Paylaş
Gerçekten de yeni anayasa AK Parti’nin son üç seçimdir temel vaadi. Bu vaat konusunda yalnız da değil parti, CHP’den MHP’ye ve HDP’ye kadar bütün partiler yeni anayasa istiyor. Bu istek yüzünden geçen parlamento döneminde Meclis’te bir anayasa uzlaşma komisyonu kuruldu, toplum bir süre yeni anayasa konusunda heyecana kapıldı ama komisyonda etraflı bir uzlaşma çıkmayınca çabalar da yarım kaldı.
Şimdi yeniden bir yeni anayasa için bir araya gelebilir mi partiler? Şüpheli. Kaldı ki 2011 sonrası uygulanan ve başarısız olan ‘uzlaşmayla karar alan eşit üyeli komisyon’ yönteminin yeniden canlandırılmasına AK Parti’nin taraftar olduğunu da sanmıyorum.
Eğer partilerimiz yeni anayasa konusunda bir ilke anlaşması içindeyse, en önce karar verilmesi gereken şey, öne beyaz bir sayfa çekilip baştan sona bir anayasa mı yapılacağı, yoksa mevcut anayasada kapsamlı değişiklik mi yapılacağı konusu olacak.
Ben sil baştan bir anayasa yapılabileceğini sanmayanlardanım; ama diyelim ki böyle bir uzlaşma ortamı doğdu, partilerimiz sil baştan anayasa yazmak için bir masanın etrafına oturdu...
O zaman, nasıl temel hak ve özgürlüklerden yargı bağımsızlığına kadar her şeyi yeni baştan konuşacaksak, kuvvetler ayrılığı düzenini de yeniden konuşacağız demektir.
Mevcut anayasanın yürütme organıyla ilgili temel sorunu, yürütme yetkisini türlü çeşitli kurumlar arasında paylaştırmış olmasından kaynaklanıyor. Yürütme üzerinde gerçek bir yargı ve yasama denetimi kurmak yerine zamanın anayasa yapıcıları yürütme gücünü parçalamayı uygun görmüş.
Bu yüzden ülkemizde vesayet eleştirileri var. Ülkenin seçilmiş yürütme organı olan Başbakan ve hükümet üzerinde anayasa kaynaklı vesayet sahibi kurumlarından biri de Cumhurbaşkanlığı.
Eğer yüzlerce yıllık ‘The power is indivisible’ (Güç bölünemez) ilkesine uyacaksak, icra yetkisinin (yasama ve yargının denetimi saklı kalmak kaydıyla) herhangi bir vesayetle paylaşılmaması gerekir.
Ülkemizdeki mevcut başkanlık sistemi tartışmasının en önemli yönü budur. Ya seçimle gelen parlamentonun içinden çıkan başbakan, yetkisini kimseyle paylaşmadan icrai güç kullanacaktır veya ayrı bir seçimle seçilmiş cumhurbaşkanı bu gücü kullanacaktır; ikisi bir arada değil.
Dolayısıyla yeni anayasayı konuşmaya başladığımız anda, adına ister başkanlık deyin ister parlamenter sistemin düzeltilmesi, bu konuyu konuşmaktan kaçamaz siyaset kurumu.
Uzlaşmayı bozmasına izin vermemek gerek
ANLATMAYA çalıştım; yeni anayasa yazım çalışmasının önemli gündem maddelerinden biri ister istemez Cumhurbaşkanlığı kurumu ve bu kurumun sistem içindeki yeri.
Bu, son beş yıldır başkanlık sistemini savunan AK Parti için de böyle; özellikle son üç-dört yıldır Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı eleştiren muhalefet için de böyle.
Normal şartlarda, AK Parti başkanlık sistemini savunurken muhalefetin de Cumhurbaşkanı’nın (halk tarafından seçilse bile) sistem içindeki rolünü küçültmeyi savunması gerekir. (Bugün muhalefetin savunacağı anlaşılan pozisyonun 2007’ye kadar AK Parti’nin pozisyonu olması, o dönemde muhalefetin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’i savunması ise Türk usulü siyasetin bir cilvesi.)
Mesele, bu alanda doğacak bir uzlaşmazlığın bütün bir anayasa yapım sürecini etkilemesine izin verilip verilmeyeceği.
Bir kez daha Cumhurbaşkanı’nın konumu konusu Türkiye’yi anayasa uzlaşmasından yoksun bırakmamalı.
Kısmi değişiklik de mümkün ama...
ASLINDA mevcut 1982 Anayasası zaman içinde çok ciddi değişikliklere uğradı; daha da uğraması elzem.
Ancak eğer partilerimiz sil baştan bir anayasa yazamayacaksa; kısmi veya kapsamlı değişiklikle yetinilecekse bile yapılabilir, yapılması gereken bir sürü şey var.
Dediğim gibi eğer Cumhurbaşkanı’nın konumu ve yürütmenin vesayetten kurtarılması konusunda uzlaşamıyorsak, hiç değilse yargı bağımsızlığı ve tarafsız/bağımsız bir yargı ortaya çıkarma konusunda uzlaşabilmeliyiz.
Siyaset, Türkiye’ye bunu borçlu.
Paylaş