Paylaş
Çağımız haber medyası çağı olduğu için de, ilk günün ilk saatlerinde binlerce ilkokul çocuğunun sütten zehirlendiğine ilişkin haberler ortalığı kapladı.
Oysa yaşanan son derece sıradan, hatta neredeyse olağan bir durumdu. Yetkililerin bunu öngörememiş olması skandalın resmi ayağını oluşturuyor. Medyanın skandalın üzerinden geçen bunca güne rağmen hâlâ izleyicisine/okuyucusuna gerçek bilgiyi ulaştırmamış olması ise skandalın ‘sivil’ tarafı.
Teker teker gidelim. Ama giderken, birkaç varsayımda bulunalım: 1. Sütler, sağlıklı şartlarda ve ‘soğuk zinciri’ kırılmadan okullara ulaşmıştır; 2. Sütler, bilimin emrettiği ve endüstri standardı olan biçimde UHT’lenmiştir. (Öğrencilere bozuk süt verildiğine ilişkin bir bilimsel veri henüz elimizde yok ama olmaması bu ihtimalin sıfır olduğu anlamına gelmez.)
Şimdi başlayalım:
1- Kabaca ‘süt şekeri’ diye anılan laktoza karşı hassasiyet, yani laktozu bağırsakta çözen enzimlerin yokluğu, ülkeden ülkeye değişim göstermekle birlikte bizde oldukça yaygın. Bu enzimin görevini yapan bakterilerin bağırsakta yerleşmesi ise ancak süt tüketimi ile gerçekleşebilen bir şey.
2- Oysa iki bakanlığı çocuklara süt vermeye yönlendiren şey zaten ülkede süt tüketiminin az olması, özellikle çocukların bu kalitedeki proteinden yararlanamaması.
3- O yüzden, eğer başından beri işin içinde Sağlık Bakanlığı da olsaydı, mutlaka laktoz intoleransı konusunda daha duyarlı olunacaktı ama olunmadı, velilerin beyanıyla yetinildi. Oysa o çocuklar o yaşa gelene kadar sütle tanışmamışlardı, velileri de bilmiyordu.
4- Binden fazla çocuğun hastanelik olmasına iki bakanlığın yetersizliği sebep oldu, bunu unutmayın. Bu yetersizliğin hesabı verilmeli.
Bu saydıklarım işin ‘resmi’ kısmı. Gelin bir de ‘sivil’ kısma, yani medyanın bilgisizliğine bakalım.
1- Haber televizyonları topluma panik salmak için değil, topluma gerçek bilgi aktarmak için vardır. Acaba onlar bunun ne kadar farkında? ‘Zehirlenme’ o kadar kolay telaffuz edilmemesi gereken bir sözcük değil mi?
2- Olay gününden beri çok sayıda ‘uzman’ ve ‘doktor’ TV’ye çıktı, gazetelere konuştu ama ben bunlar içinde gerçek bir hasta çocukla karşılaşmış, okulda içtiği sütten etkilenip hastanelik olmuş bir çocuğu muayene ve tedavi etmiş tek bir tanesine bile denk gelemedim.
3- ‘Bozuk süt’ veya ‘Tarihi geçmiş süt’ iddialarına hemen itibar eden medya, nedense aslında çok daha vahim bir durum olan laktoz intoleransına fazla itibar etmedi. Acaba neden?
4- Çocuğu sütten etkilenen kaç aileyle yapılmış söyleşi, onların evlerinden izlenimler izlediniz veya okudunuz? O evlerde daha önce süt tüketilip tüketilmediğini öğrenebildiniz mi? Fakirliğin bu boyutunun haber olduğunu gördünüz mü?
* * *
Ben bu süt meselesinden çok sayıda ders çıkardım.
Bu derslerden biri maalesef acıklı: Siyasi tutumlarımız bizim bilgiyi umursamamak noktasına kadar keskinleşmiş durumda ne yazık ki...
Laktoz intoleransı da neymiş diyenlere...
SÜT, memeli canlılara özgü bir şey. Ama insan dışında başka hiçbir memeli yok ki, bebeklik evresinden sonra da süt içmeye devam etsin.
Aslına bakarsanız insanın yetişkinken de süt içmesi ve süt ürünü tüketmesi görece ‘yeni’ bir şey, hemen hemen 10 bin yıllık bir geçmişi var bunun.
Bir genimiz, bebekken aldığımız anne sütümüzü işlememizi sağlıyor. Ama sonra, biz iki yaşımıza geldiğimizde bu gen ‘kapanıyor.’
Belki ‘kapanıyordu’ demem lazımdı; çünkü bundan 5-10 bin yıl kadar önce inekler evcilleştirilince insanoğlu yetişkinlikte de süt içmeye ve süt ürünü tüketmeye başlıyor. Bu, o kapanan gende ‘evrim’e yol açıyor.
İneği evcilleştirip sütünü daha önce sağmaya başlayan Avrupalılarda laktoz intoleransının daha az, buna karşılık süte geç başlayan sahra altı Afrikası ve Asya’da aynı intoleransın daha fazla gözükmesinin sebebi bu.
Bu kapanan genin salgılanmasına yardımcı olduğu enzimi doğuştan salgılayamayan, yani o geninde arıza olan bebekler eskiden ölürdü. Şimdi soya sütü bazlı mamalar sayesinde bu bebekler yaşayabiliyor ama ömür boyu süt ve süt ürünü tüketemiyor.
Süt dağıtma işinden vazgeçilmemeli
BENİM boyum 1 metre 85 santim. Gençken ‘uzun boylu’ kabul ediliyordum. Oysa şimdi yeni nesille karşılaştırınca ben ‘orta boylu’ oldum.
En azından benim görüş alanımda yaşayan Türk neslinin boyunun uzamasına ve vücutların daha ince yapılı olmasına tanıklık ettim.
Bilmiyorum bu konuda araştırma yapan var mı ama benim bu konudaki spekülatif görüşüm, protein tüketiminin artmasının vücut yapısında bu değişime sebep olduğu yönünde. Ben, kendi anne babamdan daha fazla protein tükettim, oğlum ve kızım benden de fazla tüketecek.
Eğer ülkemizde okul çocuklarına süt dağıtmak diye bir ihtiyaç ortaya çıkıyorsa, bu süt tüketiminin düşük olması yüzünden. Gerçekten de Türkiye’de süt üretimi de tüketimi de Batı ülkelerine göre çok düşük.
Bu yıldan itibaren her gün 200 ml de olsa süt içmeye başlayan çocuklara biz bu sütü 10 yıl boyunca vermeyi başarırsak, bu neslin çok daha gürbüz, çok daha sağlıklı, çok daha kolay öğrenen bir nesil olmasını sağlayabiliriz.
O yüzden, ‘tüketim fazlasını eritmek içinmiş’ gibi laflarla küçümsenmeye çalışılan proje son derece önemli, ortaya çıkacak faydası ise ölçülemeyecek kadar büyük.
Paylaş