Paylaş
Ben öyle düşündüm ama Başbakan Recep Tayyip Erdoğan durmadı, haftalardır bu idam meselesini sürdürüyor; hatta son Endonezya seyahatinde neredeyse her gün beraberindeki gazetecilere idamdan söz etti, oradan döner dönmez de kimse sormadığı halde bunu tekrarladı.
İdam cezasının geri geleceğine ihtimal verenlerden değilim; gelmesini isteyenlerden hiç değilim. Ama Başbakanın bu ısrarının arka planını, duygusal sebeplerin ötesine geçen nedenleri öğrenmek istiyorum doğrusu.
Başbakan arada türlü çeşitli dini referanslarla da olsa idam söylemini sürdürürken, hem onun hem de bütün Türkiye’nin kafasında esasen tek bir kişi var:
Abdullah Öcalan.
Öcalan’ın idamdan nasıl kurtulduğunu yakından izlemiş, iyi bilen gazetecilerden biriyim ve yeniden idam noktasına gelinmesi için çok büyük siyasi gelişmelerin yaşanması gerektiğini düşünüyorum.
Sakın o büyük siyasi gelişme, PKK’nın yakın zamanda gücünü keşfettiği açlık grevi silahı olmasın?
Cezaevlerimizde PKK ve KCK tutuklu/hükümlüleri tarafından yürütülen, 700’e yakın insanın katıldığı açıklık grevleri 60 günü aşkın süredir devam ediyor.
İçeriden ve dışarıdan çok sayıda çelişkili haber geliyor ama benim anladığım henüz kimse açlık grevini ölüm orucuna çevirmiş veya birilerine ‘Siz artık ölüm orucuna çevirin eyleminizi’ talimatı gelmiş değil.
Ölüm orucu ve olası sonucu son derece tehlikeli elbette. Cezaevlerinden tabutların çıkması, hem Türkiye’de Kürt meselesi ve PKK terörünü başka bir boyuta taşır hem de uluslararası alanda Türkiye’yi ciddi baskı altında bırakabilir.
Geçmişte Türkiye bu uluslararası baskıyı yaşadı, silah ambargolarına muhatap oldu, hala daha da yüksek teknolojili silahları almakta zorluklar yaşıyor.
Uluslararası baskının tamamen kalkmasa bile hafiflemesini Avrupa Birliği reformları sağladı; herhalde devlette kimse yeniden 90’ların sonundaki uluslararası ortama dönmek istemez.
Öte yandan açlık grevlerinin hükümet tarafından, bizzat başbakan tarafından bir ‘şantaj’ olarak görüldüğü de sır değil. Hükümet, açlık grevcilerinin üç temel talebinden sadece ana dilde savunmayla ilgili olanını yerine getirmek için bir hareket başlattı, henüz onu da tamamlamadı. O arada başbakan idam söylemini yükseltmeye başladı.
Burada elbette bir spekülasyon yapıyorum; yoksa ne Başbakan ne de başka bir yetkili ağız çıkıp ‘Biz açlık grevlerinin üstümüzde yarattığı baskıya karşı Öcalan’ın idamı meselesini gündeme getirip PKK’nın üzerinde bir baskı kurmaya çalışıyoruz’ dedi. Böyle bir cümlenin herhangi bir zamanda söyleneceğini de sanmam. Ama benim açımdan görünen köy kılavuz istemiyor.
Sonuçta, benim sezebildiğim kadarıyla bir dehşet dengesi oluşturuluyor: Cezaevlerinde her an ölüme yatma kararı alacaklara karşılık Öcalan’ın idamı...
Kimsenin hayattan, yaşamaktan, yaşatmaktan söz etmemesi bir yana, oluşturulmaya çalışılan dehşet dengesinin Türkiye’yi nasıl bir çıkmaza sokma potansiyelini içerdiğini de kimse konuşmuyor.
Yola, ‘Artık analar ağlamasın’ diye çıkıp buraya varmak çok vahim.
PKK’nın yeni silahı ve ölüm istatistiği
DAHA birkaç gün önce Hakkari valiliği açıkladı, son operasyonlarda 42 PKK’lı daha ‘ölü ele geçirilmiş’ti. 42 can. Bakacak olursanız, devletimiz tarafından açıklanan PKK can kayıplarının yılbaşından bu yana 850’yi geçtiğini görürsünüz.
Böyle konuşunca 850 rakamı bir istatistik. Ruhsuz, renksiz, kişiliksiz. Oysa 850 kişi öldü. Onların da anneleri babaları, kardeşleri sevdikleri vardı mutlaka.
PKK’nın 10 ayın sonundaki 850 kaybına karşılık cezaevlerinde 700’e yakın (tam rakam gün be gün değiştiği için böyle yazıyorum) insanın açlık grevinde olması kamuoyunda daha fazla konuşuluyor.
Bana soracak olursanız her durumda PKK militanlarını ölüme, intihara yolluyor ama galiba ikinci çeşit intihar yöntemi siyaseten daha sonuç alıcı olma potansiyeline erişti.
Paylaş