SON bir hafta on güne sığan bazı açıklamaları sayesinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bazı temel karakter özellikleri hakkında yeni yeni bilgiler edindik.
Örneğin Başbakan son on gün içinde tam üç kez Kars’ta dikilecek bir heykel hakkında konuştu. Bu konuşmalar esnasında öğrendik ki Başbakanımız son dört-beş yıldır bu konuyla yakından ilgilidir. Bir önceki belediye başkanı heykeli yapmak istediğinde her nasılsa başbakanın konudan haberi olmuştur ve daha o zamandan beri heykele karşıdır Tayyip Erdoğan. Kabul etmek gerekir ki, Kars ülkemizin güzel ve tarihi yerlerinden biri olmasına rağmen esasen uzak bir taşra kentidir. Kent uzun yıllardır nüfus kaybetmekte, giderek küçülmekte, bir ümitsizlik merkezi haline gelip eski önemini giderek kaybetmektedir. Masasının üzerinde dağ gibi sorunlar bulunan ve Türkiye’nin her yanıyla yakından ilgili olduğunu sık sık söyleyen Başbakanın Kars’taki heykele kadar inen dikkati ve fikri takibini başka şehirlerden de esirgemediğini varsaymalıyız.
Bingöl’deki bir okul inşaatı, Giresun’daki park, Aydın’daki cami, Burdur’daki çeşme, Osmaniye’deki yaya üst gecidi, Konya’daki tramvay rotası, Edirne’deki cami etrafı düzenlemesi gibi aslında Başbakana göre çok daha düşük seviyedeki yöneticilerin sorumluluğunda olması gereken sayısız konunun başbakanın kişisel takibi altında olması bence üniversitelerin İşletme Fakülteleri’nde tez konusu yapılması gereken bir şey. Bir sefer ben de şahsen tanık olmuştum, Başbakan İstanbul’da Piyalepaşa Camisinin etrafındaki yapılaşma konusunu mimari detaylara kadar bizzat izliyordu. (O zaman, Başbakanın Kasımpaşalılığından ötürü bu ilgisini normal görmüştüm ama şimdi anlıyorum ki aslında bu ilgi yurt sathına yayılmış durumda.) Bu yazdıklarımın Başbakana övgü olduğunu düşünenler çıkacaktır. Hayır, tam tersine, başbakanın yönetici olarak çok vahim bir eksiğine, çok temel bir hatasına dikkat çekmek için yazıyorum bunları.
Biz başbakanımızı bilmemneredeki çeşme inşaatını izlesin veya Kars’taki heykelin estetik değerini belirlesin diye seçmiyoruz. Biz başbakanımızı ülkeye vizyon verecek bir kadronun başına geçsin, geleceği düşünsün ve planlasın, o geleceği hayata geçirsin diye seçiyoruz. Yönetim biliminde bizim başbakanımız gibi davranan lider-yöneticilere takılan isim ‘Mikro yönetici.’ Çünkü makro konularla değil mikro konularla uğraşıyor, detayların içine girip boğuluyor, büyük şeyler düşünmeye vakti kalmıyor. Yoksa nasıl izah edeceksiniz, bir başbakanın onca kalabalık gündemi içinde bir heykelden on gün içinde üç kez söz etmesini? ‘Ehem’ ile ‘mühim’ arasında bir fark olduğu söylenir. Heykel konusu hem ‘ehem’ hem de ‘mühim’ anlaşılan başbakan için.
‘Türkiye yönetilmez, idare edilir’
BU meşhur laf Süleyman Demirel’e aittir. Ülkeyi yönetmek yerine idare etmeye başlarsanız, hele hele elinizde neredeyse sınırsız bir güç de varsa, Kenan Evren’in yaptığı gibi lise tuvaletlerine bile karışırsınız. Bir yandan ‘Demokrasi’ dersiniz, bir yandan demokratik yöntemle seçilmiş yerel yöneticilerin sizden habersiz çivi bile çakamaması için özel sistem geliştirir, yerel demokrasiyi kendi ellerinizle iğdiş edersiniz. Yönetmek yerine idare edersiniz, çünkü başka türlüsüne vaktiniz yoktur, son derece katı bir pederşahi idare biçimini yerleştirirsiniz. Etrafınızda size zaman zaman ‘Hayır’ deme cesareti gösteren kimseyi bırakmazsınız. En ufak çatlak seste bile kaşınız yükselir, ses tonunuz kalınlaşır.
Başbakan’a empati çabası
GÜNLERDİR düşünüyorum, acaba başbakan bir heykel konusunda neden on günde üç defa konuştu? Bu heykeli önemli yapan nedir? Kendimi başbakanın yerine koyup düşünmeye çalışıyorum, acaba neden bu konunun uzamasına sebep oluyor? ‘Müslü-manlar heykele karşıdır’ gibi kolay izahlardan uzak durmaya çalıştığımda aklıma gelen iki sebep var: 1. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın kendi sözlerini düzeltme çabasına girmesi başbakanı çok kızdırdı, ‘Benim ağzım dilim var kimsenin beni tercüme etmesine, üstelik sanki hatalı bir şey söylemişim gibi düzeltmesine ihtiyacım yok’ diye düşündü. 2. Başbakan referandumda alınan yüzde 58’e sevinmiş olsa da bu sonucun genel seçime yönelik bir rehavete sebep olduğunu da gördü, partisinin ve teşkilatının kapıldığı bu rehavetten uyanması için karşı tarafın da iştahla katılacağı kavgalara ihtiyacı olduğunu düşünüyor ve bu kavgayı çıkarıyor, arkadan başka kavgalar gelecek. Eğer birinci izah doğruysa, bu başbakanın sık sık rastladığımız asabi insan tarafının bir kez daha sergilenmesidir. Ama yok ikinci izah doğruysa, (ki doğru olduğunu varsaymamıza sebep olacak başka şeyler de oldu, mesela durduk yerde kamuda türban konusunun ortaya atılması, mesela başbakanın içki konusuna orantısız bir sertlikte girmesi gibi) o zaman zor aylar kapıda demektir.