AB ile ilişkilerimizin özelliği bu. En kritik aşamada kopma noktasına kadar geliyoruz ve son dakikada bir uzlaşma zemini bulunuyor.
Tabii geçmiş tecrübelerin her defasında tekrarlanacağı garantisi yok. Bildiğimiz tek şey Lüksemburg’da yine oldukça sancılı bir ortamın bizi beklediğidir. Üstelik bu sefer kriz ancak en çetin güçlüklerin ertelenmesi suretiyle atlatılabilecek.
3 Ekim’de Türkiye’nin kararını dört belge etkileyecek. Birincisi ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımadığımızı bildiren deklarasyona karşılık AB’nin yaptığı deklarasyon. Bu belge Gümrük Birliği’ni ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ dahil on üyeye yayan protokolün ayrımsız uygulanmasında, ulaşım üzerindeki kısıtlamaların kaldırılmasında, Rum gemi ve uçaklarına Türk limanlarının açılmasında ısrarlı.
* * *
Türkiye yükümlülüğünü yerine getirmediği takdirde müzakerelerin tamamının bloke edilmesine kapı açık tutuluyor. Ayrıca ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tanınması üyelik sürecinin bir gereği olarak tanımlanmış.
İkinci belge müzakere çerçevesi taslağı. Bunda AB’nin ‘sindirme kapasitesi’Komisyon’un daha önceki taslağına göre biraz daha fazla vurgulanmış. ’Kıbrıs Cumhuriyeti’ ile ilişkilerin normalleştirilmesi ve protokolün uygulanması gereğinin altı çiziliyor. Metin Avusturya’nın ‘imtiyazlı ortaklık’ dayatması yüzünden ancak yarın veya pazartesi son şeklini alacak.
* * *
Üçüncü belge, Dönem Başkanı sıfatıyla İngiltere Dışişleri Bakanı’nın 3 Ekim’de yapacağı konuşma. Hazırlanan taslakta AB’nin karşıt deklarasyonuna atıf olduğu gibi Güneydoğu’daki duruma da değiniliyor ve reformların uygulanması için çaba harcanması isteniyor.
Dördüncü belgeyi oluşturan Avrupa Parlamentosu’nun (AP) kararında ‘Ermeni soykırımı’nın tanınması dahil infial uyandıracak birçok nokta mevcut. Yine de AP hiç değilse Türkiye’ye imtiyazlı ortaklık teklif edilmesini isteyen öneriyi reddetti ve Kuzey Kıbrıs üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması çağrısını yaptı. AP kararlarının müzakerelerin başlamasını etkileyecek bağlayıcı nitelikte olmadığı doğrudur. Ancak AP’nin bu defa Gümrük Birliği’ne ilişkin protokolün onayını erteleyerek yasama işlevine giren bir tasarrufta da bulunduğu da unutulmamalıdır.
* * *
AP şimdi TBMM’nin, protokolü onaylarken ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımama deklarasyonunu bunun dışında bırakmasını talep ediyor. TBMM’nin, özellikle AP meseleyi bu şekilde gündeme getirdikten sonra, Türk hükümetinin deklarasyonunu onaylamamayı kabullenmesi herhalde kolay olmaz.
Görebildiğimiz kadar, hükümet, diğer üç belgeyi bir tarafa bırakarak müzakere çerçevesi üzerine odaklanıyor. Çerçeve belgesinde imtiyazlı ortaklık seçeneği veya onu ima eden bir ifade yer almadığı, Güney Kıbrıs’ın tanınmasına daha fazla vurgu yapılmadığı sürece müzakerelerin başlamasına razı olmak eğiliminde. Akılcı bir yaklaşım diyebiliriz.
* * *
Ancak bütün güçlükleri ileri attığı da bir gerçek. AB sürekli kendi sindirim kapasitesinden söz ediyor. Kastettiği ekonomik, mali ve kurumsal sindirim. Ama Türkiye’de de politik ve psikolojik sindirim kapasitesi sınırsız değil. Hükümetin işi 3 Ekim’de ve ondan sonra da çok zor.