimler içeriyordu. O yüzden gazeteciler ellerindeki araştırmanın ne olduğunu anlamak için ister istemez ellerine tutuşturulan basın bültenine baktılar. Ajanslar bu bülteni neredeyse satır satır haberleştirdi; Türkiye dahil dünya gazetelerinde bu basın bülteni yer aldı.
3. Bağımsız bilim insanları geç gördü: GDO’lu bir mısır tohumunun farelerde tümörlere yol açtığını söyleyen araştırmanın sonuçları bütün gazete ve TV’lerde ‘GDO kansere yol açıyor’ gibisinden daha da genel bir başlıkla yayınlandıktan sonra bağımsız araştırmacılar makaleyi görebildi. Orijinal makalede GDO’lu mısırla olduğu kadar tarım ilacı karıştırılmış suyla beslenen farelerin de aynı oranda tümör geliştirdiğinin yazılı olduğu ilk keşfedilen şeydi. Ayrıca ‘kontrol grubu’nda da tümör vardı. Yani araştırma sonucu büyük ölçüde çarpıtılarak basına yansımıştı.
4. Bir farenin ömrü: Daha ilginci şuydu; Deneyde kullanılan fareler Amerika’dan gelmişti ve bu fareler tümör geliştirmeye yatkınlıklarıyla bilindikleri için daha çok kanser araştırmalarında kullanılan farelerdi. Araştırmacılar fareleri 2 yıl, yani neredeyse farenin doğal ömrü kadar araştırma içinde tutmuşlardı. Yani oluşan tümörlerin GDO’dan mı, başka bir faktörden mi olduğunu belirlemek esasen imkansızdı. Ayrıca araştırmada kullanılan fare sayısı, bu çeşit istatistiki çıkarımları yapabilmek için çok azdı. (Hepsi 10’ardan 20 gruba bölünmüş yarısı erkek yarısı dişi toplam 200 fare.)
* * *
Bu söylediklerim dile getirilen eleştirilerin küçük bir bölümünün özeti aslında. Ve bana göre buraya aldığım eleştiriler bile araştırmanın saygınlığını ortadan kaldırıyor.
Ama herhangi bir veriye dayanmadan GDO’nun kategorik olarak kötü olduğuna inanç besleyenler, bu sakat araştırmayla kendilerini biraz daha mücehhez hissediyorlar.
Maalesef durum bu.
Avrupa araştırmayı reddetti
FRANSA’daki Caen Üniversitesinden araştırmacıların yaptığı ve kısaca ‘GDO kanser yapıyor’ başlığıyla bilinir olan araştırma dünya çapında büyük sansasyon yarattı.
Araştırmaya ilk tepki veren ülkelerden biri Rusya oldu; AB’den GDO’lu mısır ithalatını durdurdu bu ülke. Fransa’da ve Almanya’da GDO’lu mısır üretiminin yasaklanması çağrıları yapıldı.
Ancak geçen hafta Avrupa Gıda Güvenliği Ajansı (EFSA) araştırmayı ‘bilimsel kalte açısından yetersiz’ bulduğunu duyurdu ve sonuçlarını reddetti.
Aynı şekilde, Federal Almanya’nın meşhur Federal Risk Değerlendirme Enstitüsü (BfR) benzer bir açıklama yaptı, ‘Araştırmanın metodu ve yapılış biçimi, riskleri belirleme konusunda yetersiz ve yanlış yönlendirici niteliktedir’ dedi.
Her iki kurum da, GDO’lu gıdaların veya GDO bulaşıklığı bulunan gıdaların sağlık riski yaratıp yaratmadığı konusunun daha fazla ve daha iyi araştırılması gerektiğini öteden beri söyleyen kurumlar. Son açıklamalarında bunu yeniden de teyid ettiler.
Hangi fareler öldü hangileri yaşadı?
BÜTÜN araştırma 10’arlık gruplara bölünmüş toplam 200 fare üzerinde yapıldı. Bu farelerin 20’si kontrol grubuydu. Ancak normalde her araştırma grubu için o grup üyelerine eşit sayıda farenin kontrol grubu olması gerekirken bu araştırmada sadece bir kontrol grubu oluşturuldu.
Ve kontrol grubundaki 20 fareden 5’inde de tümör oluştu ve öldüler. Yüzde 25’lik tümör ve ölüm oranı demek bu. Öte yandan ‘bazı test grupları’ diye açıklanan gruplarda tümör ve ölüm oranı yüzde 60’tı. (20 fareden 12’si.)
Ancak, test gruplarında yer alıp GDO ile beslenen farelerin bazıları kontrol grubunda olup hayatta kalanlardan daha sağlıklıydı.
Bu çeşit sorunlar, fare sayısının azlığından kaynaklanıyor. Hele fareleri OECD’nin önerdiği gibi 90 gün değil de neredeyse onların doğal ömrü kadar, yani 2 yıl boyunca deneyde tutacaksanız çok daha fazla fareye ihtiyacınız var. Ama araştırmacılar bunu yapmadı. O yüzden de istatistiki çıkarım yapmaya müsait olmayan sonuçlar buldular; bu bulgularını da açıklamaktan çekinmediler.
Paylaş