GEÇEN hafta Washington ve Boston’da, resmi Amerikan makamları, medya ve akademiya mensupları ve sivil toplum temsilcilerinin katılımıyla Türkiye-ABD ilişkileri konusunda yapılan bazı toplantılarda hazır bulundum.
Bu toplantılarda, kaçınılmaz olarak, Irak Savaşı’ndan beri iki ülke arasında beliren karşılıklı güven eksikliği üzerinde bir hayli duruldu.
Son zamanlarda ortam daha olumlu bir istikamete yönelmekte ise de soru işaretleri devam ediyor. Özellikle Türk-Amerikan stratejik ortaklığının temel dayanaklarından biri olan iki taraf silahlı kuvvetleri arasındaki ilişkilerin henüz tamir edilmekten uzak olduğu gizlenmiyor.
***
Bu ilişkilerdeki rahatsızlık, anlaşılan 1 Mart 2003’ten de geriye gitmektedir. Daha 2002 yılı aralık ayında Kuzey Irak konusunda gerginlik yaratan sorunlar ortaya çıkmış.
1 Mart’tan önce TBMM’nin kararı beklenirken İskenderun Körfezi’nde demirlemiş gemilerde bulunan Amerikan subaylarının -ki bunlar gittikçe kilit mevkilere geliyorlar- Türkiye’ye çok sıcak bakmadıkları da anlaşılıyor. Ancak madalyonun öbür tarafı da var. TSK da Irak’taki ABD kuvvetlerinin davranışlarından çok şikáyetçi oldu.
Stratejik açıdan ABD’nin Türkiye’ye bakış açısı değişmiş görünüyor. ABD’nin bugün Ortadoğu Arap ülkelerinde ve Orta Asya’da üsleri var. Romanya, Bulgaristan ve Azerbaycan’da üsler kurma opsiyonunu inceliyor. Şayet Irak ve Afganistan’daki ABD kuvvetlerine İncirlik üssünden lojistik destek sağlanmasını kabul etmeseydik, ABD aynı maksatla Kıbrıs’taki Akrotiri üssünü kullanmaya hazırlanıyordu.
ABD artık stratejik misyon ve operasyonları için Türkiye’ye muhtaç olmayacağı bir konuma geliyor. Fakat bu ABD’nin Türkiye’nin jeopolitik öneminin bilincinde olmadığı anlamına gelmez. Bölgedeki gelişmelerde ve dengelerin oluşmasında Türkiye’nin rolünü iyi değerlendirdiği kesindir.
Amerika’daki Yahudi kuruluşlarının hiç değilse bir kısmında İsrail’e karşı Türkiye’deki bazı resmi söylemler, ’Mein Kampf’ın mali destekle ucuz fiyata satılması, Cumhurbaşkanı’nın Suriye ziyareti gibi nedenlerle bir kırgınlık mevcut. Daha önce Ermeni iddialarına destek veren karar tasarılarının Kongre’den geçmemesi için çok çaba harcayan Yahudi asıllı bir kongre üyesi şimdi bu işten vazgeçmiş.
***
Tabii Kongre’de birçok dostumuz da var. Bir grup Kongre üyesi, Türkiye’yi ziyaretinden sonra KKTC’ye gidecek. KKTC’ye politik bakımdan çok önemli bir destek. ABD hükümeti de KKTC’ye yardım etmek istiyor. ABD, AB yasaklarına tabi olmadığından KKTC ile direkt ticaret yapabilir. Ne var ki ABD’nin Kuzey Kıbrıs’la ticaret potansiyeli yok.
KKTC havalimanlarının uluslararası uçuşlara açılması konusunda da fazla umut beslenmiyor; çünkü mesele hukuki bakımdan çok karmaşık. ABD diplomatlarına göre Kıbrıs meselesinin çözümü için BM Genel Sekreteri’nin yeni bir inisiyatif alması ise Papadopulos’un tutumuna bağlı.
Genel Sekreter, Papadopulos’un Annan Planı’nda yapılmasını istediği kapsamlı değişiklikleri iyice değerlendirmeden harekete geçmek niyetinde değil.
***
ABD’de dikkati çeken bir nokta, Türk-Amerikan ilişkilerinin seyrinden bağımsız olarak ‘Türkiye nereye gidiyor’ sorusunun sık sık sorulmasıdır. 17 Aralık 2004’ten sonra Türkiye’nin AB hedefinden uzaklaştığı izlenimi mevcut.
Türkiye’nin AB üyelik sürecine büyük destek veren ABD’deki bazı çevreler, bu süreç yolundan saparsa, Türkiye’nin çok ciddi sorunlarla karşılaşması ve bugünkü ekonomik, politik ve demokratik istikrarın sarsılması olasılığından duydukları endişeyi gizlemiyorlar.
Bu çok iyimser olmayan tabloda Başbakan Erdoğan’ın Başkan Bush’la yakında yapacağı görüşme her zamankinden daha fazla önem taşıyor. İşi kolay olmayacak.