Paylaş
Devleti ele geçirmek denen şey de, devlet memurlarının sizin istediğiniz gibi hareket etmesidir esas olarak.
2002 sonunda Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldiğinde kendine hiç de dost olmayan bir devlet buldu. Ordu her fırsatta sorun yaratıyordu; polis bin bir komplo hazırlığındaydı; başta yüksek yargı belki askerden bile büyük dertti; Hazine, Maliye, Dışişleri hep AK Parti hükümetine şüpheyle yaklaşıyordu.
AK Parti’nin ilk ayları, hatta yılları, icraat yapmaktan çok devlet içinde ittifaklar kurmak ve kritik mevkilere kendilerince ‘güvenilir’ isimleri getirmeye çalışmakla geçti.
On yıl önceyi hatırlayın, ortalık ‘Kadrolaşıyorlar’ eleştirilerinden geçilmez, sürekli listeler yayınlanırdı, AK Parti’nin üçlü kararnameyle veya Cumhurbaşkanı’nı aşamıyorlarsa ‘geçici görevlendirme’yle yaptığı atamalar çarşaf çarşaf çıkardı.
Bugünlerde çıkan savaş sayesinde öğreniyoruz; ‘dost’ bilinip yüksek seviyelere getirilenlerin hiç değilse bir bölümü de, Fethullah Gülen cemaatinin zaman içinde devlet memuru yaptığı isimlerden oluşuyormuş.
Etrafının ‘eski Türkiye’nin ‘düşman’ güçleriyle çevrili olduğunu düşünen hükümet, kendine ‘dost’ bir çember yaratmak istiyormuş.
Tabii müdahale edilebilen bürokrasi var, edilemeyen var. Mesela orduya o kadar da müdahale edilemiyordu; bu yol Balyoz ve Amirallere Suikat gibi davalar yoluyla bir hayli genişletildi.
Ama polis ve adliyede görece daha kolay yürüdü işler. Poliste uzun süredir bir cemaat örgütlenmesi vardı, oradan insanlar hızla yükseldiler. Yargıda ise yeni yargıç ve savcı ihtiyacı çok büyüktü; mesleğe alımlar ‘eski Türkiye’ tarafından birkaç yıl engellendi ama sonra bu engel aşıldı ve ‘dost’ olduğu düşünülen insanlar yargıda çalışmaya başladı; bu arada yeni yeni mahkemelerin zorunluluklarla kurulmasıyla özellikle savcılık mesleğinde hızlı yükselişler oldu; görece genç savcılar da ‘başsavcı’ unvanına kavuştu.
Bugün hükümet, o eski ‘dost’larının bir bölümüyle yollarını ayırıyor. Peki ama özellikle yargıda, onun da savcılar kanadında giden savcıların yerine kim geliyor?
Gidenlerin ‘cemaatçi’ olduğunu varsayarsak acaba gelenler neci?
Dikkat edin, kimse ‘O hukukçudur’ demiyor, herkes için bir başka esktra dış bağlantı, yönelim vs aranıyor.
AK Parti iktidara geldiğinde yargıda en kuvvetli grup, ‘Türk-İslam sentezcisi’ diyebileceğimiz, fikren MHP’ye ve BBP’ye daha yakın duran kadrolardan oluşuyordu.
Bugün etkili pozisyonlara geri dönenler acaba o grup mu?
2014 demokratikleşme yılı olacakmış...
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın iki günlük Brüksel gezisi, geniş çevrelerde beklenildiği kadar kötü ve krizli geçmediği için sevinilen bir ülkede yaşıyoruz.
Başbakan Erdoğan’ın temasları sonrası Avrupa Birliği’nden bir ölçüde zaman kazandığını söylemek yanlış olmaz.
Ankara’da hükümetin kimi etkili isimleri, bugünlerde yapılmakta olan işlerin, en başta da Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu yasasında yapılan değişikliklerin ‘kısa vadeli’ bir hedefe yönelik olduğunu, ‘Hükümetin boğazını sıkmakta olan elin gevşetilmesi’yle birlikte demokratikleşme hamlelerinin başlayacağını söylüyorlar günlerdir.
Yani onlara göre HSYK yasası ‘geçici bir önlem, esas olan Anayasa değişikliği yoluyla HSYK’nın Venedik Komisyonu ilkelerince düzenlenmesi’.
Tabii hükümete güvenmek veya güvenmemek size kalmış ama Başbakan’ın Brüksel’de AB’ye, içeride de bize söylediği şu:
‘Şimdi biz olağanüstü bir dönemin gereği olarak olağan olmayan işler yapıyoruz ama bunun arkasından hemen demokrasi gelecek, bize güvenin.’
Umalım ki öyle olsun; iktidar elindeki yasama gücünü otoriterleşmeyi kurumsallaştıracak adımlar atmak yerine demokrasi ve çoğulculuğu destekleyecek adımlar atmak için kullansın.
Bu aşamada temenniden başka bir şey gelmiyor elden.
Paylaş