Paylaş
Bu yaptıklarını aslında biz gazetecilere de söylediler; aralarında benim de bulunduğum kalabalık bir gazeteci grubuna, taa geçen yıl İstanbul’da verilen bir brifingde, herkes Suriye’yi ve Irak’ı merak ederken, yetkili bir isim anlatacaklarını anlatmaya Avrupa’dan başladı.
Yapılan şuydu: Türkiye’nin Batı’yla ilişkilerindeki ‘dikenli alanlar’ temizlenmek isteniyordu.
Kıbrıs bunlardan en uzun süre baş ağrıtanı. Kıbrıs’ta kimse dikkat etmiyor ama iki taraf hayli kapsamlı görüşmeler yürütüyor ve yavaş yavaş sona yaklaşılıyor.
Bir başkası, Suriye konusundaki anlaşmazlıklardı. Türkiye koalisyona operasyonel güç olarak da katılıverdi. Kim bilir, belki arkadan Ermenistan’la ilişkilerin normalleşmesi meselesi yeniden gündeme gelecek. İsrail’le sorun çözülmüş gibi duruyor, seçim de geçtiğine göre karşılıklı büyükelçi atamalarının eli kulağında olabilir.
Ve tabii Avrupa Birliği...
Geçen yıl eylül ayında Volkan Bozkır, Avrupa Birliği Bakanı olarak bir ‘iletişim stratejisi’ ile adeta saldırıya geçti. Batı başkentlerini galiba ikişer kere ziyaret etti, Brüksel’e kim bilir kaç kez gitti. Türkiye önceliğini yeniden Batı ve Avrupa yapmak istediğini sürekli belli ediyordu. Batı’dan karşılık görmek için ise mülteci krizinin çıkması gerekti.
Geçen gün de yazdım; AB ülkeleri, özellikle de Almanya, Türkiye’yi dışarıda tutmanın maliyetiyle içeriye almanın maliyeti arasında fark oluşmaya başladığını gördü. Dışarıda tutmak daha kolay ve ucuz değildi; içeride tutunca Türkiye’nin işbirliğini sağlamak, onunla birlikte hareket etmek daha kolaydı. İkinci önemli unsur, siz sırtınızı dönünce Ortadoğu ve onun sorunları yok olmuyordu ve sizi etkilememesi diye bir şey yoktu.
AB’yi yeniden Türkiye’ye yaklaştıran şey bu oldu. Oldu ama, bu strateji değişikliği var diye Türkiye hemen tam üye olacak değil; Türkiye’nin başta demokrasisi, özgürlükleri ve ekonomik güçlükleri olmak üzere devasa sorunları görmezden gelinecek de değil.
Kaldığımız yerdeyiz aslında. Hâlâ Kıbrıs’ı çözmemiz lazım, hâlâ milli gelirimizi arttırmamız lazım, hâlâ demokrasimizi ve insan hakları uygulamalarımızı şikâyet edilmez bir seviyeye getirmemiz lazım, bütün bunları yapsak bile hâlâ Avrupa’da halklardan onay görmemiz, onlara ‘Avrupalı’ olduğumuzu göstermemiz lazım.
Yani işlerimiz hâlâ çok zor. Ama şunu söyleyebiliriz: AB ile ilişkilerimizde Sarkozy’nin Fransa’da Cumhurbaşkanı seçilmezden önceki noktaya geri döndük, kaybettiğimiz 10 yılın ardından yeniden başlıyoruz.
Bakalım bizde eski heves ve heyecan hâlâ var mı?
Mülteci konusunda Avrupa’nın bekçiliğine mi razı olduk?
1-İnsan kaçakçılığı bir insanlık suçudur.
2-İnsan kaçakçılığına göz yummak, el altından desteklemek veya görmezden gelmek insanlık suçuna ortak olmaktır.
3-Ülkemizde, canlarını kurtarmak
için toprağını, evini barkını, işini, servetini terk etmiş 2 milyonu aşkın Suriyeli mülteci var.
4-Geçen yaz başından beri bu Suriyeli mültecilerin yüz binlercesi Avrupa’ya geçme umuduyla hareketlendi. Bunlara Afganistan, Irak, hatta Afrika’nın çeşitli yerlerinden başka mülteciler de eklendi.
5-Avrupa’ya doğru, daha çok da Ege’deki kıyı kasaba ve köylerinden Yunan adalarına doğru akmaya başlayan bu mültecileri durdurmak, onların insan kaçakçısı şebekelerin kurbanı haline gelmesini önlemek için Türkiye’nin kapasitesi limitli; belli ki bu limit aşıldığı için akım devam ediyor.
6-Avrupa, özellikle de Almanya, bu düzensiz ve emniyetsiz akım yerine ‘düzenli’ mülteci akımı istiyor.
7-Avrupa’nın ‘düzenli’ kabul edebileceğini ilan edeceği mülteci sayıları eğer yetersiz olursa, Türkiye’nin mülteci akımını önleme kapasitesi yine yetersiz kalabilir; çünkü ortada açık bir talep var.
8-Sayıları milyonları bulunca, bunların hepsini Türkiye’ye hapsetmenin mümkün olmadığını Avrupa da biliyor, Türkiye de.
9-O yüzden, AB’nin vereceğini vaat ettiği ama nasıl verileceği tam belli olmayan 3 milyar Euro, mültecilerin Türkiye’de tutulması ve Avrupa’ya geçişinin engellenmesi için değil, Türkiye’nin bu konudaki harcamalarına yardım için.
10-Ama mülteci meselesi, Avrupa’nın Türkiye’ye bakışını değiştirdi; Türkiye kriz oldu diye konuşulan değil sürekli
işbirliği içinde olunması gereken, ortak
sorunların ortak göğüslenmesi gereken bir ülke haline geldi.
11-Mülteci akımını durdurmanın yolu meseleyi kaynağında çözmek, yani Suriye’ye barış gelmesini sağlamak, hatta Suriye’nin onarılması. Bu olmadığı sürece mülteci sorunu bizde de Avrupa’da da olacak.
Paylaş