Zaman kavramı

BİZDE zaman unsurunun öneminin çok iyi takdir edildiği söylenemez. Özel hayatımızda olduğu kadar devlet yönetiminde de kararları son dakikaya kadar ertelemek eğilimi kuvvetlidir.

Biraz daha zaman kazanmak uğruna ne büyük fırsatlar kaçırıldığının örnekleri yakın tarihimizde bir hayli vardır. Son olarak 1999 AB Helsinki Zirvesi'nden beri Kıbrıs politikamızın parametrelerini bir türlü çizemedik ve Aralık 2002'de kendimizi hálá içinden çıkamadığımız bir açmaz içinde bulduk.

Şimdi bu açmazın daha da derinleşmesi tehlikesiyle karşı karşıyayız. Bundan sonra önümüzde bir de Ege sorunlarıyla ilgili bir takvim var. AB Helsinki Zirvesi Sonuç Bildirisi'ne göre AB Konseyi en geç 2004 yılında aday ülkelerin taraf oldukları anlaşmazlıklarla ilgili gelişmeleri gözden geçirecek, bunların adaylık sürecine etkilerini de değerlendirecek ve gerekirse çözümün Uluslararası Adalet Divanı'na başvuru yoluyla aranmasını teşvik edecektir.

***

Bu konuda halen Türkiye ile Yunanistan arasında bir çeşit ön müzakereler birkaç ay önce başlamıştır. Bunlar hakkında fazla bilgi sızmamakta ise de şimdiye kadar özlü bir ilerleme kaydedilmediğini söylemek yanlış olmaz. Anlayabildiğimiz kadarıyla zorluk, karasuları veya kıta sahanlığı gibi ana konulardan ziyade, Kardak krizi sırasında ortaya atılan kayalar ve adacıkların statüsüne ilişkin iddialardan kaynaklanmaktadır.

Oysa bu iddiaları uluslararası yargı mercilerinde hukuken başarılı bir şekilde savunmak imkánının gerçekten mevcut olup olmadığını bilmiyoruz. Hükümetin, bu konuda Kıbrıs sorunundakine benzer bir bocalama ve tıkanıklığın tekrarını önleyecek bir politikayı vakit geçirmeden saptamasında isabet vardır. Bir müzmin sorunu sürüncemede bırakmamak akılcı bir dış politikanın temel ilkelerindendir.

***

Irak konusunda da zaman mefhumunun çok zayıf olduğunu, haftalardan beri görüyoruz. Hükümet MGK'nın tutumunun belirgin hale gelmesine ve 4 Şubat'ta AKP Başkanı Tayyip Erdoğan'ın çok yerinde müdahalesine kadar bocalayıp durmuştur. Saddam Hüseyin'in ancak alnına ABD tabanca dayadığı için gerileyebileceği, ‘‘barışı kurtarma’’ toplantılarının ve tatlı-sert barış mesajlarının ona vız geleceği, aksine bunlardan daha fazla direnmek için cesaret bulacağı anlaşılamamıştır.

Müslüman ülkelerle ters düşmek endişesi de bir vehimdi. Neyse, şimdi hükümet artık harekete geçmiş ve taksit taksit dahi olsa TBMM'den gereken onayları istemeye karar vermiştir. Bu karar çok yerindedir; çünkü daha fazla gecikilseydi ABD başka yollardan yine Kuzey'de bir operasyona girişecek, fakat bu sefer Türkiye'nin Irak'ın yeniden yapılanmasındaki söz hakkı çok kısıtlı kalacaktı.

Başbakan'ın Kuzey Irak'ta savaşmayacağımızı nihayet söylemesi de çok yararlı olmuştur. Türkiye'nin Kuzey Irak'ta ABD'den bağımsız bir operasyona girişmesi hem ABD, hem Arap ülkeleri ile aramızda gerginlik yaratır ve hem de Türk Ordusu'nun bir bataklığa saplanması sonucunu verirdi.

***

Fakat bundan sonra çelişkilere son vermek ve özellikle kamuoyunda yanlış izlenimler yaratmamak lazımdır. Örneğin, Başbakan'ın Kuzey Irak'ta Türk askeri sayısının Amerikan askeri sayısından daha fazla olacağını söylemesi anlamsızdır. Bugün askeri güç karşılaştırılmasında asker sayısı bir unsur mu? Kaldı ki ABD pekálá Kuzey'e başka ülkeler üzerinden ek kuvvet sevk edebilir. Bunu büyük bir olasılıkla yapacaktır da; İngiliz kuvvetleri de aynı şekilde Kuzey Irak'a gelebilirler.

Muhalefete gelince; CHP'nin tutarsızlıkları dehşet verici. CHP Türkiye'nin Irak'a asker göndermesine yeşil ışık yakıyor, fakat ABD kuvvetlerine Türk topraklarından geçit verilmesine şiddetle karşı çıkıyor. Bunun anlamı şu: ABD askerleri Türkiye üzerinden geçmesin de ne olursa olsun, gerekirse Türk Ordusu Kuzey Irak'ta savaşsın ve zayiat versin, zararı yok. CHP 1970'ler Ecevit saplantılarının hálá tutsağı.

Bundan sonra, dış politikanın çok çetin sorunlarında Türkiye için zaman ve zamanlama en önemli unsurdur. Zaman insafsızdır, affetmez.
Yazarın Tüm Yazıları