Paylaş
Kitap, umarım yakın zamanda Türkçeye de çevrilir, modern fiziğin en temel sorularını son derece anlaşılır bir dille soran ve bunlara cevaplar vermeye çalışıyor.
Aslında Krauss gibi fizikçi olan ama aynı zamanda basit ve anlaşılır bir dille meselesini anlatmayı başaran yazarları okuduğunuzda, fizik denen bilimin birbirinden kopuk gibi gözüken dallarının aslında nasıl da birleşik olduklarını görüyorsunuz.
Daha önce de yazmıştım, çok çok uzaklardaki çok çok büyük objeleri inceleyen kozmologlarla mikroskopta bile gözükmeyen çok çok küçük parçacıkları inceleyen fizikçiler bir süre önce birbirlerine o kadar da yabancı olmadıklarını, sonuçta aynı şeyi aradıklarını fark ettiler ve çabalarını birleştirdiler.
Bu temel sorulardan bir tanesi, evrenin geometrisiyle ilgili.
Acaba evren bir küre veya balon gibi kapalı mı, yoksa bükülü bir düzlem mi, yoksa yoksa düz mü?
Bu soruların cevapları, evrenin nasıl sona ereceğini anlamamız bakımından önemli.
Kapalı bir evren, zaman içinde evrenin genişlemesinin duracağını ve çekim gücünün galip gelip sonra evrenin büzüşmeye başlayacağını bize söyler. Yani evrenimiz ‘büyük büzüşme’ (big crunch) ile sona erecek.
Bükülü veya düz evrenlerde böyle bir büzüşme ihtimali yok.
Evrenin büyüme hızının artmakta olması, aslında büzüşme, yani kapalı evren fikrini bir hayli zayıflatıyor. Şu anda çoğu fizikçi evrenin bükülü olduğunu düşünüyor.
Ama Krauss, biraz da adeta ergen heyecanıyla ‘Hayır’ diyor, ‘Evren düz.’
Hoş, hesapların bunu kanıtlamadığını o da söylüyor, hatta bu tezi yanlışlayan hesapları da kabul ediyor ama yine de ‘Evren düz’ diyor.
Esasen eğlenceli bir tez. Daha doğrusu Krauss’un bunu savunma biçimi eğlenceli. (Meraklısına Krauss’un 2009 yılında yaptığı 1 saatlik sunumu YouTube’dan izlemesini tavsiye ederim, sahiden eğlenceli.)
Düz bir evrende yaşamak demek, evrenin uzak uzak gelecekte karanlık ve soğuk olması demek. Yalnızlık içinde ve üşüyerek öleceğiz demek.
Fizikçi-felsefeci polemiği
LAWRENCE Krauss’un kitabı hakkında en çok ses getiren eleştiri yazısını New York’taki ünlü Columbia Üniversitesi’nden felsefeci David Albert The New York Times’ın kitap ekinde yazdı.
Yazı, kitaba çok temel ve önemli eleştiriler getiriyordu. Ama Krauss’un bu yazıya cevabı çok sert, hatta bir hayli kaba oldu.
Hatırlayanlar olacak, daha önce de bir başka teorik fizikçi Stephen Hawking, fiziği ilgilendirdiği kadarıyla felsefenin öldüğünü, bilimin çok gerisinde kaldığını söylemişti.
Genel olarak teorik fizikçiler felsefecilerden çok da hoşlanmazlar. Richard Feynmann’ın sözü meşhurdur: ‘Bir kuş için Ornitoloji ne kadar önemliyse, fizikçi için de bilim felsefesi o kadar önemli olabilir ancak.’
Lawrence Krauss da çok farklı düşünmüyor bu konuda. O yüzden felsefeci David Albert’e önce ağza alınmayacak sözler söyledi, sonra bir vesileyle bu sözlerini düzeltti, kibarlaştırdı ama sonuçta aynı şeyi söyledi: Felsefeciler çok da işimize yaramaz...
Gördüğünüz gibi sadece Türkiye’deki polemiklerde değil, Amerika’daki, üstelik fizikçi-felsefeci gibi insanlar arasındaki polemiklerde de dilin kemiği yok...
Tutuklu milletvekillerinin durumuna bak, yeni anayasayı anla
GEÇEN yıl yapılan seçimlerde muhalefetteki üç parti, Cumhuriyet Halk Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve Barış ve Demokrasi Partisi, cezaevinde tutuklu bulunan bazı isimleri milletvekili adayı yaptı. (BDP adayları ‘bağımsız’dı.)
Aday olan tutuklular seçilince de ortalık karıştı. Çünkü seçim sonrası mahkemeler bu isimlerin tutukluluk hallerinin sona ermesine karar vermedi, tersine tutukluluklar sürdü.
Aradan aylar geçti, bu ‘sorun’a bir çözüm bulunamadı. Geçenlerde nihayet Meclis Başkanı Cemil Çiçek üç muhalefet partisiyle bir dizi görüşme yaptıktan sonra ortaya bu ‘sorun’u çözecek bir yasa değişikliği önerisi çıktı.
Çıktı ama bu önerinin iktidar grubu tarafından da kabul görmesi gerekiyordu ki, yasa yapılabilsin. Geçen gün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan açıkladı, AK Parti yasa değişikliği önerisine karşı. Yani tutuklu milletvekilleri, mahkemeler onları salıvermedikçe milletvekilliği yapamayacak.
AK Parti’nin neden bu tavrı aldığı, sürece arabuluculuk yapan Meclis Başkanı’nın ‘gol’ yiyip yemediği üstüne çok sayıda ‘analiz’ yapıldı, hâlâ yapılmaya devam ediyor. Ben işin o kısmına girmeyeceğim.
Halen tutuklu olan milletvekillerinin Anayasada yazılı olan milletvekili dokunulmazlığından yararlanamamasının sebebi, Anayasanın 14. maddesi.
14. maddenin ilk fıkrası aynen şöyle: ‘Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.’
Genel olarak ‘terör suçu’ndan yapılan yargılamalar bu madde kapsamında değerlendiriliyor ve milletvekili dokunulmazlığı dışında kabul ediliyor.
Bana soracak olursanız, 1982 Anayasasını ‘kötü’ yapan ve bugün Meclis’i bu anayasayı baştan sona yeniden yazma arayışına yönelten iki temel sebepten biri, Anayasanın insan haklarını kısıtlamanın önünü açması.
Anayasada yazılı temel insan haklarını kısıtlamanın önünü açan maddeler ise aynı Anayasanın 13, 14, 15 ve 16. maddeleri.
Daha önce birkaç kez yazdım, yeni anayasada bu maddelerin benzeri maddeler yer alacaksa yazılacak olan anayasa ‘yeni’ olmayacak, eskinin tekrarı veya biraz düzeltilmişi olacak.
AK Parti’nin tutuklu milletvekilleri ile ilgili kaygıları ve tutumu, geleceğin Anayasası hakkında da bize bir fikir veriyor aslında.
Devletin ‘beka korkusu’nun Anayasasına yazıldığı, beka endişesiyle inanç özgürlüğü dahil temel insan haklarının kısıtlanabileceği fikri, ülkemizin demokrasisinin kalitesiyle ilgili bugün yaptığımız eleştirilerin en az yarısının kaynağında yer alıyor.
Bu kaynağı yok etmedikçe, yani ülkemizde başta ifade özgürlüğü olmak üzere insan haklarını tam olarak tesis edemedikçe, biz Anayasamızdan şikayet eden bir toplum olmaya da devam edeceğiz demektir.
Tutuklu milletvekilleri, bu büyük sorunun görece ‘küçük’ bir parçası aslında.
Paylaş