Paylaş
Beynimizin konuştuğu dil...
Geçen gün ünlü Amerikan popüler bilim dergisi The Scientific American’da aynı soruyu görünce (http://www.scientificamerican.com/article/deciphering-the-language/) bu konuda birkaç şey yazmak istedim.
Biz Türkçe konuşuyoruz; başkaları İngilizce, Fransızca, Almanca, Korece vs konuşuyor. Ama hepimiz biyolojik olarak aynı beyni kullanıyoruz.
Eğer bilgisayar diliyle söyleyecek olursak, konuştuğumuz dil, bizim beynimiz açısından bir ‘arayüz’.
Yani, bütün bilgisayarlar aslında 0 ve 1’lerden oluşan bir ‘makine dili’ne sahip. Ama biz bunların üstüne farklı ‘işletim sistemleri’ koyuyoruz; mesela Apple’ın, mesela Windows’un işletim sistemlerini. Onların üzerine de başka türlü
çeşitli arayüzler ekliyoruz, işte bu yazıyı şu an yazmakta olduğum Word programı gibi.
Gerek arayüz ve gerekse işletim sistemi, benimle bilgisayarın 0 ve 1’lerden oluşan ‘makine dili’ arasında tercümanlık yapıyor aslında.
Beynimizde de benzer bir durum var. Beynimizdeki 100 milyarı aşkın nöronun birbiriyle hangi dilde ve nasıl haberleştiğini kısmen biliyoruz; o nöronların ne olup da zaman zaman grup oluşturduklarını ve birer ‘işlemci’ gibi davrandıklarını vs bilmiyoruz.
Bir örnek daha: Trafikte yolda karşıdan karşıya geçeceksiniz. Size öğretildiği gibi önce sağa, sonra sola, sonra tekrar sağa bakıyorsunuz; gözünüz kesiyor, geçebilirsiniz ve geçiyorsunuz.
Burada gerek kendi hızınız ve gerekse gelmekte olan araçların hızı konusunda beyniniz bir tahminde bulunuyor, o tahminler uyarınca da size geç veya geçme diyor.
Beyin bu tahminleri yaparken aslında son derece karmaşık bir matematik kullanıyor ama onun ne denli karmaşık bir matematik olduğunu siz liseye geçip zamanında Isaac Newton tarafından icat edilmiş olan ‘calculus’ü öğrenmeden bilemeyeceksiniz.
Kısacası şu: Beynimiz hareket eden objelerin birbirine göreli hareketlerini hesaplayabiliyor ama bunu hesaplayabildiğini biz bilmiyoruz.
Bizim onu bilebilmemiz için matematiğin dilini öğrenmeye, o dil içinde işlem yapmaya ihtiyacımız var.
Burada matematik beynimiz açısından bir ‘arayüz’.
Daha küçük yaşlardan itibaren beynimizin zaten yapabildiği bir şeyi bizim bilincimizle de yapabilmemiz için yıllarca okula gitmemiz ve o arayüzü öğrenmemiz (beynimize ‘yüklememiz’) gerekiyor anlayacağınız.
Bundan birkaç yıl önce Amerika’da Başkan Barack Obama, insan beyninin tümüyle haritalanmasını amaçlayan bir bilimsel araştırmayı başlattı. Şimdilik 100 milyon dolar civarında bir kaynağın ayrıldığı bu araştırma sonunda, eğer bazı yeni tıbbi görüntüleme teknikleri icat etmeyi de başarırsak, bir ihtimal beynin kendi ‘dili’ni de öğrenebileceğiz.
Bir an hayal edin, beynimize herhangi bir ‘arayüz’e ihtiyaç olmadan, doğrudan erişebildiğinizi?
Füzyon enerjisine bir adım daha yaklaşıldı
BUNDAN üç gün önce, 3 Şubat öğleden sonra saat 14.35’te Almanya Başbakanı Angela Merkel ne yaptı biliyor musunuz?
Kendisi de doktoralı bir fizikçi olan Merkel, ünlü Max Planck Enstitüsü’ndeki deneme füzyon reaktörünü bir kez daha çalıştırdı.
Bu reaktörde aralık ayında helyum plazması kontrol altına alınmıştı; bu kez Alman fizikçiler hidrojen plazmasını kontrol altında tutmayı başardılar.
Güneş’in enerjisinin atom çekirdeklerinin birleşip daha ağır atomları yaratmasıyla oluştuğunu biliyoruz. En hafif atom olan hidrojen Güneş’in de ana ‘yakıt’ı.
Ama hidrojen atomlarının birbirleriyle birleşebilmesi için 100 milyon derece celcius’u bulan sıcaklıklar gerekiyor. Bu kadar sıcak bir şey de size dokunsun istemezsiniz.
İşte o yüzden, o sıcaklığa yükseltilen ve plazma haline gelen hidrojenlerin kontrol altında tutulması, hiçbir yere değmemesi önemliydi. Almanlar bunu başardı.
Bir sonraki adım, füzyona girecek hidrojenlerden enerji elde etmek.
Dünya, on yıllardır hayali kurulan füzyon enerjisine bir adım daha yaklaştı.
Paylaş