Kendince pek çok projesini anlatmış. Bu arada evrim teorisiyle ilgili olarak sorulan bir soru üzerine de, ‘Evrime inanan var inanmayan var’ deyivermiş.
Mesele ‘inanmak’ veya ‘inanmamak’sa eğer, evet doğru, dünya üzerindeki türlerin, insan dahil, evrimleşerek bugünkü hallerine geldiğini ve bu evrimleşmenin halen de devam etmekte olduğunu söyleyen ‘Evrim teorisi’ne inanan var, inanmayan var.
Ama burada bir kahve sohbetinden veya bir üniversitenin teoloji kürsüsünden söz etmiyoruz. Burada, TÜBİTAK’tan ve onun başkanından söz ediyoruz.
Normal şartlarda TÜBİTAK Başkanı’nın bilimin ne olup ne olmadığı, bilimsel yöntemin ne olup ne olmadığı konusunda en azından bilimi savunur tarzda konuşmasını beklemek sanırım hakkımız. Çünkü o, din veya kültür veya sosyal anlaşmalarımız konusundaki bilgisi sebebiyle değil, bilim insanı kimliğiyle o koltukta oturuyor. En azından öyle olmalı.
Bilim ve bilimsel düşünce açısından baktığınızda, her gündeme geldiğinde siyaset ve sosyal alanlarda kavgalara neden olan evrim teorisi bilimsel bir teoridir.
Bilimle ilgili konular, bilimcilerin arasında ‘inanmak’ veya ‘inanmamak’ kelimeleriyle konuşulmaz. ‘Doğrulamak’ ve ‘yanlışlamak’tır kullanılan kelime.
Evrim, evet kimi parçaları hala tartışılmakla ve eski bilgiler sürekli yenileriyle değiştirilmekle birlikte kendi alanında rakipsiz bir teoridir, bugüne kadar milyonlarca kez sınanmış ve her seferinde genel teori bir kez daha kanıtlanmıştır.
Zaten, ‘Evrim teorisinin yanlışlanması’ diye bir şey söylenecek olursa, o zaman bu teorinin yerine başka bir teorinin konması gerekir. Ortada böyle bir ‘rakip teori’ de yok.
Hemen, ‘akıllı tasarım’cılar itiraz edecek ama unutmamak gerek, canlı türlerinin tesadüfen oluşamayacağını, onları bir ‘akıllı tasarımcı’nın tasarladığını söyleyen bu akım, son kertede bir inanç sistemidir, bilimselliğin taşıdığı en temel özelliklerden birinden yoksundur: Akıllı tasarımcı yanlışlanamaz bir aksiyomdur çünkü.
TÜBİTAK Başkanı, bilimsel düşünce sistematiğinin bu en temel kuralından, yani yanlışlanabilirlik ilkesinden kısmen haberdar anlaşılan.
Evrim teorisinin yanlışlanabilir olduğunu düşünmek bilimsel düşüncedir; ama onu yanlışlayan ‘teori’nin de yanlışlanabilir olduğunu kabul etmek gerekir.
Oysa inanç yanlışlanamaz.
TÜBİTAK’ın başında böyle birini görmek gerçekten çok üzücü.
İnançla bilim çatıştığında...
İTALYA’nın başkenti Roma’da en sevdiğim meydanların başında Campo de Fiori gelir. Meydanın adı ‘çiçek tarlası’ veya ‘çiçek bahçesi’ olarak tercüme edilebilir.
Meydanı sevme sebeplerimden biri, buradaki bir heykel. Ortaçağın yakılarak idam edilen din adamlarından biri, Giordano Bruno’nun heykeli var bu meydanda. Tam da onun yakıldığı yerde.
Bruno, dini dogmaların yerine bilimsel düşünceyi savunduğu için engizisyon tarafından yakılarak idam edilmeye mahkum edilmiş. Onu mahkum edenlerin adını bilen yok ama Bruno’nun heykeli orada duruyor işte.
Katolik kilisesi, İncil’e sadece bir kutsal kitap değil aynı zamanda dünyayı ve evreni açıklayan yegane kaynak olarak baktığı için zaman içinde dogmalar geliştirmişti. Bu dogmalar arasında dünyanın yaradılış anı da vardı, evrenin merkezinde dünyanın yer alması da.
Hepimiz, Kepler’in dünya merkezli olmayan evren teorisini açıklamakta ne kadar zorluk çektiğini, aynı teoriyi gözlemleriyle kanıtlayan Gelileo’nun engizisyonda yargılanıp kendi bulgularını redde zorlandığını biliriz. Bunlar bize okullarımızda ‘Ortaçağ karanlığı’ olarak öğretilir.
Karanlıktır, çünkü inanca ait dogmaları aklın karşısına koyar o çağ.
Astronomi söz konusu olduğunda okul kitaplarımıza rahatça giren bilimsel düşünme yüceltmesi neden Darwin ve evrim teorisinden esirgenir?
Sanmayın ki Türkiye bu konuda yalnız. Amerika’da da durum bizden farklı değil.
Kıta Avrupasında evrim teorisi dışındaki sözde teorilerin biyoloji ders kitaplarında anlatılması yasaktır ama bizde ‘rakip teori’ adı altında, Amerikalı evangelistlerin geliştirdiği ‘akıllı tasarım’ biyoloji ders kitaplarına çoktan girdi.
Ve bakın şimdi TÜBİTAK Başkanı tarafından da dile getirildi.
İncil’den feyz alan İslamcılar
ESKİ ve Yeni Ahit’te anlatılan ‘yaradılış’ öyküsünü eğer kelime kelime okuyacak ve oradan hareketle bir hesap yapacak olursanız, sadece dünyanın ne zaman yaratıldığını değil ne zaman sona ereceğini de hesaplayabilirsiniz.
Buna göre, dünya bugünden yaklaşık 7 bin yıl önce ve tam da bugünkü haliyle yaratılmış olmalıdır.
Kutsal kitap böyle diyor ama fosil kanıtları bunun tersini söylüyor. Milyonlarca yıl önceden kalma dinozorlar, onbin yıldan daha geriye tarihlenen insan yerleşimleri, yüzbinlerce yıllık insan ve insansı fosilleri...
Tabii tutarlı olmak lazım. Hemen birileri çıkıyor, ‘Bu fosil kanıtları yalandır’ diyor, kendi fosil kanıtlarını ortaya çıkarıyor, bilmem ne kertenkelesinin hiç evrim geçirmediğini kanıtlamaya çalışıyor vs.
Bana tuhaf geleni, ‘İslamcı’ olarak bilinen Türkiyeli bir grubun da bu akıma katılması, köktenci hristiyan inancından kaynaklanan bu propagandanın tıpkısının aynısını burada da yapması, sözde ‘fosil’lerle gezici sergiler düzenlemesi, propaganda yapması.
‘Müslüman mahallesinde salyangoz satma’ eylemi nedense hiç yadırganmıyor.