ERGENEKON operasyonlarının ilk dalgalarının yaşanmakta olduğu 2007 yaz aylarında ilk eleştiriler de gelmeye başladı.
Mesela Deniz Baykal, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı olarak, “Bu yapılan muhalifleri sindirme operasyonudur” diyordu.
Aralarında benim de olduğum başkaları ise Deniz Baykal ve onun gibi düşünenleri eleştiriyor, Ergenekon’u hafife almakla suçluyor, “O kişilerin darbe komplolarına planlayıcı olarak aktif katılımcı olduklarına dair kuvvetli şüphe”den söz ediyorduk.
Keser döndü, sap döndü, sonunda Deniz Baykal gibi düşünenlerin kendilerini daha da haklı saymalarına yarayacak şeyler üst üste gelmeye başladı.
Son örnek, Ergenekon üyeliği iddiasıyla tutuklanan gazeteci Ahmet Şık’ın henüz yazmakta olduğu kitabı yayınlayıp yayınlamamayı düşünen yayınevinin basılıp aranması.
Daha fenası şu: Henüz yazılması tamamlanmamış, basılıp basılmayacağı bilinmeyen, adı bile konmamış bir kitap hakkında bir mahkememizin ‘yayın durdurma’ kararı almış olması.
Daha da fenası var: Polisin yayınevi baskınında kitabın elektronik kopyalarını bilgisayarlardan silmesi.
En en en fenası: Ahmet Şık’ın eşi dahil ilgili herkesten kitabın kopyalarının istenmesi, aksi halde hepsinin ‘Terör örgütüne yardım yataklık’la suçlanacağının söylenmesi...
Biz bu memlekette bunların yabancısı değiliz.
Gerçi son olay yepyeni bir merhale ama cennet vatanımızda her terör soruşturması sonunda derinleşe derinleşe düşünce polisliğine kadar uzanır. Bu hep böyle olmuştur.
30’lu yıllarda Nazım Hikmet ve Hikmet Kıvılcımlı soruşturulurken de böyle oldu, 40’larda Nihal Atsız’lar, Alparslan Türkeş’ler soruşturulurken de, Saidi Nursi soruşturulurken de, 70’lerde sayısız insan ‘komünist’likten 141-142’den hapsi boylarken de, 80’lerde İsmail Beşikçi, Kemal Burkay gibi aydınlar ‘bölücü’ diye hapse atılırken de, 90’larda Tayyip Erdoğan dahil İslamcılar 312’den mahkum edilirken de...
Bugün geldiğimiz noktada Ergenekon da, darbe planlayıp icraya kalkışan, başbakanına muhtıra veren, sokakta darbe ortamı oluşması için silahlı bombalı provokasyonlar yapan bir terör örgütü olmaktan çıkıp neredeyse düşünceleriyle suçlanan bir örgüte dönüşüyor.
Ergenekon soruşturmasının savcı eliyle yürütülen evrimi bu yönde.
Savcının soruşturmasının son aşamaları anladığım kadarıyla, ‘Ergenekon davasını itibarsızlaştırmaya çalışan bir Ergenekon kolu/hücresi/kanadı’ soruşturması artık. Bunu dava açıldığında açıkça göreceğiz.
Neden eylemlerin değil de düşüncelerin, üstelik son aşama itibarıyla henüz kaleme bile tam olarak dökülmemiş düşüncelerin peşinde koşarız?
Neden ülkemize ifade özgürlüğü bir türlü tam olarak gelmez, tam geldi sanırız yeni yeni kısıtlama biçimleri icat eder savcılarımız/mahkemelerimiz?
Neden bazı düşünceleri sadece ayıplamakla yetinmeyiz de, o düşünceye sahip insanları şu veya bu yolla hapse atmadıkça içimiz rahat etmez?
Cevabını bilmediğim sorular işte.
‘Meğer Ergenekon bir fikir kulübünün adıymış...’
BİRKAÇ yıl önce, herhalde yeni bir Ergenekon operasyonu dalgası sonrası Radikal’in yazıişlerinde geyik muhabbetiyle karışık haber tartışıyoruz. Soruşturmanın gittiği yön hakkında herkes kendince fikrini söylüyor.
İçimizde en kötümserimiz, yazıişleri müdürümüz Erdal Güven, “Bir gün gelecek” diyor, “Biz de gazetemize ‘Meğer Ergenekon bir fikir kulübünün adıymış’ diye manşet atacağız.”
Böyle demesinin bir sebebi var Erdal’ın. Çünkü biz buna benzer ironik bir başlığı daha önce Susurluk çetesi için atmıştık. Yargılamalar çeteyi ortaya çıkarmakta etkisiz kalınca, Radikal’de “Çeteden ve saygın üyelerinden özür dileriz” diye manşet atmıştık.
‘Darbe planlamak’ suç mudur?
ERGENEKON savcılarının tezi, darbe planlamanın darbe yapmanın kendisi kadar suç olduğu yönünde. Onlara göre, planlanan darbe yapılsa zaten yeni bir hukuk oluşacağı için darbecileri yargılamak mümkün olmayacaktır, o yüzden planlamanın kendisi yapmak kadar ağır bir suçtur.
Ben de bu teze katılıyorum. Ama tabii tezin geçerli olup olmayacağına önce mahkeme sonra Yargıtay’ın ilgili dairesi karar verecek.
İfade özgürlüğü nerede başlar, nerede biter?
BİZİM kanunlarımıza göre, ifade özgürlüğü, ifade edilen düşüncenin kamu güvenliğine ‘yakın ve açık tehlike’ haline gelmesi durumunda sona erer.
Ben bu tanımı son derece muğlak bulsam da, dünyanın pek çok yerinde bu ‘yakın-açık tehlike’ kavramı kullanılıyor.
Bana göre, açık şiddet çağrısı, açık etnik-dini-sınıfsal nefret ve çocuk istismarı dışında her türlü düşüncenin ifadesi serbest olmalıdır.
Peki darbe çağrısı yapmak suç mudur?
İŞTE bu soru, ifade özgürlüğü tartışması için ilginç bir eşiği gösteriyor. Böyle düşünenleri, böyle yapanlşarı ayıplayabiliriz, onları eleştirebiliriz falan da, böyle düşündükleri ve bu düşünceleri de kendileri saklamak yerine açıkça ifade ettikleri için onları hapse atar mıyız?