Fransa’ya kızıyoruz da kendimize de bir baksak...

TÜRKİYE ile Fransa ilişkileri Ermeni soykırımı meselesi yüzünden bir kez daha gergin. Zaten her yıl bu gerginlik çıkmazsa şaşırmak lazım.

Haberin Devamı

Bu gerilimler o kadar sıradan ve her seferinde aynı şeyler oluyor ki, önümüzdeki günlerde yaşanacakları bile söyleyebilirim aslında.
Neyse, derdim Türkiye-Fransa gerginliği değil. Derdim, Türkiye’nin kendini savunurken durduğu nokta.
Bu sefer biliyorsunuz Fransız parlamentosunda herhangi bir soykırımın inkarını cezalandıran bir tasarı söz konusu. Fransa’da 1915 ve izleyen yıllarda Anadolu’da yaşanan acı olaylar zaten ‘soykırım’ olarak adlandırılıyor. Şimdi bunun inkarına ağır cezalar öngörülüyor.
Geçmişte Türkiye’nin Paris Başkonsolosu, konsolosluğun web sitesinde soykırımla ilgili yazılanlardan ötürü ‘Soykırımı inkar’la suçlanmıştı Fransa’da. Şimdi bu tür suçlamaların cezası çok artıyor.
Bu girişimin ifade özgürlüğünün ve hatta akademik özgürlüğün kısıtlanması yönünde olduğuna kuşku yok.
Yok ama ‘Vay efendim Avrupa’nın göbeğinde ifade özgürlüğü kısıtlanıyor, Fransa Ortaçağa, dogmalar dönemine geri dönüyor, kendi 18. yüzyıl Aydınlanmasına bile ihanet ediyor’ gibisinden sözleri sözleri söyleyecek ülke Türkiye midir?
Bu ülkede de ‘Soykırım vardır’ demek, ‘Türklüğe hakaret’ suçu değil mi? Yani tersinden bir kısıtlama yok mu?
Bu ülkede ifade özgürlüğü ve akademik özgürlükler sonuna kadar kullanılıyor mu ki?
‘İlişkiler bozulur, büyükelçimiz bir daha gitmemek üzere geri döner’ laflarına bakmayın siz, Fransız parlamentosu soykırımın varlığını kabul etti de ne oldu?

Haberin Devamı

‘Sevgili Liderimiz’ de ölmüş...

GÜNÜN bir başka ölüm haberi, Havel’in tam tersi bir şahsiyetin dünyadan ayrılması hakkındaydı, Kuzey Kore’nin tuhaf ötesi diktatörü Kim Jong İl’in yani.
Batıdan bakanların sadece alay edebileceği tuhaflıkları olan, mesela sırf propaganda filmi çeksin diye bir film yönetmenini ailesiyle birlikte Kuzey kore’ye kaçırtıp rehin alan, sonra ona Godzilla benzeri filmler de çektirip kendi adını da jeneriğe yapımcı olarak yazan, yılda 850 bin dolarlık konyak içen, uçaktan korktuğu için trenle seyahat eden, trenine her gün helikopterle canlı ıstakoz getirten, aralarında ‘Yenilmez komutan’ gibi şeylerin de olduğu tam 200 resmi sıfata sahip bir diktatördü.
Öldü ama dünya kurtulmadı. Yerini
oğlu aldı.

Haberin Devamı

2015 yaklaşırken durum...

BELKİ on yıldır bekleniyor, soykırım konusunda Ermeni diasporası ve Ermenistan, 1915’in 100. yılı için hazırlık halindeler.
Birkaç gün sonra 2012’ye gireceğiz. Yani kaldı üç yıl.
Peki Türkiye ne yapıyor?
‘Kabul ederseniz ilişkilerimiz kesilir’ diye tehdit savurmaktan başka Türkiye’nin bu konuda yaptığı bir şey
var mı?
Bütün dünya yanılıyor ve biz haklı olabilir miyiz? Veya buna inanmaya devam edebilir miyiz?
Yoksa elimizi vicdanımıza koyup bu soykırım meselesinin en azından son 35 yıldaki gelişimini adam gibi değerlendirecek, hata yapıp yapmadığımızı kontrol edecek miyiz?
Beni üzen, Türkiye’nin başka ülkelerde soykırım tasarıları gündeme geldikçe, kendisini ahlaki açıdan savunmak yerine tehdit ve şantajla bilek bükmeye çalışması.
Hazır tarihle yüzleşme, gerekirse özür dileme lafları havada uçuşurken, acaba bu soykırım konusunda da kendimize sağlam bir ahlaki zemin bulup artık orada durmaya başlayamaz mıyız?
Yoksa o tarihle hiçbir zaman yüzleşmeyecek, hep kendi gerçeklerimizde yaşamaya devam mı edeceğiz?

Haberin Devamı

Tam da ‘Yalanda yaşamak’ demişken, acı bir kayıp

VACLAV Havel, benim de elini sıkma onuruna eriştiğim büyük insanlardan biriydi.
Sadece komünizm altında ülkesi Çekoslovakya’yı ‘Abzürdistan’ olarak adlandırdığı için değil; sadece ülkesini azgın bir diktatörlükten başarılı bir demokrasiye yumuşak biçimde taşıdığı için de değil.
Benim için Havel’i büyük yapan iki temel şey vardı:
Birincisi ve en önemlisi, komünist dönem ve o rejimin propagandaları için ‘Yalanda yaşamak’ tabirini ortaya atmış olması.
Bugün ülkemizde neredeyse her hafta farklı bir başlık altında ‘tarihle yüzleşmek’ kavgaları yaşıyorsak, bunun sebebi bizim bugün bile hala yalanda yaşıyor olmamız.
Resmi tarih ile gerçek tarih arasında, resmen olan olaylarla gerçekten olan olaylar arasındaki mesafe, Havel’in kendi yaşatacaklarına rahmet okutacak düzeyde.
Bu ‘yalanda yaşama’ konusu sadece geçmiş için de geçerli değil. Bugün de yalanda yaşıyoruz. Bazılarımız ‘Hapiste gazeteci yok onlar terörden soruşturuluyor’ derken, yalanda yaşamanın iyi bir örneğini oluşturuyor aslında.
Neyse, biz devam edelim...
Havel’i benim için önemli yapan ikinci şey, Frank Zappa’yı, ünlü ve büyük rock müzisyeni, bence büyük eleştirmen ve düşünür Frank Zappa’yı kendisine kültür sanat danışmanı yapmasıydı.
Zappa’yı böyle bir görev için seçmiş olmak, bence başlı başına bir olaydı ve Havel’in nasıl biri olduğu hakkında fikir veriyordu bence.

 

Yazarın Tüm Yazıları