Bütün öğretmenlerimizi yüksek lisans sahibi yapabiliriz

Bir kamu kurumu düşünün.

Haberin Devamı

850 bine yakın çalışanı olsun. Bu çalışanların yarısı kadın olsun. Çalışanların tamamına yakını da dört yıllık üniversite veya dengi bir okul mezunu olsun.
Ancak, normal şartlarda bütün toplum ortalamasının üzerinde bir insan kaynağına sahip olan bu kamu kurumu, aynı zamanda Türkiye’nin en fazla eleştirilen, en yetersiz bulunan kurumu!
Gerçekten de, iddiayla söylüyorum: Türkiye’de kağıt üzerinde Milli Eğitim Bakanlığı’nın sahip olduğu beşeri sermayeye sahip ya hiç özel ya da kamu kurum yoktur ya da çok az sayıda vardır.
Peki ama hem kağıt üzerinde bunca nitelikli insan bir araya gelecek hem de bu insanların sunduğu hizmetin çıktısı bu kadar vasat, hatta dünyayla kıyaslandığında vasatın altında olacak, nasıl oluyor?
Cevap vermesi hiç de kolay olmayan bir soru bu.
Cevabın bir sürü unsuru var ama bu unsurlardan iki tanesi öne çıkıyor.
Birincisi, öğretmenlik mesleği, ekonomik ve dolayısıyla sosyal statü olarak en prestijli mesleklerden biri değil maalesef. Onca yıl eğitim alan, ardından KPSS sınavında ter döken ve son olarak da atanmak için uzun süre beklemeyi göze alan bir öğretmenin ilk maaşı 1850 lira. Yani bin dolar bile değil.
İkincisi, daha önce rakamlarıyla yazmıştım, üniversite sınavını kazanmayı başaranların en iyileri öğretmen olmuyor, ikinci, üçüncü en iyiler de değil öğretmen yetiştiren üniversitelere giden öğrenciler; her öğretmenlik dalı için aynı şey söylenemez ama kabaca üniversite sınavını ilk 100 binde kazananlardan sonrakiler öğretmen oluyor.
Aslına bakacak olursanız bu iki sebep birbiriyle bağlantılı. Daha iyi yaşam standardı ve toplumda daha yüksek bir statü vaat edebilseniz, belki çok daha iyi öğrenciler öğretmen olmak için başvuracak.
Bu maaş ve sosyal statü konusu son derece önemli. Türkiye’nin bu konuda yaratıcı çözümler bulması, genel devlet memurluğu rejimine tabi olan öğretmenlerine daha fazla maaş vermeyi başarabilmesi gerek.
Ama burada bitmiyor. Daha iyi öğrencileri, bugünküne göre daha iyi bir alan eğitiminden ve eğitim formasyonundan geçirebilmemiz de gerek. Adıyla söyleyelim, öğretmenlerimizin 4 yıllık lisans eğitimiyle değil toplamı 5-7 yıl sürecek lisans-yüksek lisans eğitimiyle donatmamız da gerekiyor.
Türkiye İşadamları ve Sanayicileri Derneği TÜSİAD bu amaçla, neredeyse hayatını bu konuya adamış olan Prof. Dr. Mustafa Özcan’a bir rapor hazırlattı. ‘Okulda Üniversite’ başlıklı bu raporda Prof. Dr. Özcan, öğretmen eğitimi için Türkiye’ye bir model öneriyor.
Dün bu raporun tanıtımı için yapılan toplantıda bir de panel düzenlendi. Bu panel sırasında hatırlatıldı ki, Türkiye’nin son 120-140 yılda öğretmen eğitimi konusunda denemediği model kalmamış neredeyse. Son model değişikliğimizi çok kısa süre önce yaptık, eğitim fakülteleri kurduk.
Mevcut modelin kurucu ve uygulayıcıları dahi öğretmen yetiştirme modelimizi beğenmiyor, ‘Acaba yenilesek, yeni baştan tasarlasak mı’ diye düşünüyor. Çok kabaca bakıldığında da, aslında dünyada çok fazla model yok; Prof. Dr. Özcan’ın modeli de uygulanabilir bir model.
Modelin en önemli özelliği, öğretmenlerin öğretmen olmaya varan yolda eğitimlerinin bir bölümünü ders verecekleri okullarda görmeleri. Zaten o yüzden modelin adı ‘Okulda Üniversite.’
Tabii, eğer siyasi otorite arzu ederse bu modeli hemen uygulamaya alabilir ama bir önemli sorun var: Mevcut 832 bin öğretmeni de bizim ‘upgrade’ etmemiz, yani onları da kendi akademik alanlarında yüksek lisans sahibi yapabilmemiz gerekiyor.
Yine aynı panelde sevinerek öğrendim ki, daha önce bu köşede sözünü ettiğim öğretmen kalitesini yükseltmekle ilgili Milli Eğitim Bakanlığı’nın strateji belgesi son aşamaya gelmiş, açıklanmak üzere. Ve bu belge, mevcut öğretmenlerimizin nasıl yüksek lisans sahibi yapılacağıyla ilgili bir planı da içeriyor.
Türkiye eğer bu dönüşümü birkaç yıla sığdırabilirse, mesela 5 yıl sonra görevdeki bütün öğretmenlerimizi yüksek lisanslı yapabilirsek, bu ülkeye olabilecek en büyük hizmeti de gerçekleştirmiş olacağız.

Yazarın Tüm Yazıları