"ZAMAN Akarken", emekli büyükelçi Yıldırım Keskin’in yeni kitabının adı. İnsan kitabı eline aldığı zaman Keskin’in akıcı üslubuna kendini kaptırıp bir türlü bırakamıyor ve başka bir işle meşgul olması gerekirse ona tekrar dönmek için sabırsızlanıyor.
Keskin’in eseri klasik diplomat anılarından çok farklı; çünkü kendisinin çok yönlü bir kişiliği var. Bir edebiyat tutkunu ve bir yazar. Yazdığı tiyatro oyunları yalnızca Türkiye’de değil, aynı zamanda yurtdışında sahnelenmiş. Keskin, piyeslerinin sahneye konmasıyla ilgili maceralarını çok canlı, duygulandırıcı şekilde ve büyük bir mizah yeteneğiyle anlatıyor.
MuhsinErtuğrul ve Cüneyt Gökçer ile ilişkileri ve konuşmaları, Türk tiyatrosunun gelişmesine en büyük katkıyı sağlayan bu iki büyük sanatçı ve yönetmenin yaşamlarına, mücadelelerine ve mizaçlarına ışık tutuyor. Çeşitli dış görevlerinde sanatçı kişiliği ona birçok kapılar açmış ve o ülkelerde çok geniş bir muhit sağlamış.
* * *
Keskin 1978 yılında Ecevit’in başbakanlığı sırasında Dışişleri Bakanlığı Kültür İşleri Genel Müdürlüğü’ne getiriliyor. Fakat bu tayinin perde arkası çok ilginç. Meslek hayatında daha önce Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile ilgili işlerde çalıştığı için Adalet Partisi sempatizanı olarak algılanmış, AET’ye olumsuz bakan Ecevit hükümeti ona karşı kuşku besliyor.
Tayinine zar zor karar veriliyor. Ne var ki Aziz Nesin,Keskin’in bu göreve getirilmesinden duyduğu memnunluğu ifade edince işler değişiyor. Bu konuda Keskin şunu yazıyor: "Sağcı olup solun, solcu olup sağın iyi yönlerini, siyasal saplantılar adına yadsımak, benim özgür tutmaya çalıştığım düşünsel yapıma aykırıydı. Daha çok bir liberal demokrattım; ama bunun özellikle Türkiye’de anlaşılacağına güvenim yoktu. Biz aşırı uçları seviyor ya da tüm olarak teslimiyeti yeğliyorduk."
Bu çok güzel analiz ne yazık ki bugün hálá geçerli. Her şeyi siyah veya beyaz olarak görmek eğilimi çok kuvvetli. Gri renkten pek hoşlanmıyoruz. Nüans kavramına bir hayli yabancıyız. Zaten kelimenin Türkçesi bile yok.
* * *
Keskin, Sofya’da büyükelçi iken Aziz Nesin oraya sık sık gelirmiş. Kitaplarından bazıları Bulgarca’ya da çevrilmiş. Bulgarlar, sosyalist yazara büyük itibar gösteriyorlar, buna karşılık Aziz Nesin, Sofya’ya her gelişinde soydaşlarımıza yapılan kötü muameleyi dile getiriyor ve Bulgar yetkililerini ağır bir şekilde eleştiriyor.
Keskin’in Elia Kazan’ın Türkiye’ye 1978’de yaptığı ziyarete ilişkin anıları da ibret verici. Elia Kazan, Yılmaz Güney’le İstanbul’da cezaevinde görüşüyor, arkasından izlenimlerini Keskin’e naklediyor. Yılmaz’a uygulanan rejimin çok gevşek olduğunu, isterse kaçabileceğini; fakat bunu yapmadığını söyledikten sonra ekliyor:
"Yılmaz Güney’in yakın arkadaşlarıyla konuştum. Hüküm giydiği cinayeti gerçekten işleyip işlemediğini öğrenmeye çalıştım. Ne yazık ki doğru." Kazan, Amerika’ya dönüşünde Güney ile ilgili bir yazı yazacağını ve cinayet işlediğini vurgulayacağını vaat ediyor; fakat sözünü tutmuyor.
Keskin’in tepkisi şöyle: "Yılmaz Güney konusunda Batı’da oluşmuş kanıya haksız, önyargılı ve duygusal da olsa ters düşemezdi. Tüm yaşamına egemen olan karşıtlıklar içinde yaşamayı sürdürüyordu."
* * *
Kitabın bir bölümü var ki, aslında hazin olmasına rağmen, okurken kahkahalarla gülmekten kendimi alamadım.
Keskin 1970’li yılların başında Avrupa Toplulukları bürosunda çalışırken Başbakanlık Özel Kalem Müdürü telefon ederek Türkiye’nin elinde ancak beş günlük buğday kaldığını bildiriyor.
Hikáyenin geri kalan kısmını artık kitaptan okuyun. Yerim kalmadı.