2 Temmuz 2004
Nihayet ben de tatile çıkıyorum. Sihirli Annem dizisinin 65’inci bölümünü de çektik bitirdik. Sizler daha birkaç hafta yeni bölümleri izleyeceksiniz. Son bölümü çekerken biz bütün ekip olarak çok heyecanlandık. Dizi yaz tatiline belki de en çok merak edilen soruları akıllarda bırakan bir finalle giriyor.
Bir düşünün bakalım en çok neyin olmasını bekliyorsunuz? Bizim birer peri olduğumuzu, bütün fanilerin öğreneceği günü mü, yoksa Taci’nin köpek halinden kurtulup, insan görüntüsüne geri dönmesini mi? İşte bütün bu soruların cevabı için hep beraber Eylül ayının gelmesini bekleyeceğiz.
Sizler ekran karşısında sadece bizleri yani oyuncuları görüyorsunuz ama aslında bu dizi için çalışan o kadar çok abla ve abi var ki, saymakla bitmez. Bir kere her hafta bize senaryo yazıp yollayan her hafta hepimizi heyecanlandıracak meraklandıracak konular bulan bir Gamze abla var. Bütün ekibin ihtiyaçlarını karşılayan herkesin sorunlarıyla tek tek ilgilenen bir İnci (Kırhan) abla var. Sonra bize sürekli nerede, ne yapmamız gerektiğini söyleyen, hepimizin işi bitse bile, hiç işi bitmeyen ve çalışan dizinin yönetmeni Tülay abla var.
Özellikle Çilek ve Taci’ye ezber yaptırmaktan hiç sıkılmayan Başak abla, yaptığımız her hareketi takip eden Kurtuluş abla, Serpil abla... Gözünü bütün gün kameradan ayırmadan bize bakan Ömer abi, Şahin abi, Serkan abi, Gökhan abi. Bizi giydiren o çok beğendiğiniz şatoyu ve evimizi kuran Demet abla, Çiğdem abla, bize makyaj yapan Sevinç abla... Bitip tükenmeyen isteklerimize hep çözüm bulan Akın abi, Engin abi, saçlarımızı tarayan Fevzi abi ve daha adını sayamayacağım pek çok ekip arkadaşımız var.
İşte çok merak ettiğiniz bir soruyu daha cevapladım. İnci abla dizi başlarken biterken bir sürü isim yazıyor kim onlar diyen herkes artık onları tanıyor. Zaten her iş böyle değil midir? Hep iş bölümü yapılır. Kimileri daha çok göz önünde olur, kimileri işin mutfağında. Ama ortak bir amaç için elele verip çalışıldığı zaman hep güzel işler ortaya çıkar. Herkes işini en iyi şekilde yaparsa, bütün lokomotifler süratle ve sevgiyle çalışırsa o zaman o mutlu treni hiç kimse durduramaz.
Yazının Devamını Oku 24 Haziran 2004
Yaz tatilinin hepiniz için çok değişik anlamları olduğunu bana yazdığınız mektuplardan anlıyorum. Kiminiz tatil deyince sadece denizi ve eğlenmeyi, kiminiz çalışıp kendini biraz daha geliştirmeyi, kiminiz evde yatıp televizyon izlemeyi hayal ediyorsunuz. Bence de bunların hepsinin ortasını bulup güzel bir tatil yapmak en iyisi. Okuyamadığınız kitapları okumak, görüşmeyi ihmal ettiğimiz arkadaşlarımıza daha çok zaman ayırmak, yardıma ihtiyacı olan anne babamızın veya bir yakınımızın yanında çalışmak, ama mutlaka bir şeyler üretmek ve yaratmak. Hiçbir şey yapmadan dinlenmek imkansız.
Çünkü vaktimiz çok kıymetli. Babam bana ‘Çalınan hiçbir şeyin için üzülme, çünkü her şeyi geri getirebilirim,.ama bir tek şey asla geri gelmez o da boşa geçen vakittir’ derdi. Biz de tatilimizin kıymetini çok iyi bilmeli, iyi bir plan yapıp, okullar açıldığında anlatacağımız çok şeyimiz olması için çalışmalıyız. Eğer tatil için değişik fikirlerinizi bana yazarsanız, onları burada yayınlarız ve siz de birbirinize ilginç önerilerde bulunmuş olursunuz, ne dersiniz?????
TEGV’den keyifli ve yaratıcı tatil
Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nın (TEGV) tüm park, birim ve gezici öğrenim birimlerinde gerçekleştirilecek 2004 yılı yaz etkinlikleri başladı. Sizlerin yaş ve sınıf düzeylerine göre planlanan etkinliklerde, bahçe oyunları, bilgisayar, satranç, gezi, ingilizce, kutu oyunları, genç çevreciler, edebiyat atölyesi gibi pek çok farklı etkinlikler gerçekleştirilecek. Keyifli ve yaratıcı bir yaz tatili geçirmek için Eğitim Gönüllüleri’nin etkinliklerinin gerçekleşeceği park ve birimler hakkında daha detaylı bilgi için telefon numarası 0 216 545 10 75. Bildiğim kadarıyla verebilme olanağınız varsa etkinliklerden yararlanmak için 5 milyon lira ödüyorsunuz. Maddi durumunuz uygun değilse hiçbir bedel ödemeden harika bir yaz tatili geçiriyorsunuz.
Sizin için film izledim
İsmini ilk duyduğumda film bana hiç de sempatik gelmedi: ‘Ruhların Kaçışı!’ ‘Bu da ne demek’ dedim. Sanki bir korku filmi seyredecektim. Filmi Japonların yapmış olması sinemaya gitmemdeki en büyük nedendi. Çünkü çocukluğumda Japonların yapmış olduğu Şeker Kız Candy, Heidi gibi çizgi filmler başladığında beni televizyonun karşısından kimse alamazdı. Şimdi bile vakit buldukça onları aynı keyifle izliyorum. Doğrusu ‘Ruhların Kaçışı’ pek de benim ve birçoğunuzun hayranlıkla izlediği çizgi filmlere benzemiyor. Ama bir animasyon harikası. Bizim gibi zaman zaman hayal dünyasında yaşayan, fantastik öykülere bayılanlar için tavsiye edebileceğim bir film. Zaten film geçen yıl ‘En İyi Animasyon Oscar’ını’ almış. Ayrıca 10 tane de ödülü var. Özellikle biz kız çocuklarının daha çok ilgisini çekeceğini düşünüyorum. Çünkü filmin kahramanı 10 yaşında, Chıhıro adlı küçük bir kız.
Chıhıro’nun da başına bizim son günlerde köşemizde sıkça bahsettiğimiz bir olay geliyor: Chıhıro taşınıyor! Ve her taşınan çocuğun verdiği ilk tepki gibi o da mutsuz. Arabada eski arkadaşlarını, eski evini düşünürken birden babası yanlış yola sapıyor ve kendilerini bir tünelin başında buluyorlar. Bu bir rüya tüneli. İşte her şey onların ailece bu karanlık tünele girmeleriyle başlıyor. Veeee inanılmaz olaylar birbirini takip ediyor.
Küçük kızın anne babası birer domuza dönüşüyor. Sonra, içine düştükleri bu garip yerin cadı kılıklı Yubaba’nın sahibi olduğu bir hamam olduğunu öğreniyoruz. Bir sürü tuhaf yaratık ve Chıhıro’nun arkadaşı Haku’yu tanıyoruz. İyinin kötünün, doğrunun yanlışın, güvenin ve güvensizliğin büyüme çağındaki bir çocuk için neler ifade ettiğini görüyoruz. Ve hepimizin büyürken geçirdiği evreleri, bilincimizin ve sorumluluk duygumuzun gelişmesine, yaşadığımız mücadelenin nasıl katkıda bulunduğunu bir de Chıhıro’nun gözünden görüyoruz.
İzleyin yorumlarınızı bekliyorum.
İnci abla, ben Burçin, geçen hafta 11 yaşıma bastım. Bütün arkadaşlarımla birlikte kutladık. Çok eğlendik ama her şeyden daha önemli bir olay oldu. Bunu anlatmak istiyorun. Melis benim hem çok eski hem de çok iyi bir arkadaşımdır. Geçen sene tatilden döndüğümüzde bir oyunun kuralı yüzünden tartıştık ve küstük. Bu küslük çok uzadı, ikimiz de inat edip olayı uzattık. Diğer arkadaşlarımız da bu duruma çok üzülüyordu. Benim de içim içimi yiyiyor fakat inadımdan Melis ile konuşmuyordum. On beş gün önce Melis’in kolu kırıldı. Küslüğümüz o kadar uzamıştı ki bir türlü cesaret edip ona geçmiş olsun diyemedim. Doğum günümde aldığım en güzel hediye, Melis’i karşımda görmem oldu. Alçılı koluyla bana ‘İyi ki doğdun’ dedi. Hem çok mutlu oldum hem çok utandım. Bütün arkadaşlarımın önünde ağladım MELİS’E sarıldım. O çok olgun davranmıştı. Bence kimse birbiriyle küsmemeli. Sevdiklerimizi her an yanımızda bulamayabiliriz, konuşarak birbirimizi dinleyerek çözemeyeceğimiz hiçbir şey yok. Son bir hafta okula giderken Melis’in çantasını ben taşıdım. Tatilde en çok onunla vakit geçirmek istiyorum.Ve küsken kaybettiğimiz zamana çok üzülüyorum. (ADANA)
Bana yazın olur mu
İnci Türkay / Kelebek - Hürriyet Medya Towers. Güneşli 34212 - İSTANBUL Faks: 0212 677 04 35
Tamamen kabul etmek, sevmektir
Geçen hafta Taci ile yaptığım röportajda onun son cümlesi beni çok etkiledi. Ondan babalar günü için bir mesaj vermesini istemiştim. O da bana şöylee bir içini çekerek SEVDİKLERİNİZİ OLDUĞU GİBİ SEVİN demişti. O anda bu lafın derinliğini anlayamamıştım. Köpek görüntüsüne rağmen, herkesin kendisini sevmesini istediğini sanmıştım. Oysa bütün bir hafta arka bahçemde karıncalar üstüme başıma tırmanırken bu sözün altında yatan anlamları düşündüm.
Bu arada karıncalarla gerçekten başım dertte. Onları çok seviyorum ve sürekli izliyorum. Çok çalışkanlar, hiç kavga etmeden müthiş bir düzen içinde harika bir iş bölümüyle çalışıyorlar. Ama devamlı üstüme tırmanıyorlar ve tüylerimin içine girdikleri için ben onları farkedemiyorum. Eve girdiğimde bir silkeleniyorum, her yer karınca doluyor. Tabii ondan sonra hep İnci’yle kavga. Yok efendim nerelerde yatıyormuşum da bu zavallı hayvanları eve taşıyormuşum, evi karıncalar basıyormuş, filan filan. Neyse üzerimde onlarca karınca ile çimenlerde yatarken aklıma TACİ ve sözleri geldi. Kendi kendime sordum, birini sevmek ne demek, birini nasıl seversin?Sevginin yerine kabul etmek sözcüğünü koydum. Sonuç şu oldu TAMAMEN KABUL ETMEK KARŞILIKSIZ SEVMEKTİR. Mesela ben İnci’yi hiçbir karşılık beklemeden sadece ama sadece seviyorum. O bana kızıyor, bağırıp beni azarlıyor, bebekken tuvalet terbiyem için popoma vuruyordu, bazen suyumu unutuyor, yemeğimi geciktiriyor. Bütün bunları ‘İnci’ olduğu için yapıyor. Benim ondan tek beklentim başımı okşaması ve bana bir çift güzel söz söylemesi. Yoksa ben yemek de bulurum, içecek su da.... Onun her şeyi anında yapmak istemesi, sürekli telaşlı hali, daha iki aylıkken bana tuvaletimi tutmayı öğretme çabası, çok titiz olup bastığım her yeri arkamdan silmesi beni hiç rahatsız etmiyor. Çünkü onu olduğu gibi seviyorum. Çünkü İnci hassas, kırılgan, hemen her şeyden etkileniyor, üzülüyor, kızıyor sonra hemen unutuyor gülüyor. İşte ben onu böyle olduğu için seviyorum ve hiç değiştirmeye çalışmıyorum.. Sahip olmadığımız bir şeyi başkasına veremeyiz. Kendimizi olduğumuz gibi kabul etmediğimiz sürece, başkalarını oldukları gibi kabul edemeyiz ve hep mutsuz oluruz.
İşte aslında Taci bunları söylemek istemişti. Kimse için değil, kendiniz için hayalkırıklığına uğramamak ve hep mutlu olmak için herkesin doğrusuna saygı duyun ve SEVDİKLERİNİZİ OLDUĞU GİBİ SEVİN.
Karıncalarla ilgili sorunlarım henüz bitmedi. Ama belki bu hafta düşünmemi kolaylaştırdılar ve belki de ilk defa size bu kadar ciddi bir konuda yazdım. Sevgili karıncalarıma da teşekkür ederim iyi ki varlar...
Yazının Devamını Oku 17 Haziran 2004
Yaz tatilimizin ilk pazarını Babalar Günü’nü kutlayarak geçireceğiz. Kimimizin babası boynuna sarılabilecek kadar yakında, kimimizin babası ise benim babam gibi çooook uzaklarda olacak. Bütün babaların Babalar Günü kutlu olsun. Geçen gün, beş yaşındaki bir çocuğun, babası her gün işe giderken neler hissettiğini anlattığı bir şiir okudum. Ve Babalar Günü’nde bu küçük hayalperestin şiirini sizlerle paylaşmak istedim.
BABAMIN İŞİ
Kapıdan çıkmadan beni kucaklar, pencereden bakar ona bir kez daha el sallarım
İşte gidiyor babam, ‘iş’ adını verdiği bir yere
Gitmesi gerektiğini söylüyor, orası neresidir bilmiyorum.
Ama orayı seviyor olsa gerek, her gün gittiğine göre.
Durun bakayım! Sanırım anladım
Oraya oyun oynamaya gidiyor olmalı.
***
‘İş’ adı verilen o yer, bir kale olmalı koskocaman
Evet orası bir kale, babamsa oranın kralı!
Eminim yüzlerce, hayır binlerce oyuncak var orada
Babam trampet çaldığında ya da eski püskü ayısına şarkı söylediğinde
Kimsenin ‘Hey kes şu gürültüyü’ diye bağırmadığını biliyorum.
***
Kalesinin dışında bir de hayvanat bahçesi var
İçinde aslanlar, kaplanlar ve rengarenk palyaçolar
Palyaçoların yaptıklarına gülüyor olmalı, ben de orada olsam ben de gülerdim, biliyorum!
Oysa ben evdeyim, kahvaltı edeceğim
***
Umarım bugün kahvaltıda, tatlı birşeyler vardır.
Şimdi oturuyorum işte babacığım geliyor, gözlerimi açsam mı?
Hayır olamaz! Bundan nefret ediyorum!
Elimde çatalımla yumurtalarımı seyrederken, ‘İş’ adındaki yere giden
Babamı düşünüyorum,
Onun elinde kaşık olmalı, dondurmasını yiyebilmek için,
İddiaya girerim, bileğinde bir de balon bağlıdır.
Evet dondurma ve pasta ve öğle yemeği olarak şekerleme!
***
Dondurması pazartesi günleri çikolatalı, salıları vanilyalı
Çarşamba çilekli, perşembe naneli, tepesinde de vişneli
Peki ya cumaları? Sanırım, onu biliyorum
Babam benim en sevdiğim fıstıklıyı istiyor o gün!
***
Ay! Şimdi çıldıracağım
‘İş’ denilen yer çok eğlenceli olmalı,
Babam mutluysa ben de olurum
Peki ya babam her gün oraya gidip oynuyor ve gülüyorsa,
***
Ya geri gelmezse günün birinde? Hayır babam hergün evine döner
Sanırım ben çok güzel gülümsediğim için,
Kalesini, hayvanat bahçesini bırakıp, kilometrelerce yol gelir
Babam her gün ‘iş’ini bırakıp eve geliyorsa, beni çok seviyor olmalı!
Dünyada en çok sevdiği şey bana sarılmak olmalı
Kardeş yerine balığım olsun
İnci ablacığım ben İlkcan. 10 yaşındayım. Ailemin henüz tek çocuğuyum. Bir kardeşim olmasını çok istiyorum ama annem ve babam çok çalışıyorlar ve bana bir kardeş yapamıyorlar. Ben de vaktimi arkadaşlarımla geçiriyorum. Biz Antalya’da oturuyoruz ama bu yaz İzmir’e taşınacağız. Geçen yazınızdaki taşınmakla ilgili fikirlerinizi dikkatlice okudum. Ben de taşınacağımızı duyunca çok üzüldüm ve annemlere küstüm. Üstelik benimle nereye gidersek gidelim gelebilecek bir kardeşim de yoktu. Çok sevdiğim arkadaşlarımdan ayrılacak olmam rüyalarıma giriyordu.
Yazınızdan sonra ben de taşınacağımız yeri çok merak etmeye başladım. Yeni arkadaşlar tanıyıp, yeni bir evde yaşayıp, yeni bir odamın olması çok güzel olacak galiba. Yanlız annemlerden bir ricam var. Madem bir kardeşim olmuyor, ben de benimle her yere gelebilecek balıklarım olsun istiyorum. Bana bir akvaryum alsalar yeni evimize yerleşirken balıklarımla ilgilenmek bana çok iyi gelecek. Küçük balıklarıma eski arkadaşlarımı anlatırım ve bütün olanları da günlüğüme yazarım ki bir kardeşim olunca okuyabilsin. Sizi çok seviyorum ve bana öğrettikleriniz için teşekkürler...
Sylvio'nun köşesi
Ben de bir ‘Baba’yım
Okullar tatil oldu.
Yaşasın! Artık bir sürü top patlatabilirim. Benim yeni bahçeme top oynamak için bir sürü çocuk geliyor. Dün, en sevdiğim meyve olan karpuz şekilli bir top gördüm. Çocuklar onunla futbol oynuyorlardı. Ben de oynamak için yanlarına gittim. Önce benden korktular. Sonra yavaş yavaş beni sevmeye başladılar. Veee işte o an geldi. Toplarını benimle paylaşmaya karar verdiler. Aslında ben gerçekten topları patlatmak istemiyorum. Ama dişlerim o kadar keskin ki, topu nazikçe tutmaya çalışsam bile fıssssss top patlayıveriyor. Ben de çok üzülüyorum. Hepinize iyi tatiller diliyorum veee sizlere bugüne kadar hiç bahsetmediğim bir konuda bir şeyler anlatmak istiyorum.
***
Biliyor musunuz ben de BABA’yım.
Hem de 10 tane çocuğum var. Hepsi yeni ailelerinin yanında huzur içinde büyüyorlar. Oğullarımdan biri olan Leo ile çok sık görüşüyorum. Diğer çocuklarım uzak yerlerde olduğundan onları pek göremiyorum ama mutlu olduklarından eminim. Ben de ‘Babalar Günü’ için bir şey yapmak istedim ve hepinizin çok yakından tanıdığı baba TACİ ile bir röportaj yaptım.
SYLVİO- Siz ünlü bir babasınız, bu hayatınızı nasıl etkiliyor ve kızlarınızla aranız nasıl?
TACİ- Doğrusu kızlarımla gurur duyuyorum. Ama hayatta şan, şöhret, ün gibi şeyler geçici. Asıl olan aile huzurumuz ve mutluluğumuz. Ama bildiğiniz gibi DUDU bizim huzurumuzu kaçırmak için her şeyi yapıyor. Yine de onu da seviyorum, ne de olsa çocuklarımın annesi...
SYLVİO- Herkes sizin ne zaman eski halinize döneceğinizi merak ediyor?
TACİ- Ne yazık ki bunu sadece senaryo yazarımız bilebilir. Bildiğim tek bir şey var. BİR GÜN MUTLAKA ESKİ HALİME DÖNECEĞİM.
SYLVİO- Çekimlerde yoruluyor musunuz?
TACİ- Çekimler hem çok yorucu, hem de çok zevkli. Bana lezzetli bisküviler ikram ediyorlar. Halbuki ben ne istediklerini çok iyi biliyorum ama içimden konuşmak gelmiyor ve inadına susuyorum. Bazen de çeşitli yiyecekler versinler diye , burnuma krem peynir sürülmeden konuşmuyorum. Zaten bir veterinerim var ve her şey onun kontrolünde.
SYLVİO- Çocuklarla aranız nasıl? Onlar bazen istemeden de olsa bizim canımızı yakıyorlar.
TACİ- Aslında hepsi çok sevgi dolu. Beni sürekli sevmeye çalışıyorlar ama ben hep onlarla oynamak istemiyorum. Çekim aralarında şööyle ayaklarımı uzatıp kestirmek istiyorum. Ama nerdeee........
SYLVİO- En büyük sıkıntınız ne?
TACİ- Horlar gibi nefes alıp vermem. Ama ne yapayım, benim yaradılışım böyle. Yemek yemem de konuşmam da biraz gürültülü. Tabii sesli çekim olduğundan onlar konuşurken ben nefes alınca bütün çekim bozuluyor vee taaa en başa dönüyoruz.
SYLVİO- Sizden en son olarak babalar günü için bir mesaj alalım...
TACİ- SEVDİKLERİNİZİ OLDUKLARI GİBİ SEVİN.................
Bana yazın olur mu
İnci Türkay / Kelebek - Hürriyet Medya Towers. Güneşli 34212 - İSTANBUL Faks: 0212 677 04 35
Yazının Devamını Oku 10 Haziran 2004
Büyükler çocuklara bu dünyada yaşanan savaşları, acıları dindiremeyecek kadar küçük olduklarını söylerler.
Sakın bu sözlere inanmayın. Bizim düşlerimizi gerçekleştirmemize engel olacak hiçbir şey yok. Bazıları buna ’Boş hayaller ya da fazla idealistlik’ diyebilir. ‘Çocuklar nasıl olsa büyüdüklerinde bu hayalleri unutacaklardır’ diyenler de var. Hatta hayattaki sihirlere, fantastik romanlara, ’Saçma sapan, hiç olmayacak şeyler’ diyenler bile var. Sakın onlara da inanmayın! Bence yaşadığımız dünyanın, daha çok hayal kuran ve daha idealist insanlara ihtiyacı var. Günün birinde insanoğlunun Mars’a gidebileceğine, aya ayak basacağına inananların da, büyük hayallerin peşindeki insanlar olduğunu sakın unutmayın. En son örnek olarak ünlü İngiliz yazar, J.K.Rowling’in yarattığı hayal kahramanı HARRY POTTER, hepimizin ilgi odağı oldu. Şimdi herkesin çok iyi tanıdığı Rowling’in, Harry Potter’ı yazmaya başladığı günlerde sadece çay içecek kadar parası, ama dünyaya yetecek kadar hayalleri vardı. Küçücük bir cafede, Harry Potter’ı yazmaya başladı. Onun sihirli dünyasına girebilmek için hepimiz kitabevlerine koştuk. Bütün serileri büyük bir heyecan ve keyifle okuduk. Sinemaya uyarlandığında, ilk film gişe rekorları kırdı.
Zamanda geri gidişleri inanılmaz Şimdi serinin üçüncü filmi olan Harry Potter ve Azkaban Tutsağı sinememalarda. Emin olun sizler için en güzel karne hediyesi. Ben ilk gün izledim ve bayıldım. Sizi uyarıyorum, bu film diğerlerine göre birazcık daha korkutucu. Ama çok keyifli, insan film hiç bitmesin istiyor. Hele ‘Harry ve Hermonie’nin zaman döndürücü ile zamanda geri gitmeleri inanılmaz. İşte asıl macera orada başlıyor. Bir de, daha önce hiç görmediğimiz yeni kahramanlar var. Ben Prof.Sibyll Trelawney’e bayıldım. Film hakkında öyle çok şeyler yazmak istiyorum ki... Ama kendimi durdurmalıyım.
Bir tek şunu söylemek istiyorum. Kitabı okuduğum zaman beni en çok etkileyen cümle KARANLIKTA BİLE UMUT VARDIR YETER Kİ IŞIĞI YAKMASINI BİLİN cümlesiydi. Filmde de bu mesaj çok güzel yerine oturmuş.
Sylvio'nun köşesi
Taşınmak sürprizlerle dolu bir oyunmuş
Yazının Devamını Oku 3 Haziran 2004
Son beş yıldır çevremde hep pırıl pırıl çocuk gözleri görüyorum.
Hepinizin çok iyi bildiği gibi tam 500 bölüm Duma Duma Dum adlı çocuk programının ’İnci Abla’ sıydım. Her bölüm en az yirmi beş stüdyodan, milyonlarcası ise ekrandan ışıl ışıl bana bakıyordu ve her gün yeni bir şeyler öğreniyor, yeni bir şeyler öğretiyordum. Bu kış ise Dum Dünyası adlı yeni bir program yaptık. Biliyorsunuz programın içinde bir sürü eğlenceli ve eğitici yarışma vardı.
Bir programda su dolu bardakları üst üste koyarak en yüksek kuleyi yapma oyununu oynuyorduk. Bu dikkat ve konsantrasyon için çok önemli bir oyundu. Aynı zamanda çok da eğleniyorduk. Ama içi su dolu bardaklarla dengeyi sağlamak zordu ve bardaklar devrildikçe stüdyo sular içinde kalıyordu. Tabii biz bütün bunları hesaplayıp önlemler almıştık ama o gün her yer çok ıslanmıştı. Ben de ıslak zeminde neşeyle koşuşturan çocukları dikkatle izliyordum. Bir kayıp düşen olursa hemen koşup yakalayacaktım.
Tam kendimi iyice oyuna kaptırdığım bir anda birden çocuklar için korktuğum şey benim başıma geldi. Ayağım kaydı ve sert bir şekilde yüzüstü düştüm. Olay canlı yayında olmuştu. Hemen reklam arası verildi. Kimse bir şey anlamadı tabii.
Ela beni öperken duraksadı Başımda kocaman bir şişlik oluştu. Ama yayını gayet mutlu bir şekilde bitirdik. Ertesi gün uyandığımda vücudumda bir gün öncesine göre bir sürü ağrı vardı ve pek çok yerim morarmaya başlamıştı. Özellikle başımda sağ kaşımın altına doğru ciddi bir morluk vardı. Görüntümden rahatsızdım ama nasıl olsa makyajla kapanacaktı.
Yazının Devamını Oku 27 Mayıs 2004
Annem, ben yedi, ablam da 11 yaşındayken bizi bir göl kıyısında pikniğe götürmüş.
Biz ablamla oyunlar oynarken, içine dilek için bozuk paralar atılan bir havuz keşfetmişiz ve hemen annemizi çağırmışız. O da cüzdanından bozuk para çıkartmış ve bize dilek dileyip havuza atmamızı söylemiş. Önce annem bize nasıl yapacağımızı göstermek için bozuk parayı avucunda sıkıp dileğini tutmuş ve sırtını havuza dönüp parayı atmış. Tabii bu bize çok eğlenceli bir oyun gibi gelmiş. Biz de hemen annemden bozuk para istemişiz ve bu küçük ve eğlenceli töreni gerçekleştirmişiz. Dönüş yolu boyunca annem ne dilek tuttuğumuzu merak etmiş. Sonunda belki ne istediğimizi öğrenir ve onları kısa yoldan gerçekleştiririm diye düşünüp bize dileklerimizi sormuş. Ben hiç tereddütsüz bir köpek yavrusu istediğimi söylemişim. Annem buna çok gülmüş. Ablamın yanıtı ise annemi oldukça şaşırtmış ve duygulandırmış. Onun dileği, benim dileğimin yerine gelmesiymiş. Annem bana bu hikayeyi anlattığında 16 yaşındaydım. Ve o gün bir kardeşim olduğu için kendimi dünyanın en şanslı insanı hissettim. Küçükken bir kızkardeşin ne kadar sıkıcı olduğunu düşünürdüm. Sürekli ona küçülen giysileri giymek, onun eski ders kitaplarını kullanmak, sanki hayat boyu onun peşinden gidecek bir kopya gibi hissederdim kendimi. Tüm bunların gerçek karşılığının paylaşmak olduğunu ise yeni anlıyorum.
Sylvio'nun köşesi
Sirkte gözümüz kamaştı
İşte beklediğiniz an geldi. Bakın size FİONA’nın resmini gösteriyorum. Şimdi onu niye bu kadar beğendiğimi biraz olsun anlayacaksınız. Biraz olsun diyorum, çünküüüüü bu fotoğrafla anlaşılacak bir şey değil. Asıl güzellikler onun içinde saklı. İtiraf ediyorum onu TACİ’den de parktaki yakışıklılardan da kıskanıyorum. Bu fotoğrafları çektirdiğimiz gün İnci bize harika bir sürpriz yaptı. Bir kere onunla açık açık konuşmasak da FİONA’yla aramda birşeyler olduğunun farkında. İşte İnci’yi çok sevmem için bir sebep daha. Konuşmadan anlaşıyoruz. Bir gün ona her şeyi anlatacağımı biliyor. Size bir sır vereyim mi: Galiba birazcık UTANIYORUM.
Yazının Devamını Oku 20 Mayıs 2004
Ben hayatı neden bu kadar acele yaşadığımı bir türlü anlayamıyordum. Bir sonraki adımda ne yapacağımı düşünmekten, yaşadığım o anın tadını çıkaramıyordum. Çünkü ben o anı çoktan yaşayıp bitirmiş oluyordum. Bana göre başarı, o gün yapmayı planladığım işleri yapıp yapmamam demekti. İşlerimi zamanında bitirmeye çalışır, her zaman yanımda taşıdığım günlük işler listemdekileri bitirdikçe mutlu olurdum. Günün sonunda listemdeki işler tamamlanmamışsa huzursuz bir şekilde yatardım. Bir gün küçücük ama aslında büyük ve benim için çok değerli olan bir arkadaşım bana ‘İnci, acelen ne?’ dedi. Acele etmemek ve hayatın tadını çıkarmak.. Bu minicik adam, yaptığım programların ve listelerimin yararlı olmalarına karşın, harfi harfine uyulması gereken şeyler olmadığını öğretti bana. Onun sayesinde başarı konusundaki görüşüm değişti. Şimdi benim için başarı, sevdiklerimle daha fazla beraber olmak ve gülmek. Artık anladım. Hayatın eğlenceli olması gerekiyor. Kuşlar hep şarkı söyleyerek uyanıyorlar. Bebekler ortada hiçbir neden yokken gülüyorlar. Şimdi sadece eğlenceli olduğu için bir şeyler yapmaya zaman ayırıyorum. Kendime karşı çok ama çok sabırlıyım. Artık içimdeki ses hiçbir şeye zaman yok dediği zaman, ona sadece gülüyorum. Otobüse koşmuyorum, çorba karıştırırken bulaşık makinesini boşaltmıyorum, öğlen yemeklerimi telefon görüşmeleri arasında yemiyorum. Her ne yapmam gerekiyorsa, bütün dikkatimi yaptığım işte topluyorum. Bir iş ne kadar uzun sürerse sürsün, acele etmeyi reddediyorum.
VEEEE DAHA MUTLUYUM. Tam da bunları düşünürken bu konuyla ilgili çok güzel ve gerçek bir hikaye okudum: Kaplumbağa ile tavşan(lar)
Kaplumbağa ile tavşan(lar)
Oğlum dört yaşındaydı ve Paskalya’da ilk kez yumurta avı yarışına katılıyordu. Çocukların tümü başlama çizgisindeki sarı kurdelenin arkasında toplanmış, yarışın başlamasını bekliyordu. Kurdele kesilir kesilmez, Mark dışında bütün çocuklar koşmaya başladılar. ‘Koş’ diye ona seslendim, fakat bana aldırış etmiyordu. Çocuklar koşturuyor, gizlenmiş yumurtaları arıyorlardı. Yanımda duran kız kardeşime dönüp ’Bir tane bile yumurta bulamayacak’ dedim. Onun oğlu Danny ise en önde koşan çocuklardan biriydi. Bir ara Mark’ı gördüm. Bir yumurta bulmuş gibiydi uzaktan. Daha sonra eğilip yerden bir şey daha aldı. Beş dakika içinde bütün yumurtalar toplandı ve çocuklar topladıkları yumurtaları göstermek için yanımıza doğru koşmaya başladılar. Kimisi tek yumurta bulabilmişti, kimisi iki, aralarında üç yumurta bulan bile vardı. Mark’ın bana doğru koştuğunu gördüm. Elindeki çantadan tam 12 yumurta çıktı. Diğer çocuklar koşuştururken yumurtaları görmemiş olmalıydılar. Ama Mark hiçbirini kaçırmamıştı. Diğer çocuklar oraya buraya koşarken, Mark istifini bozmadan ağır ağır bütün yumurtaları toplamıştı. Mary L. Crain
Benim derdim çok ödev verilmesi
İnci abla ben okulu çok seviyorum ama çok ödev veriyorlar. Ödevlerin bize ne faydası var anlayamıyorum. Biz zaten okulda her şeyi iyice öğreniyoruz. Bazı arkadaşlarımın ödevleri çok iyi ama onlara da anneleri yardım ediyor, çünkü yazılıdan kötü not alıyorlar. Öğretmenler neden bize bu kadar ödev veriyor? Bu yazımı okuyacak bütün arkadaşlarıma soruyorum. Bana cevap yazın, siz ne düşünüyorsunuz bilmek istiyorum.
Yusuf Güler (9) KAYSERİ
Başarmak için hiçbir engelleri yok
Fevziye Mektepleri Vakfı Işık Okulları Erenköy Güneş Kampüsü, bu yıl Kocaeli Valiliği, Mavi Hilal Özel Eğitim Rehabilitasyon Merkezi’nden gelen 40 engelli çocuğu okullarında ağırladı. Mavi Hilal grubunda bulunan bir grup zihinsel engelli, bedensel engelli, down sendromlu ve otistik çocuk, onlar için özel olarak yazılan ve becerilerini sergileyebilecekleri ’Engelim ve Ben’ adlı tiyatro oyununu sundu. Engelliler Haftası kapsamında gerçekleştirilen bu güzel ve anlamlı gösteri, tüm izleyicilere duygusal anlar yaşattı.
Esrarlı öykümüz sona erdi
O gün Fulya ile Nişantaşı’nda buluştuk. Fulya kim mi? Öykümü en güzel devam ettiren arkadaşımız, hatırladınız mı? İnci ile beni görmek onu çok şaşırttı. Fulya, okullarında Sihirli Annemcilik oynadıklarını anlattı bize. İlerde yazar olmak istiyormuş. Ve bunun için çok kitap okuyor, bol bol film izliyormuş. Harry Potter’ın yeni filmini merakla bekliyormuş.. En çok pizza seviyor ve her gün de taze meyve suyu içiyormuş. Teşekkürler Fulya, umarız hep hayal ettiğin gibi bir yaşamın olur...........
***
Galiba sonunda hep beraber bir kitap çıkartacağız. Öykü tamamlama oyunumuz için gelen birbirinden güzel mektupları burada arka arkaya yazsam, nefis bir polisiye roman olurdu. Şimdi öykümüzün finaline gelelim. İşte İrem Doğan’ın (12) tamamladığı öykümüzün son bölümü... .
***
Finona nazik adımlarla bize doğru yaklaştı. Tabii ona Taci’yi tanıştırmak zorunda kaldım. Taci çok kibar bir şekilde onunla el sıkıştı. Ve sonra aralarında güzel bir sohbet başladı. Finona hemen ona Dudu, Eda ve çocuklar hakkında sorular sordu. Ben o sırada kendimi çok kötü hissettim. Finona’yı nasıl da kıskanmıştım? Nasıl da hemen Taci’yi yollamaya kalkmıştım. Bu yaptığım çok ayıptı. Oysa şimdi ne güzel anlaşıyorlardı. Ben de onlara katıldım ve üçümüz nefis bir akşam üzeri geçirdik. Bu arada Finona’nın bize geliş sebebini de öğrendim. Biz onunla devamlı kitap alışverişi yapıyoruz. O da okuduğu kitapları bana geri vermek ve yenilerini almak için uğramış meğer. Ama tabii bu bizim eve ilk gelişi olduğu için ben çok heyecanlandım. Artık Taci de bizim küçük kitap kulübümüze üye oldu. Sonra onlara kıymetli bisküvilerimden ikram ettim. Beraberce güldük, konuştuk ve parka gittik. Parktaki diğer yakışıklılara karşı da gittikçe güçleniyorum. Bir yanımda Taci, bir yanımda Finona, görseniz çok havalıydım. Ama o günün sonunda en iyi anladığım şey, paylaşmanın önemi oldu.
ÇÜNKÜ BİSKÜVİLERİM BİLE PAYLAŞTIKÇA DAHA DA TATLANDI.
İremcim öykümüzü bu kadar güzel tamamladığın için seni kutlarız. Çok yakın bir zamanda İnci ve benim sana harika bir sürprizimiz var.......
Herkes işini sevmeli
İnci abla,’Gelecekteki mesleğiniz için şimdi ne yapıyorsunuz’ başlıklı yazınızı çok beğendim. Bence herkesin yaptığı işten tatmin olması, mutlu olması gerekiyor. Ama herkes birbirinin işini daha kolay ve daha eğlenceli sanıyor. Hemşireler doktorların işini kolay buluyor, avukatlar öğretmenlerin. Halbuki herkes kendi işini en iyi şekilde yapmaya çalışsa, hiç sorun olmayacak. Ben babama neden bu işi yapıyorsun diye sordum. O da bana herkesin birşeyler yapması gerekiyor dedi. Bence bu hiç de iyi bir sebep değil.
Gökhan Şahin (11) İZMİR
Bana yazın olur mu
İnci Türkay / Kelebek - Hürriyet Medya Towers. Güneşli 34212 - İSTANBUL Faks: 0212 677 04 35
Bir işi hem çabuk hem de kusursuz yapmak olanaksızdır
Publilius Syrus
Yazının Devamını Oku 13 Mayıs 2004
Ben bir türlü doğmak istememişim. Daha anneciğimin karnındayken suya ne kadar düşkün olduğum belliymiş aslında.
Orda suyun içinde oturmaya bayılırmışım. Ta ki 10 ay 5 gün geçip de, doktorlar beni zorla annemin karnından çıkarıncaya kadar keyfim pek yerindeymiş. Suya olan düşkünlüğümü beni yakından tanıyan herkes bilir. Yazın denizden, kışın da havuzdan çıkmak bilmem. Yüzmenin kaslarıma ve bedenime verdiği sağlığı, huzuru hiçbir şeye değişmem. Size seyehat etmekten, yeni yerler görmekten, yeni kültürler tanımaktan ne kadar keyif aldığımı anlatmıştım. Geçen gün fotoğraflarıma bakıyordum da, dikkatimi çekti: En çok suyla yakın ilişkisi olan yerlerde kocaman gülmüşüm ve de çok mutlu görünüyorum... Bizim ülkemiz bu açıdan bakıldığında bir cennet. Avrupa’da ise favori şehrim Venedik. Yakında tamamen sular altında kalabilecek olması çok ürkütücü ama o güzel şehrin kanallarında gezmek, San Marco meydanında ayak bileklerinize kadar suyun içinde yürümek harika.
Sonra, Amsterdam... Biliyorsunuz orası için de aynı tehlike söz konusu. Ama orada da kanal turları nefistir. Düşünsenize koskoca Hollanda Kraliçesi’nin oğlu bile bir kanalevinde yaşıyor. Görseniz bayılırsınız. Basbayağı üç oda bir salon evler. Balkonları bile var, hatta çamaşırlarını yıkayıp oraya asıyorlar. Öyle güzel görünüyor ki. Hepsi de suyun üzerinde yüzüyor.
***Geçenlerde size Londra’da kaldığım yıllarda Kensington bahçelerinde, Peter Pan’ın peri çocuklara çaldığı flütü duymaya çalıştığımı ve hep onu aradığımı anlatmıştım. Dünyanın neresinde olursam olayım, ister Adriyatik’te, ister Akdeniz’de sudayken de hep denizkızlarını ararım. Hatta bir gün yüzerken bacaklarımın birbirine yapışıp, dev bir kuyruğa dönüşeceğini ve bir denizkızı olabileceğimi hayal ederim. Böylece yunuslarla yarışabilir ve su altının o gizemli dünyasını keşfeder, gerçek deniz kızlarıyla yakın arkadaş olabilirim. İşte yine bütün bu hayallerimi paylaşabileceğim bir arkadaş buldum kendime... DENİZ KIZI EMILY.
‘Emily, kendini bildi bileli, annesiyle birlikte yelkenli bir teknede yaşamaktadır. Babasını hiç görmemiştir. Annesi garip bir şekilde Emily’i başından beri denizden uzak tutmaya çalışmaktadır. Bir gün okulda havuzda yüzme dersine katılma izni çıkınca Emily, yaşamındaki büyük dönüşüme ilk adımını atar. Yüzme bilmeyen Emily’nin bedeni suyu tanımamaktadır. Birden bacaklarındaki büyük değişimi yaşar; bacakları bir balık kuyruğuna dönüşür ve Emily deniz kızı olur. O bunu herkesten sır gibi saklayacaktır. Deniz altı dünyasında olağanüstü serüvenler yaşarken hiç görmediği babasının da izini bulur.’
Yazının Devamını Oku