Paylaş
SON zamanlarda, Ermenistan hükümetinin teşviki ile dünyadaki Ermeni lobileri soykırımı iddialarına siyasal destek elde etmek için birçok ülkede girişimler başlattılar. Bu meyanda, ABD Temsilciler Meclisi'nin bir alt komitesine sunulan bir yasa tasarısı, sözde soykırımı hakkında çeşitli bakanlıklara mensup personelin eğitilmesini ve her yıl 24 Nisan'da resmi anma törenleri öngörüyor.
Alt Komite'deki oylamanın sonucu bu satırlar yazılırken belli değil. Fakat şimdiki aşamada işin daha ileri gitmesi önlense bile, ileride benzer teşebbüslerin devam etmesi ihtimali kuvvetli gözüküyor. Anlaşılan maksat sadece ‘‘soykırımı’’nda Türkiye'nin sorumluluğunu tescil etmek değil, fakat bunun ötesinde Yuhadiler için olduğu gibi, tazminat ödenmesini talebe kadar varabilecek bir sürece ivme vermek.
* * *
Bugün üzerinde asıl durmak istediğim konu, Türkiye'nin bu gelişmeler karşısındaki tutumu. Doğrusu Alt Komite'de Türkiye adına ileri sürülen görüşleri anlamakta güçlük çektim. Ermenistan'ı Uluslararası Adalet Divanı'na (UAD) başvurmaya çağırmışız. Oysa, iki yönden buna imkán yok. Bir kere UAD'nin yetkileri münhasıran hukuki nitelikte ihtilafları kapsıyor. İkincisi, 1915 yılında Ermenistan diye bağımsız bir devlet yoktu ve dolayısıyla o zaman Osmanlı vatandaşı olanlar adına bugünkü Ermeni devleti bir başvuruda bulunamaz. UAD'yi devreye sokmak için meselenin Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na veya Güvenlik Konseyi'ne intikali ve bu organlardan birinin UAD'den istişari görüş istemesi gerekir. Türkiye için böyle bir yöntemden daha vahimi, tasavvur edilemez. Aslında yetkileri bakımından Ermeni iddialarına en uygun yer statüsünü Türkiye'nin imzalamadığı ve henüz faaliyete geçmeyen Uluslararası Ceza Mahkemesi olurdu. Bereket versin, bu mahkemenin yetkileri geriye dönük değil, bundan sonraki soykırımlara ve insanlığa karşı suçlarla ilgili şikáyetlere bakacak. Yoksa oraya müracaatı da tavsiye edebilirdik! Uluslararası yargının objektif olabileceği yolundaki safiyane inancın nereden kaynaklandığını çok merak ediyorum.
Uluslararası yargı gibi tarih de objektif olamaz. ‘‘Tarihi, savaşların galipleri yazar’’ deyimi bir hakikati ifade eder. O kadar ki, Birinci Dünya Savaşı'nın çıkmasında Fransa'nın sorumluluğu çok daha fazla olduğu halde, savaştan sonra bütün suç Almanya'nın üstüne atıldı. Alman İmparatoru'nun yargılanması bile söz konusu oldu. Yenilmiş bir devlet olarak Osmanlı İmparatorluğu da tarihin saptırılmasından bol bol nasibini aldı. Ermeni terörünün patlak vermesinden sonra, bütün bilimsel çalışmalara ve çabalara rağmen, tarih kitaplarının gerçekleri yansıtması sağlanamadı. 5-10 kitap Türk savlarına yer veriyorsa, yüzlerce kitap Ermeni iddialarına dayanarak tarihi tahrif ediyor. Dünyadaki Ermeni lobilerinin etkinliklerini dengelemek kolay değil. En fazla destek Yahudi lobilerinden geliyorsa da, onların hiç değilse bir kısmı Ermeni tezlerine sempati duyuyor.
* * *
Peki, bu durumda ne yapacağız? Alt Komite'de yine Türkiye adına bazı önlemler alınacağı uyarısında bulunulmuş. Başkan Clinton'ın Kıbrıs Temsilcisi karşısında muhatap bulmayacakmış; Türkiye de Hazar Denizi bölgesinde ABD ile işbirliğini sınırlarmış, İncirlik Üssü Amerikalılara kapatılırmış. Bir Kongre üyesinin tehdit olarak nitelediği bu ifadeler de hayret verici. Papaza kızıp oruç bozmak buna denir. Amerika'ya kızıp kendimize zarar vereceğiz, örneğin Bakü-Ceyhan hattından vazgeçeceğiz!
Öyle gözüküyor ki, karşılaştığımız kampanya ile mücadelenin en isabetli şekli Ermenistan üzerinde etkili olmaya çalışmaktır. Bunu Ermenistan üzerinde baskı icra ederek ve yaptırımlar uygulayarak yapabileceğimiz gibi, tam aksine ona karşı hiç değilse bir süre iyi komşuluk politikasını deneyerek sonuç almaya çalışabiliriz. Her şeyden önce politikamıza ve söylemimize tutarlılık vermek şart.
Paylaş