Paylaş
Ali Babacan’ın verileri TÜİK verileriydi. Hatırlatmam gerekirse, biri, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı başta pek çok uluslararası kuruluşun mutlak yoksulluk ve yoksulluğun ölçülmesiyle ilgili getirdiği standart yöntemin Türkiye rakamlarıydı. İkinci tablom ise TÜİK’in hane halkı gelir araştırmasından hareketle yapılan gelir dağılımı araştırmasının sonuçlarına ilişkindi.
Yazılara Cumhuriyet Halk Partisi’nin en önemli ekonomi kurmayı olan, Kemal Derviş reformları döneminin Hazine Müsteşarı, şimdinin Tekirdağ milletvekili Faik Öztrak’tan ciddi itirazlar geldi.
Öztrak iki bilgi notu iletti, ben bunları çok değerli buldum ve konunun tartışılmasına katkı yapacağına inandım, o yüzden aynen yayımlıyorum.
‘Mutlak yoksulluk’ kadar ‘göreli yoksulluk’ da önemli
HER şeyden önce yoksulluk göstergelerinin hesaplanmasında bazı yöntem ve ayrıntılara dikkatinizi çekmek isterim. Mutlak yoksulluk rakamları dolar olarak hesaplanmaktadır. Dolayısıyla TL’deki değer kayıp ve kazançları bu rakamları etkilemektedir. Bu sorunu kısmen aşabilmek amacıyla Satın Alma Gücü Paritesi (SAGP) kullanılmaktadır.
Mutlak yoksulluk rakamlarına baz teşkil eden hesaplamalarda kullanılan SAGP ile TÜİK tarafından açıklanan ve OECD ülkeleri ile ekonomik büyüklükleri karşılaştırmaya imkan veren SAGP arasında özellikle 2006-2008 arasında çok ciddi farklılıkların olduğu dikkati çekmektedir. Bu da verilerin sağlığı konusunda endişelere yol açmaktadır.
Diğer taraftan yoksulluğun tam olarak ölçülmesinde “mutlak yoksulluk oranlarının” yetersiz kaldığı ve yoksulluğun farklı boyutları ile birlikte ele alınması gereği uluslararası platformlarda da yoğun olarak tartışılmaktadır. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı bu çerçevede yoksulluğu farklı boyutları ile ele alan çalışmalar gerçekleştirmektedir.
Mutlak yoksulluk rakamlarının değişen piyasa ve ülke koşullarını göz önüne almaması “göreli yoksulluk” kavramını gündeme getirmektedir.
Ülkelerin tüketim kalıplarına göre geliştirilen göreli yoksulluk kavramı; minimumum kalori ihtiyacının yanı sıra tüketimi toplumun geneli tarafından yoksul olanlar için de gerekli görülen barınma, eğitim, sağlık ve kültürel ihtiyaçlar gibi temel mal ve hizmetleri de kapsamaktadır.
Bu çerçeveden bakıldığında, Türkiye’de yoksulluk 2002-2009 döneminde gerilemek bir yana artış göstermiştir. Nitekim harcama esaslı göreli yoksulluk oranı 2002’de yüzde 14.74 iken; 2009 yılında yüzde 15,12 olarak gerçekleşmiştir. (Kaynak: TÜİK)
Yine Türkiye’de sadece yeşil kartlıların sayısındaki gelişmeler de Türkiye’de yoksulluğun azalmak bir yana hızla arttığını gözler önüne sermektedir. 2004’de 6 milyon 852 bin vatandaşımız yeşil kart sahibi iken, 2009’da bu rakam 9 milyon 647 bin kişiye ulaşmıştır.
Yoksulluk kadar önemli bir diğer husus gelir dağılımında adaletin sağlanmasıdır. Ancak Türkiye’de gelir dağılımındaki gelişmeleri zaman içinde sağlıklı bir şekilde analiz etmeye imkân tanıyan bir seri kalmamıştır.
TÜİK, 17 Aralık 2009 tarihinde gittiği yöntem değişikliğiyle, serinin 2006 yılından önceki dönemlerle olan bağını koparmıştır. Bu tarihten önceki gelir dağılımı serileriyle bağlantı kuracak anahtar, ya da serilerin geriye doğru çekilmesi TÜİK tarafından yapılmamıştır.
Dolayısıyla tarafınıza Sayın Ali Babacan tarafından verildiği söylenen “Hane halkı Gelirine Göre Sıralı Gelir Dağılımı” verileri 2006’dan önceki dönemlerle karşılaştırmaya imkân vermeyen metodolojik bir kırılmayı içermektedir.
Yazınızda belirttiğiniz gibi siyaset bilgiyle yapılan bir iştir. Ancak siyasetin doğru yapılabilmesi siyasete temel teşkil edecek bilginin doğruluğuna da bağlıdır. Türkiye’de istihdam, gelir dağılımı, yoksulluk gibi temel istatistikler AKP iktidarında güncelleme bahanesiyle sürekli kırılmakta ve serilerin geçmişle bağı koparılmaktadır.
Elbette bu tür istatistikler güncellemeye konu olacaktır. Ancak tüm dünyada olduğu gibi bu güncellemeler geçmiş verilerler ilişki kuracak şekilde ya resmi istatistik kurumu yani TÜİK tarafından bizzat yapılmalıdır, ya da bu değişikliklere ilişkin anahtarlar kullanıcıya sunularak araştırmacıların bu bağı kurmasına olanak tanınmalıdır.
Son olarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin ekonomik tercihlerini ve bu tercihlerin AKP’nin tercihlerinden farklılıklarını belirtmek isterim.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin temel ekonomik tercihleri üç ana eksen üzerinden şekillenmektedir.
Bunlardan ilki “Sosyal Devletin Yeniden Ayağa Kaldırılmasıdır.”
İstihdam politikaları ve sosyal destekler bu ana eksenin sacayaklarını oluşturacaktır. Türkiye tüm vatandaşlarına ve özellikle kadın ve gençlere, güvenli ve kaliteli iş imkânları sağlamak zorundadır. Bugün etkili bir Sosyal Devlet dışlanmışlığın, yoksulluğun hak temelinde önlenmesi kadar, sürdürülebilir bir büyümenin tesisinde ihtiyaç duyulan istikrarlı iç talep için de zorunludur. Biz siyasi rant sağlamak amacıyla yoksulluğu yönetmeye değil, yoksulluğu bitirmeye ekonomideki büyümeyi tüm vatandaşlarımıza yayılan bir refah artışına dönüştürmeye talibiz.
İkinci temel tercihimiz “ekonominin rekabet gücünü yeniden ayağa kaldırmaktır”. AKP, sekiz yıllık iktidarında ülkemizin kendi kaynak ve imkânlarını dikkate alan bir büyüme stratejisi benimsememiştir. Büyümenin dış tasarruflara olan bağımlılığı sürekli artmış dış açıklar rekor kırmıştır. Dışarıda kaynak bol ve risk iştahı yüksek olduğunda büyüme hızlanmış, kaynaklar kuruyunca ekonomi ciddi bir daralma göstermiştir. Bu sürdürülemez noktaya gelmiştir. Başta sanayi olmak üzere dış rekabete açık sektörler öncülüğünde yüksek ve istikrarlı bir büyüme AB’ye yakınsama ve dünya ekonomi liginde üst sıralara tırmanma için gerekli bir koşuldur. Kendi iş gücümüzü ve göreli üstünlüklerimizi dikkate alan yeni bir büyüme stratejisine mutlaka geçilecektir.
Üçüncü temel tercihimiz “Ekonomide istikrarın sağlanmasıdır.” AKP, 2001 ve 2002 yıllarında atılan temel yapısal reformları pekiştirecek adımları atmaktan kaçınmış, küresel iklimin yalancı baharını kendi başarısı olarak sahiplenmiştir. Ancak ekonomide istikrarı kalıcı kılacak dönüşümlerin gerçekleştirilmemesi 2006 yılından itibaren ekonominin tıkanmasına neden olmuştur.
Bu çerçevede Cumhuriyet Halk Partisi ekonomide istikrarı pekiştirecek, keyfi uygulamaları ortadan kaldıracak, öngörülebilirliği ve şeffaflığı artıracak düzenlemeleri mutlaka gerçekleştirecektir.
En büyük kaçıncı ekonomi?
AK Parti, gelir dağılımı ve yoksullukta olduğu gibi Türkiye’nin dünya ekonomi ligindeki konumunu değerlendirirken de farklı kıstasları farklı zamanlarda kullanabilmektedir. Bu çerçevede işine geldiğinde milli geliri dolar olarak ifade eden AKP, yine işine geldiğinde aynı milli geliri Satın Alma Gücü Paritesi (SAGP) ile değerlendirmektedir.
Fiyat farklılıklarıyla döviz kurlarındaki değerlenme veya değer kayıplarının etkilerini arındırabilmek ve ülkeler arasındaki karşılaştırmaları sağlıklı bir temelde gerçekleştirebilmek için SAGP analizlerde sıklıkla kullanılmaktadır. Uluslararası örgütler de bu tür karşılaştırmalarda SAGP’ni kullanmaktadır.
Nitekim Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından yılda iki kere yayımlanan “Dünya Ekonomik Görünümü” raporunun veri setinde ülkelere ait milli gelir büyüklükleri SAGP ile sunulmaktadır.
AKP, zaman zaman Türkiye’yi kendi döneminde G-20 üyesi olmuş bir ülke olarak göstermeye çalışmaktadır. Hâlbuki Türkiye söz konusu küresel ligin kurulduğu 1999 yılından bu yana G-20 üyesidir.
Yine SAGP ile değerlendirildiğinde Türkiye daha G-20 kurulmadan çok önce dünyanın en büyük 20 ekonomisinden biridir. IMF verileri bunu açıkça göstermektedir.
Bu çerçevede Türkiye:
1987 yılında dünyanın en büyük 14. ekonomisidir. Aynı Türkiye 1999 yılında Dünyanın en büyük 16. ekonomisidir. Bu nedenle de 1999 yılında G-20 ülkesi ilan edilmiştir.
Yine Türkiye AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında dünyanın 17. büyük ekonomisidir. AKP iktidarının son yıllarında (2009, 2010) Türkiye, Dünya’nın 16. büyük ekonomisidir.
2003-2007 arasında dünyadaki tüm elverişli koşullara rağmen, AKP yönetiminde Türkiye ancak 1999 yılındaki konumuna gelebilmiştir.
Paylaş