Paylaş
Fizik öyle bir bilim dalı ki, diğer bütün fen bilimlerini bir anlamda kapsıyor aslında.
Ve ‘Malzeme bilimi’ fiziğin en önemli dallarından biri.
Hatırlayın, geçen yıl Fizik Nobeli’ni malzeme bilimciler kazandı; bugün hepimizin evinde olan LED ışığı mümkün kıldıkları için.
Malzeme bilimi sayesinde bilgisayar çiplerimiz var, sentetik kumaşlarımız var, uçaklarımız var, çoğumuzun evinin pencere kasaları var, ince ekranlı televizyonlarımız var, var oğlu var.
Hayatımızın pek çok alanında doğada olmayan yeni moleküllerin geliştirilmesi yoluyla elde edilmiş yeni ‘malzeme’ler kullanıyoruz. Su geçirmez ayakkabımızda, güneşin zararlı ışınlarını geçirmeyen kumaştan gömleğimizde veya bindiğimiz yeni nesil uçağın kanadında.
Bu malzemelerden bir tanesi, dünyada son yıllarda kullanım alanı giderek genişleyen karbon elyafı veya ‘karbon fiber’.
Adından da anlaşılacağı gibi aslında bir çeşit iplikten söz ediyoruz. Özel yöntemlerle yapılan (şimdi yapılırken uygulanan kimyayı anlatmayayım) bu iplik, aynen başka iplikler gibi dokunuyor ve ‘kumaş’ oluyor.
Bu kumaşın çok önemli bazı özellikleri var. Bir tanesi dayanıklılık. Çelikten beş kat daha hafif olduğu halde ondan 4.5 kat daha güçlü bir maddeden söz ediyoruz.
O zaman, güçlü ama hafif malzeme arayan sektörler hemen bu malzemeye talip oluyor. Mesela gemi yapım sektörü, mesela uçak yapım sektörü, mesela otomobil motor ve gövdesi üretenler. Sırada dev boru hatları için boru üretenler ve inşaat sektörü var. Bu arada rüzgâr türbinleri için pervane üretenler araya girip ön sırada yer kapıyor.
Peki bu ucuz, hafif ve güçlü malzemeyi kim üretiyor?
Belki şaşıracaksınız ama bunun dünyadaki en büyük üreticilerinden biri bir Türk şirketi, DowAksa.
Taa 1971 yılında Yalova’da Türk tekstil endüstrisine akrilik iplik (Annem ve anneannem ‘Moher’ derdi) üretmek üzere kurulmuş bir fabrika, Türk mühendislerin çabası ve tasarımı, Türk sermayesiyle kendini ‘karbon elyafı’ üreten bir tesise çevirdi. Projeye TÜBİTAK aracılığıyla devlet de destek oldu ve dünya için ‘stratejik’ kabul edilen bu üretim alanında bir Türk şirketi, kendi mühendislerinin başarısıyla bu teknolojiyi geliştirdi, üretim yapabilir hale geldi. Sonra Amerikan kimya devi Dow ile yüzde 50 ortaklık kuruldu; çünkü Dow da üretimin önemli bir aşaması olan reçineleme konusunda ciddi tecrübe ve bilgi sahibiydi. Bugün AksaDow yıllık 3 bin 500 ton üretim kapasitesiyle çalışıyor ve üretiminin tamamını da ihraç ediyor. (Bu üretimle tam 70 bin binayı güçlendirmek mümkün.)
Bu şirketi şunun için anlatıyorum: Türkiye’de de eğer istenirse yüksek teknolojiye ve kompozit malzemeye dayalı üretimi, teknolojisini geliştirmek dahil yapmanın mümkün olduğunu gösterdi bize AksaDow.
Kolayca bir yabancı şirketle ortak olup teknolojiyi ithal edebilir ve sonra da ömrü billah o şirketin Ar-Ge departmanının esiri haline gelebilirdi, bunu yapmadı, kendi Ar-Ge’sini kurdu, icatlarını oradan çıkardı.
Aksa buna devam da ediyor; son olarak Amerika’da Amerikan federal hükümeti tarafından da desteklenen ‘Yüksek Teknoloji İçeren Yenilikçi Kompozit Üretim Enstitüsü’nün kurucu ortaklarından biri oldu. Enstitü 259 milyon dolara kuruldu.
Görüyorsunuz, aslında Türkler de yapabilir! Kolayına kaçmaz, kopya çekmek yerine kendimiz öğrenmeye uğraşırsak imkânsız diye bir şey yok!
İTHAL EDEN DEĞİL İHRAÇ EDEN ÜLKE OLMALIYIZ
ÇARŞAMBA günü çıkan yazımda da söylemeye çalıştım; Türkiye kurtuluşu daha yüksek katma değerli ürünler üretip bunları dünyaya satmakta bulacak.
2023 hedeflerini tutturmanın da başka bir yolu yok zaten. Geçen gün de yazdım, Türkiye’den ihraç edilen ürünlerin yarattığı ortalama katma değer 1.58 dolar/kg iken, tek başına karbon elyaf 20 dolar/kg civarında katma değer yaratıyor. DowAksa, Türkiye’den başka ülkelere satış yaparken yüzde 211 oranında katma değer üretiyor ki bu ülke ortalamasının oldukça üstünde.
Türkiye, ileri malzeme teknolojisinin kullanıldığı endüstriyel çözümleri ithal eden ülke değil ihraç eden ülke olmalıdır.
Yarına bir ‘iyi örnek’im daha var.
Paylaş