Paylaş
Bir gün balığa çıkarsınız ve attığınız çapariler hep dolu gelir. Dersiniz ki, ‘Burayı unutmayayım, yarın yine buraya geleyim.’
İyi güzel de, denizin ortasındaki bu noktayı nasıl yeniden bulacaksınız?
Denizciler ‘kerteriz’ derler, karadaki birkaç sabit noktaya bakarak durumunuzu kafanızda işaretlersiniz. ‘Tam güneyde şu beyaz bina gözüküyordu, doğuda ise şu koruluk alan vardı’ gibi bir şey.
Tek noktadan kerteriz alınmaz, alınsa bile işe yaramaz.
* * *
Evrende her şey hareket halinde. Aynen denizdeki gibi aslında. Tek fark, denizin sonlu ve etrafında ‘sabit’ karalar olması, evrenin ise sonsuz ve etrafında hiçbir sabit şeyin olmaması.
Peki ama her şeyin hareket ettiği bir ortamda yerinizi nasıl bileceksiniz, hızı nasıl ölçeceksiniz?
Bir kerterize ihtiyacınız var.
Işık hızı, evren için öyle bir kerterizdir. Yegane kerterizdir hatta.
* * *
Önceki gün elektronik posta kutuma düşen bir mektup, Albert Einstein’ın ‘Hiçbir nesne ışık hızına kadar hızlanamaz ve onu geçemez’ şeklindeki aksiyomunu yazarken yanıldığına ilişkin deney sonuçlarının çürütüldüğünü, nötrinoların ışık hızını aşmadığını söylüyordu.
Aslında nötrinoların ışıktan biraz da olsa hızlı hareket ettiğini söyleyen deney olan OPERA ile ‘Hayır, nötrinolar ışık hızını geçmiyor’ diyen deney olan ICARUS birbirine komşu deneyler. Hatta, ikisi de aynı nötrino demetine bakarak bu sonuçları açıklıyor.
Biliyorsunuz, OPERA deneyinin bir fiber optik kablonun kötü bağlanması yüzünden yanlış sonuçlar vermiş olabileceği de açıklanmıştı daha önce. Şimdi komşu deney grubu da bu yanlışı teyid ediyor.
Yani o her şeyin içinden geçen minicik nötrino da Einstein’ı yenemedi, büyük adamın büyük teorisi yıkılmadı.
* * *
Peki Einstein’ın yanılmamış olmasına ben niye çok sevindim?
Çok basit bir sebebi var: Bize gelecek için ümit veren insanın adıdır Albert Einstein.
O, tek başına ve bir odada oturup düşünerek, fevkalade yüksek bir soyutlama düzeyinde, evrenin temel kurallarının bir bölümünü buldu.
Özel ve genel görelilik kuramları yazılırken hemen hemen hiçbir deneysel bilgiye dayanmıyordu, tamamen kuramsaldı, tamamen Einstein’ın aklının ürünüydü.
Daha sonra binlerce, hatta milyonlarca kez sınandı Einstein’ın kuramları ve her seferinde doğrulandı.
Bu da bir ümittir. İnsan aklıyla, sadece ve sadece aklını kullanarak evrenin sırlarına erişebilir. Bu dünyaya bir kez bir Einstein geldi, neden bir daha gelemesin?
Tanrı Parçacığı yarışında Amerika da devreye girdi
PARÇACIK fiziğinin ‘Standart Model’ adı verilen kuramının öngördüğü ama diğer öngörülen parçacıklardan farklı olarak henüz varlığı tam olarak kanıtlanamayan Higgs bozonu’nu veya popüler olmasına neden olan ismiyle ‘Tanrı Parçacığı’nı bulma işi bir yarışmaya döndü.
Standart Model, Higgs bozonunun atomaltı parçacıkların bazılarına kütlesini kazandıran bir ‘şey’ olduğunu söylüyor. Higgs, bu kütle kazandırma işini yapar yapmaz da kayboluyor, aynı kurama göre. (Bütün bunlar da ‘Büyük Patlama’yı izleyen saniyenin trilyonda birinden bile daha kısa bir zamanda oluyor, yani 15 milyar yıl kadar önce.)
Tanrı Parçacığı veya ‘Higgs bozonu’nu bulmak için Avrupa, merkezi Cenevre’de olan CERN’de milyarlarca Euro harcayarak bir ‘Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’ inşa etti. Burada sadece Higgs aranmıyor, yepyeni bir fizik aranıyor, hatta yavaş yavaş ortaya çıkıyor.
CERN’de Higgs’i arayan birbirinden bağımsız iki deney grubu var, CMS ve ATLAS. Bu iki grup geçen aralık ayında bir sunum yaptılar ve Higgs’in gizlendiği enerji aralığını aşağı yukarı aynı enerji aralığı olarak açıkladılar. Hatta Higgs olmasından şüphelendikleri ‘olay’ların sayısı bile neredeyse aynıydı iki deney grubunun.
Bu deneyler ve açıklamalar yapılırken, Amerika’nın yüksek enerji fiziği konusunda havlu attığı, öncülüğü tamamen Avrupa’ya, CERN’e bıraktığı konuşuluyordu. Çünkü o sırada Chicago Üniversitesi’nin meşhur FermiLab’inin işlettiği çarpıştırıcı olan Tevatron kapatılıyordu.
Ama geçen hafta ilginç bir şey oldu. Chicago’daki Tevatron kapatılmazdan önce yapılan deneylerde Amerikalı fizikçiler de Higgs’i aramış ve aynen CMS ve ATLAS’ın söylediği gibi o enerji aralığında Higgs’in ipuçlarına ulaşmışlardı.
Sadece Avrupalıların var olduğu sanılan yarışta birden Amerikalıların da ortaya çıkması, Nobel’in aday sayısını da arttırdı elbette.
Bakalım önce kim ‘Evreka’ diyecek, ‘Biz bulduk, işte kanıtı’ diye açıklama yapacak?
Güneş enerjisine CERN’den büyük katkı
CERN’deki parçacık hızlandırıcı ve çarpıştırıcılarının bir önemli özelliği var. Buna göre, parçacıkları hızlandırmak ve nihayetinde bazılarını çarpıştırabilmek için o tünellerin içinde bir boşluk yaratılıyor.
Boşluk derken hiçliği, içerinin tamamen boşaltılmasını, hiçbir atom veya parçacık bile kalmamasını kastediyorum. Hava yok o boşlukta, çünkü atom yok!
İşte CERN’de bir ihtiyaca binaen yaratılan bu boşluk teknolojisi bugün gündelik pratik hayata da girmekte.
Aynı teknoloji ile üretilen güneş panellerinin Cenevre Havaalanı’nın 1200 metrekarelik çatısına yerleştirilmesine başlandı örneğin. Bu boşluk teknolojisiyle donanmış güneş panelleri sayesinde havaalanı kışın oradan gelecek enerjiyle ısınacak, yazın da soğuyacak.
Patenti CERN’e ait olan bu yeni teknolojide, boşluk sayesinde panellerin içindeki sıcaklığın 800 dereceye kadar çıktığı gözlendi. Eh bu da bir hayli yüksek bir sıcaklık.
CERN’de üretilen teknolojilerden sadece CERN üyesi ülkelerin şirketleri yararlanabiliyor, onları sadece bu şirketler ticari olarak üretip ürüne çevirebiliyor.
Türkiye’nin hala CERN’e tam üyelik prosedürlerini tamamlamamış olması aslında ne yazık.
Paylaş