Paylaş
Bu sözler kime ait diye sorsam, herhâlde büyük çoğunluk Batılı birkaç liderin adını sıralar. Oysa bu cümleler, dünyanın gelmiş geçmiş en tehlikeli teröristi kabul edilen, el Kaide’nin eski lideri Usame bin Ladin’e ait.
Konuşmanın tarihi Kasım 2004. Başlığı da ‘Amerikan halkına mesajım’. Bu sözlerin geçtiği konuşma da ‘Madem ABD’nin dediği gibi özgürlük karşıtıyız, o zaman size neden İsveç’e değil de ABD’ye saldırdığımızı anlatayım’ sözleriyle başlıyor.
Bu konuşmadan bu yana 10 yılı aşkın bir süre geçti. Dünyada çok şey değişti. ABD’de artık Demokrat bir başkan var, Suriye’de de iç savaş. Ukrayna karışık, Mübarek ve Kaddafi artık koltuklarında değil. En önemlisi de bin Ladin artık yaşamıyor.
Ancak temsil ettikleri bugün hala hayatta. El Kaide belki eski popülerliğini yitirdi ama artık IŞİD var. Afrika’dan içinde Boko Haram, El Şebab geçmeyen haber gelmez oldu. Yemen’de iç savaş yaşanıyor. Taliban, Afganistan’ın sınırlarını aştı, Pakistan’da katliamlara girişiyor.
Özetle, bin Ladin öldü, ama savundukları hala canlı. Üstelik bu savaş, eskiden kendisini güvende ve tüm bunlardan uzakta hisseden yerlere de sıçrıyor. Fransa’da yaşanan Charlie Hebdo infazları bunun en yakın örneği.
Oysa çok değil birkaç yıl önce, Bin Ladin öldürüldüğünde Batı ‘terörle savaşının’ zaferle sonuçlandığını müjdeliyordu. Şimdi ise IŞİD saldıracak korkusuyla New York metrosunda güvenlik önlemleri artırılıyor, Fransa’da siyasi hiciv dergisi basılıp 12 kişi öldürülüyor, ülke kabus dolu üç gün yaşıyor.
Ve ne yazık ki, tüm bu yaşananlara rağmen tartışmalar hala ‘Ortadoğu’da kafa kesen kötü adamlar var’ gibi cahilce bir eksende yapılıyor. Hatta kendisini en ala uzman zannedenler bile ‘Madem şehit olacaklar, neden rehin alıyorlar, neden hala çatışıyorlar’ gibi cahilce soruların çıkmazında kayboluyor. Bu nedenle de esas soruna yıllardır çözüm bulunamıyor.
Tüm tartışmalar işin ahlaki boyutunda tıkanıp kaldığı için arkasındaki stratejik nedenler ve aslında bu adamların ne yapmak istediği görülmüyor ve haliyle de bombalama, tutuklama gibi hep geçici çözümlerle halledilmeye çalışılıyor.
Aslında kabul edilmesi gereken bugün dünyada, Müslümanların ezildiğini düşünen, Müslümanları ezenleri cezalandırmak isteyen ve kendi inançlarına göre bir sistem kurmak isteyenlerin varlığıdır.
Tartışmayı ahlaki boyutlara taşımak ise çıkmaz sokaktır. ‘Madem şehit olacaklar, neden savaşıyorlar’ demek çözümden uzaklaşmak, sorunu kangren hale getirmektir.
Bu adamlar, Fransa’dan kaçabilecekken hala ülkede kalıp, başka insanları rehin alıyor ve mücadele etmeye devam ediyorlar. Aslında yaptıkları Fransa’yı, Filistin’e, Lübnan’a, Suriye’ye dönüştürmek. Bir anlamda, “Sizler evlerinizin, oturma odalarınızın sıcak konforunda televizyonlarınızdan bu başka coğrafyalarda, başka ailelerin ocağına düşen ateşleri izleyip kritiğini yapabiliyor olabilirsiniz ama bu cinnetin dışında kalamayacaksınız, çünkü sizin devletleriniz bu cinnetin doğrudan ya da dolaylı tarafı” demek…
Yani Avrupa’nın göbeğini, dünyanın en güvenli yerlerinden birini, bir korku filmi setine çeviriyorlar. Mensubu oldukları grubun çektiği acıları, bu acıların müsebbibi olduğunu düşündüklerine yaşatıyorlar. Bu nedenle de eş zamanlı, böylesine vahşi eylemlere imza atıyor, kanlarının son damlasına kadar mücadele ediyorlar.
Bugün, dünyanın bu adamların akıl hastası olmadığı ya da kulaktan dolma, işin aslından kopuk, cahil gözlüklerle yaptığı yorumlardan çok daha büyük bir derinliğe sahip olduğu gerçeğiyle yüzleşmesi gerekiyor.
Belki de hepsinden önemlisi artık tüm bu vahşeti gerçekleştirenlerin neden böyle davrandıklarını anlamaya çalışması ve işi ‘kötü adamlara karşı iyi adamlar’ sığlığından ve cehaletinden çıkarıp daha farklı bir şekilde yaklaşması gerekiyor.
Aksi halde, tahayyülü bile sinir bozucu ve ürkütücü olsa da Fransa’da bir hiciv dergisinde çalışan 12 kişinin infazıyla başlayan 2015 yılının Batı ülkelerinde birbirinden korkunç saldırılarla anıldığı bir yıl olması işten bile değil.
Paylaş