NATO’nun 3-4 Nisan tarihlerinde Bükreş’te yapılacak zirve toplantısı, ittifakın zor ve çetrefil sorunlarla karşı karşıya bulunduğu bir zamana rastgeliyor. NATO, Soğuk Savaş sonrasında, Avrupa’da olduğu kadar ittifakın sınırlarının ötesinde de operasyonel misyonlar üstlendi.
Halen bu misyonları yürüten NATO birliklerinin asker mevcudu 60 bin düzeyinde. NATO’nun Kosova’daki görevi, özellikle bağımsızlık ilanından sonra daha da kritik bir hale geldi. Fakat asıl çetin sınav Afganistan’da.
Orada NATO kuvvetlerinin bir kısmı, çatışma olmayan bölgelerde normal barışı koruma görevi yaparken Amerikalı, Kanadalı, İngiliz ve Hollandalı birlikler Güney’de ve Doğu’da Taliban ile çarpışıyorlar. Bu çarpışmalarda geçen yıl ölen askerlerin sayısı 230’u buldu.
* * *
Taliban’a karşı savaşan ülkeler, müttefiklerinin büyük bir kısmının bu fedakárlığa katılmamalarına karşı tepkililer. Kanada başka ülkeler de kendileriyle aynı safta savaşmadıkları takdirde kuvvetlerini çekeceğini bildirdi. Şimdi anlaşılan Fransa, bin kişilik bir kontenjanla savaşanlar grubuna iştirak edecek.
NATO zirvesinde Taliban ile mücadeleye daha geniş katkı çağrıları yapılacaktır. Bunların muhatapları arasında tabii olarak Türkiye de var. Ancak Amerikalıların şimdiye kadar Türkiye’den, özellikle Başkan Yardımcısı Cheney’nin ziyareti sırasında, ayrıca somut bir talepte bulunmadığı anlaşılıyor.
Ankara ise bildiğimiz kadarıyla halen Kabil bölgesinde konuşlandırılmış 800 kişilik birliğinin sayısını, misyon değişikliği olmadığı takdirde, artırmaya kapıyı kapatmıyor, fakat muharip birlik göndermek istemiyor.
Bu tutumun Türkiye’nin içinde bulunduğu özel koşullar ve bilhassa PKK ile mücadelenin boyutu ışığında anlayışla karşılanması gerekir. Ne var ki meseleye bir başka açıdan da bakmak mümkündür. ABD ile AB arasında güvenlik alanında işbirliğinin artma eğiliminde olduğu bir devirde Türkiye’nin çıkarı, Batı ile en önemli bağını teşkil eden NATO’nun ve transatlantik işbirliğinin güçlenmesidir.
Türkiye’nin prensipte tehlikeli bölgelerdeki uluslararası güçlere katılmamak gibi bir siyaseti olduğu da söylenemez. 2003 yılında, 1 Mart tezkeresinin reddini takip eden aylarda, Irak’ın en tehlikeli bölgelerinde koalisyon güçlerine katılacak oldukça büyük bir kuvvet göndermeye talip olduğumuz unutulmamalıdır.
Dolayısıyla, Afganistan’da, hem NATO içinde hem de NATO-AB askeri işbirliği çerçevesinde konumumuzu pekiştirecek bir rol oynamak opsiyonunu peşinen bertaraf etmek eğiliminin isabeti tartışılabilir.
NATO zirvesinde ikinci önemli konu, ittifakın genişlemesidir. Arnavutluk ve Hırvatistan’ın ittifaka katılmaları konusunda sorun yok. Makedonya’nın üyeliği ise Yunanistan, devletin ismini kabul etmediği için şimdilik bloke durumda. Asıl problem, ABD’nin desteklediği Ukrayna ve Gürcistan’ın üyeliğinden kaynaklanıyor.
Birçok NATO ülkesi, Rusya için ağır bir provokasyon teşkil edeceği düşüncesiyle bu iki ülkenin üyelik süreçlerinin başlatılmasına sıcak bakmıyor. Özellikle ilk Rus devletinin beşiği olan Ukrayna’nın üyeliğine Moskova’nın tepkisiz kalması beklenemez.
* * *
NATO’nun gündeminde füze savunması da var. Bu konuda, ABD’nin İran füze tehdidine karşı ikili destek arayışlarından ayrı olarak, ittifak içinde henüz somut aşamaya gelmemiş bazı çalışmalar başlatılmış.
Cheney’nin ziyareti sırasında medya spekülasyonlarının aksine Türkiye’de bir radar kurulması istenmemiş. Buna karşılık Türkiye’nin kendi savunması için Patriot füzesavar füzelere ihtiyacı devam ediyor.
NATO gelecek yıl 60 yaşına basacak. Bükreş zirvesini takiben ittifakın 1999’da saptadığı "Stratejik Konsept"inde gerekli ayarlamalar üzerinde durulacak. İttifakın kuvvetli ve etkili olması ve küresel dengelerde ağırlığını muhafaza etmesi, kuşkusuz Türkiye’nin de yararınadır.